12 Eylül ile 15 Temmuz arasına sıkışan Türkiye

sukru-bulut12 Eylül kadrosundan Org. Bedrettin Demirel’in, “ihtilâl olgunlaşsın diye çok kan aktı ve neticede olgunlaştı” itirafıyla 12 Eylül’ün dışarıda hazırlanmış ve içerden desteklenmiş bir proje olduğu açığa çıkmıştı.

12 Eylül’ün dışarıdaki muhatabı Jimmy Carter değil, eski Kaliforniya valisi artist Ronald Reagan idi. Proje yalnızca Türkiye’yi ilgilendirmiyordu, globaldi. Türkiye kadar Amerika ve İngiltere de işin içindeydi. Reagan’ı evvelâ küçük bir suikastle, sonra da ekonominin zincirlerini daraltarak, Karl Popper’ın sadık talebesi M. Thatcher’ın siyaseten başını çektiği “ekonomide neoliberalizm” çizgisine getirenler, 12 Eylül ihtilâliyle Türkiye’de de “çok yönlü bir değişime” gitmişlerdi. O günkü cunta, arkasında dünya jandarmalarını ve global bankerleri destek olarak bulmuştu. O güne kadar, eski sağ ve sol geleneğindeki düşünen beyinler yeni Marksistlerin “global değişim programını” anlayamadılar.

Türkiye’nin neoconlarla irtibatlı subaylarının ihtilâl yaptığı günlerde, Gorbaçov’un da yardımıyla Sovyetler dağılırken, Özal’ın rehberliğinde ve Türk İslâm labirentlerinde dünyaya kapılarını açan ve değişen Türkiye, vizyona giriyordu. Senaryonun Popper, A. Von Hayek ve Walter Lippmann gibi Batılı düşünürlerce yazıldığını sonradan öğrenecektik.

NEOLİBERALİZMLE DEMOKRASİLERİ KATLETMEK…

Bediüzzaman’a göre, günümüz siyasetinde lâfız mananın zıddını ifade ediyordu. Liberalizm her ne kadar hürriyet ve demokrasiyi tedai ettirse de, yeni liberaller; halkların hürriyet ve demokrasilerini neoliberalizmle gasp edeceklerdi. Reagan ile Thatcher’ın derlenmiş siyasî konuşmaları kitap halinde arşivlerde duruyor. Onları okuduğunuzda, mest olup kendinizden geçiyorsunuz. Fakat hakikatte; sermayeyi haksızca toplayan organize bir avuç insan, millî devletlerin ekonomilerini rehin alıp siyasetlerine yön vereceklerdi, onların sayesinde.

Daha önceki yazılarımızda, neoliberallerin; açık toplum, serbest piyasa ekonomisi, hürriyetlerin dokunulmazlığı, bireysel hayatın kudsiyeti, global ticaretin önündeki engellerin kaldırılması ve ferdî dehaların ortaya çıkarılması gibi kelimelerin hangi manayı ifade ettiklerini izah etmiştik. Burada 12 Eylül’le başlayan sürecin, Türkiye’de hiçbir kopukluğa meydan verilmeden günümüze nasıl ulaştırıldığının detayları üzerinde de durmayacağız. İstanbul’un işlek yolu E-5’in üzerindeki “Kenan Evren Kışlası” yazısını okuyanlar, 12 Eylül sürecinin AKP döneminde de devam ettiğini; Özal, Reagan ve Thatcher zamanlarında konulan kalıplarda tam 35 senedir koşuşturulduğumuzu mutlaka anlamalıdırlar.

En büyük düşmanımız cehalet. Dostumuzu ve düşmanımızı tanıyamadık. Sonra fukaralığın sıkıştırmasıyla ortaya çıkan hırsımız haram-helâl demeden bizi zilletten zillete yuvarladı ve geldiğimiz dehşetli nokta: Kur’ân’ın bize hediye ettiği kardeşliği, arkadaşlığı ve milletdaşlığı kaybetmek üzereyiz. Yeni Marksizmin, sosyolojik hücrelerimizde yaptığı tahribatın farkına varıp, yine Kur’ân’ın yardımıyla onu def edemezsek, akıbetimiz çok kötü olabilir.

Bunu önlemek için, doğru demokrasiyi Müslümanların temel insanî değerleriyle yeniden hayata geçirmemiz; Birinci Avrupa’nın (Amerika da dahil) yardım ve ittifak meylini celp edecektir. İkinci ve bozuk Avrupa’nın savaş açtığı AB’nin, bizimle ve dolayısıyla İslâm dünyasıyla ittifakı, dünyayı barışa yaklaştıracaktır.

Bu mücadeleyi önce iman temelinde başlatmalı Türkiye. Yani Kur’ân’dan hareketle neoliberalizmin fert hayatından geniş siyaset dairelerine kadar akıttığı zehirleri temizleyebilir. İleri teknolojiyle onların Türkiye’deki ileri karakolları hükmündeki yüzlerce okul ve üniversite ile, hakim oldukları sosyal medya vasıtasıyla felç ettikleri gençliği, ancak Kur’ân’ın zamanımızdaki en büyük tefsiri olan Risale-i Nurla tedavi edebiliriz.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Bütün mesele bu sırrı anlayabilmekte… Okuyamayanlar elbette anlayamazlar..

Yusuf Said için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*