1923-50 arası ve 1950 sonrası Bediüzzaman’ın tavrı

İstiklâl Mücadelesini yürüten Birinci Büyük Millet Meclisi, Nisan 1923’de seçim kararı alarak dağılmıştır. Yapılan seçimlerden sonra, Ağustos 1923’de İkinci Büyük Millet Meclis toplanmış ve artık, 1950 yılına kadar devam edecek olan Tek Parti tahakkümüne giden sürece girilmiştir. Bediüzzaman’ın siyasetten tamamen alâkasını kestiği bu dönemdeki tavrını, 1930’lu yılların başında ifâde ettiği ve o dönemdeki siyasî yapının karakterini de ortaya koyan aşağıdaki cümleler özetlemektedir:

“Siyâsete giren ya muvâfık olur veya muhâlif olur. Eğer muvâfık olsa, mâdem memur veya mebus değilim, o halde siyâsetçilik bana fuzûli ve mâlâyâni bir şeydir. Eğer muhâlif siyâsete girsem, ya fikirle veya kuvvetle karışacağım. Eğer fikirle olsa, bana ihtiyaç yok; çünkü mesâil tavazzuh etmiş, herkes benim gibi bilir. Beyhûde çene çalmak mânâsızdır. Eğer kuvvet ile ve hâdise çıkarmak ile muhâlefet etsem, husûlü meşkuk bir maksat için binler günaha girmek ihtimali var. Birinin yüzünden çoklar belâya düşer.”1

Yeni rejimin memuru veya mebusu olmanın dışında siyaset yapma imkânı kalmamıştır. Rejimin mâhiyeti de, fikren muhalefet etmeye lüzum bırakmayacak kadar hakkalyakîn bilinmektedir. Kuvvet ile muhalefet etmenin neticeleri ise Şeyh Said, İzmir suikastı ve Menemen hâdiselerinde görülmüştür. 1940’lı yılların sonlarına kadar devam edecek olan ve “Yeni Said” olarak isimlendirilen dönemin siyasî cihetten tarifi bundan ibârettir.

Bediüzzaman’ın; “Ahrar Fırkası yine otuz beş sene sonra dirildi, yine uyandı”2 dediği Demokrat Parti, 7 Ocak 1946’da kurulmuş ve çok partili siyasî hayata geçilmişti. O tarihlerde Emirdağ’da bulunan Bediüzzaman’ın lâhikalarında, yeni siyasî dönemdeki tavrının izleri de görülmeye başlanmıştı. Bunun ilk emâresini, Merhum Ceylan Çalışkan’ın Bediüzzaman’a hizmetten men edilmesi üzerine kaleme alınan mektupta görüyoruz. Ceylan Çalışkan’ın amcasının muhalefetteki Demokrat Partiye intisap etmesi üzerine bu muamelenin yapıldığı o mektupta ifâde edilmektedir.3  Bediüzzaman siyasete bakışında, Demokrat Parti dolayısıyla, ihtiyatlı ve tedrici yeni bir tavır geliştirilmektedir.

Yeni siyasî şartların, iktidardaki CHP’nin Bediüzzaman’a yönelik tavrı üzerinde de tesirleri ortaya çıkmaya başlamıştır: “Bu kışta bana verilen elîm sıkıntıların bir sebebi, Selâniklilerin istibdâd-ı mutlakları Serbest Fırkalarla kırmasına yardımım olmasın diye beni herkesten tecrit ettiler.”4 Aşağıya aldığımız diğer bir mektupta da istimâl edilen “Serbest Fırka” ibâresi ile Demokrat Parti’nin kastedildiği anlaşılmaktadır. Bu arada, “Selânikliler” tâbiri ayrıca üzerinde durulması îcab eden mühim bir hususa işaret etmektedir.

“Kahraman Burhan’ın Serbest Fırkasının reisine verdiği cevap güzeldir. Evet, Nurcular, siyâsetlerle alâkaları olmaz; yalnız îman hakikatleriyle bütün hayatları bağlıdır. Şimdiye kadar gizli komiteden, siyâseti dinsizliğe ve zındıkaya âlet edenler, istibdâd-ı mutlakla Nurcuları ezdiler. İnşaallah, bir sebep çıkar [HAŞİYE: Demokrat çıktı, bir derece kırdı.] o istibdâdı kıracak, mâsum ve mazlûm Nurcuları kurtaracak. Fakat çok dikkat ve ihtiyât lâzımdır.” Bu mektupta Demokrat Parti, yirmi yedi yıllık istibdadı kıracak bir unsur olarak ele alınmaktadır. Bununla beraber, Nur Talebelerinin siyaset karşısındaki esas çizgisi de aynı mektupta şu şekilde hatırlatılmaktadır:

Risâle-i Nur, dünyada her cereyanın fevkinde bulunması ve umumun malı olması cihetiyle, bir tarafa tâbi ve dâhil olmaz. Belki mütecâviz dinsizlere karşı haklı tarafa yardımcı olur ve dost olur ve ihtiyat kuvveti hükmünde onlara bir nokta-i istinâd olur. Fakat siyâset hesabına değil, belki Nur’ların intişârı ve maslahatı hesabına, bazı kardeşler, Nurlar nâmına değil, belki kendi şahısları nâmına girebilir.”5

Birinci Emirdağ hayatından son olarak müracaat edeceğimiz mektup, Bediüzzaman’ın o günlerdeki siyasî tavrını ve siyasetteki muktesit mesleği doğru anlayabilmemiz bakımından mühimdir:

