11 Eylül’ün artıkları ve Patriot’ları

Elbette 11 Eylül tarihi bir milat değildir… Fakat bizim bildiğimiz gibi tarihi yarım yamalak okuyup aktüaliteyi takip edemeyenlere, yeniçerinin Yeni Cami’deki ruh hali arız olacaktır. Vaiz Yahudilerin Mesih’e yaptıkları eziyeti anlatınca, Yeniçeri komşusu Salomon’un kapısına varır ve hesap sorar. Musevi komşu “Kuzim, bu hadise ile alâkam yok. 1500 sene önce olmuş…” deyince, yeniçeri “Anlamam, ben yeni duydum” der.

Tarihin sayfalarını aralayıp çoğu hadisenin doğru yüzünü gördükçe bu hale sıklıkla giriftar oluruz. Bu yalnızca tek taraflı yazılmış yakın tarihimiz için değil, başta Almanya olmak üzere Avrupa ve Amerika tarihleri için de geçerlidir.

Ne var ki, komünikasyondaki harika gelişmeler, dünyadaki şeffaflığı arttırıyor. Sınıf savaşını çıkaran mihraklar ve onlara alet olan siyasetçiler herşeyi kontrol edemiyorlar. 11 Eylül’ü incelemeden, BOP, Amerika ve Avrupa’daki ekonomik krizlerin, “Köpek Balığı” ve “Çekirge Sürüleri”nin, turuncu devrimlerin, Katolik Kilisesinin maruz kaldığı saldırıların, Türkiye’deki BDP hikâyesinin ve Arap baharının mahiyetlerinin anlaşılmaları bizce mümkün değildir.

Aksi takdirde bahsettiğimiz süreç içinde ellerindeki global sermaye ile medyayı kontrollerinde tutan, siyasetleri korku ve rüşvet ile elde eden savaş ve kaos taraftarı hareketin yazdıklarına inanmak zorunda kalırız. Mevsimler değişip karlar eridikçe de, nasıl kandırıldığımıza oturup ah u vah ederiz.

11 Eylül hareketi salt bir Amerikan yapımı değildi. Başta Londra olmak üzere Avrupa ayakları da çok önemliydi. Blair, Berlusconi, Aznar, Sarkozy, Rasmussen ve Angela Merkel gibi önemli devletleri yönetenlerin 11 Eylül sürecinde birer militan gibi çalıştıklarını, AB’yi dağıtıp Euro’yu kaldırmak için ellerinden geleni yaptıklarını önümüzdeki zamanlarda okuyacağız.

11 Eylül denilen global dinsiz hareketlerin başlattığı sürecin Troçkici askerî devrim kanadı kadar, Freudist sivil kanadı da can alıcı niteliktedir. Siyasetin, askerin, resmî diplomasi ve ihtilalin giremediği yerlere kapitalin önderliğinde yürüyen STK’ların hem Avrupa’da ve hem de Asya’da yaptıkları tahribatın, Afganistan ve Irak mezalimlerinden geri kalmayacağını düşünüyoruz.

Bolşevizmin Hıristiyan Avrupa’ya indirdiği en büyük darbeyi takip eden önemli darbelerin sonuncusu olarak da, bu organizeli, sivil, dinsiz ve ahlâksız devrimi yazabiliriz. İnsanî değerleri “hürriyet ve özgürlük” maskesi altında tahrip edenler; önce nikâhı, sonra aileyi, sonra çalışma şevkini, sonra sosyal adaleti, sonra refahı ve nihayet az da olsa devam eden toplumsal barışı kundakladılar.

Eşcinselliğini iftiharla ilân eden Westervelle’yi dışişleri bakanı yapan Merkel, aileyi de yedi çocuklu Ursula Von der Leyen ile safdışı etmeye çalıştı. Aynı cereyan Hıristiyan Demokratların gözde siyasetçisini önce cumhurbaşkanı yapıp sonra minder dışına çıkarırken, ardından Yahudi asıllı Springer ile ittifak kurup, müstakbel başbakanı tamamen saha dışına sürdü. Ve dindar Wolff’un yerine nikâha ve aileye inanmayan Gaug’u Cumhurbaşkanı seçtiren Merkel, misyonunun herkes tarafından anlaşılmasına yardım etti.

Yani 11 Eylül sonrasında dinsiz global cereyanların menfaatleri için insanlığı hedef aldıklarını bir tarafa not etmeden, bu süreçte hayatını kaybetmiş 3 milyon insanın niçin öldüklerini anlayamazsınız.

MERKEL-RASMUSSEN EL ELE

Bütün İbrahimî dinlere olan öfkesini İslâm Peygamberine olan düşmanlığıyla kusan eski Danimarka Başbakanının NATO Genel Sekreterliğine AKP’nin yardımlarıyla geldiğine hiç kimse itiraz edemez. Arap baharı çerçevesinde Libya’da 80 bin insanın katline sebep olan Sarkozy ve NATO’nun havadaki insansız ölüm araçları olmasaydı, katliâm bu kadar derinleşmeyecekti.

Suriye meselesinde de çok iştahlı olan Merkel ile Rasmussen’i Patriot’larla harekete geçirenler, Amerikan hükümetini de sıkıştırmaya devam ediyor. Merkel’in BM’deki Filistin oylamasında İsrail’in yanında olduğunu yüksek sesle dillendirmesi ise, Almanya’nın geleneksel siyasetinden ziyade, Angela’nın hâlâ neoconlarla ittifak halinde olduğunu gösteriyor.

Katolik Kilisesine karşı ataklarında süngüleri ters düşmüş bu siyasetçiler seçim sandıklarıyla AB’den temizleninceye kadar, hem AB, hem Türkiye ve hem de Ortadoğu rahat yüzü görmeyecek.

İnsansız hava aracı denilen ölüm makinelerinin Rasmussen’in gelişiyle birlikte Afganistan ve Pakistan’da yaptıkları katliâm, Patriotların yalnızca savunma maksatlı olmadığını gösteriyor.

Allah’ın işine bakınız ki, düne kadar Müslümanların can düşmanı olan Rus’u, kader-i İlâhî bu defa İslâm coğrafyasının Hicaz’a kadar işgal edilmemesi için isdihdam ediyor. Suriye sınırında sayısı on bini geçen Taliban ve El Kaide militanları ise Suriye’yi parçalama gayretleri ile 11 Eylül sürecinin mahiyetinin baştan sona kadar doğru anlaşılmasına yardım ediyorlar. Fakat zaman 11 Eylül’ün bu artıklarını da çok yakında temizleyecektir inşaallah. Seyretmeye devam edelim…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*