“Bu sırada, dâhilde, o kadar dâhili-hâricî heyecanlı parti cereyanları varken ve bundan tam istifâde etmek için zemin hazırken, sırf siyâsete karışmamak ve ihlâsına zarar vermemek ve hükûmetin nazarını kendine celb etmemek ve dünya ile meşgul olmamak için, bütün arkadaşlarına yazıp ki, ‘Sakın cereyanlara kapılmayınız, siyâsete girmeyiniz, asayişe dokunmayınız’ dediği ve bu iki cereyan bu çekinmesinden ona zarar verdikleri, eskisi evhamından, yenisi ‘Bize yardım etmiyor’ diye ona çok sıkıntı verdikleri halde, ehl-i dünyanın dünyalarına hiç karışmayıp kendi âhiretiyle meşgul olan bir bîçâreye, onun ahiret meşguliyetine bu kadar ilişmek hangi kànun müsaade eder?”6

Mektupta isimleri zikredilmeksizin bahsedilen iki partiden, evhamlı olan “eski” partinin Halk Partisi, “Bize yardım etmiyor” diye sıkıntı verenin de Demokrat Parti olduğu mâlûmdur. Zira o tarihlerde faaliyette olan sadece bu iki parti bulunmaktadır. O dönemin diğer önemli bir siyasî aktörü olan Millet Partisi ise henüz kurulmamıştır. Millet Partisi daha sonra, Bediüzzaman’ın Afyon hapsinde bulunduğu tarihlerde, Temmuz 1948’de kurulacaktır.

Ara Değerlendirme

İlk İstanbul’da bulunduğu devrede Ahrar Fırkasını destekleyen Bediüzzaman, Ahrarların siyaset sahnesinde bulunmadığı ikinci ve üçüncü defaki İstanbul’a gelişlerinde, kendisi bizzat Ahrarları ihya etmeye teşebbüs etmediği gibi o günkü siyasî cereyanlara da iltifat etmemiştir. Onun yerine, hem siyasetin temel esaslarını hâvi eserlerini, hem de Risâle-i Nur’un çekirdeği ve fidanlığı hükmünde olan îmân hakikatlerini ders veren eserlerini te’lif ve neşretmiştir. Barla’ya nefyedilmesinden Afyon hapsine kadar olan devrede de Risâle-i Nur’un te’lifi neredeyse tamamlanmıştır. Birinci Emirdağ hayatının son döneminde Ahrarlar, Demokrat Parti olarak tekrar siyaset sahnesine çıkmışlardır. Siyaset âlemindeki bu yeni durum karşısında Bediüzzaman ümitli, ama ihtiyatlıdır. Afyon hapsinden (Ocak 1948-Eylül 1949) sonra, vefat ettiği tarihe kadar olan -Demokrat Parti iktidarı dönemindeki- siyasî çizgisi ise müstakil olarak ele alınmayı hak eden bir hususiyet arz etmektedir.

İkinci Emirdağ Lâhikası’nın başlarında, talebelerinin Leyle-i Mîrâcını tebrik ettiği, Bediüzzaman’ın dikkat çekici bir mektubu yer almaktadır. Mektubunda; “Bu havalide Mî’rac Gecesinden bir gün evvel ve bir gün sonra müstesnâ bir surette rahmetin yağması işarettir ki, bu vatanda bir umumî rahmet tecelli edecek, inşâallah” demektedir.7

Dikkat çekici olan, 1950 yılı Mî’rac Gecesinin, seçimlerin yapıldığı 14 Mayıs 1950 gününün akşamına tesadüf etmesidir. Ve mezkûr mektubunda Bediüzzaman, “siyaset dünyasında, zındıka cereyânını kıracak başka bir cereyanın tezahüre başladığını” ifade etmektedir. Bir-iki gün içinde de Demokrat Parti’nin seçimlerden zaferle çıktığı anlaşılacaktır.

Bediüzzaman’ın 1950 yılı seçimleri öncesindeki siyasî tavrını, seçimlerin akabinde Emirdağ Nur Talebeleri adına kaleme alınan bir mektupta yer alan; “Üstâdımız mânen ve maddeten Demokrat Parti’ye yardım için talebelerini hafifçe teşvik etmişti” ifadesi ortaya koymaktadır.8

İkinci Emirdağ mektupları arasında Merhum Eşref Edib’e yazılmış ve mâlûmat için Nur Talebelerine de gönderilen 25 Nisan 1952 tarihli bir mektup bulunmaktadır. Eşref Edib’in -daha dindar ve daha muhafazakâr olan-  bir siyasî partinin kuruluş çalışmalarının yapıldığını ve bu çalışmalara Nur Talebelerinin de iştirak edebileceğini yazması üzerine kaleme alınan ve başında; “Eşref Edib’in, Nurcuların siyasete karışmak ihtimalini söylemesine binâen yazılmış.. Berây-i malûmat size gönderildi” ifadelerinin yer aldığı mektupta9 şu hususlar hatırlatılmaktadır: “Nur Risâlelerinin ve Nurcuların siyâsetle alâkaları yok. Ve Risâle-i Nur, rızâ-i İlâhîden başka hiçbir şeye âlet edilmediğinden, mümkün olduğu kadar Risâle-i Nur’un mensupları, içtimâî ve siyasî cereyânlara karışmak istemiyorlar. Sebilürreşad, Doğu gibi mücâhitler… onları takdir ve tahsin edip onlarla dostuz ve kardeşiz, fakat siyâset noktasında değil…”10

Bediüzzaman’ın Demokratlara olan desteğinin tedricen artarak alenileştiği günlerde dahi, Nur Talebelerinin siyasetle alâkalarının olmadığının beyân edilmesi, “muktesit mesleğin” tatbiki bakımından önemlidir. Mektuptaki, farklı bir siyasî yola meyletmiş insanlara karşı kullanılan nâzikâne üslûp ve takınılan tavır da aynı mahiyetteki önemli bir diğer ölçüyü göstermektedir.

Siyasete dâir mektupların; teşvik, îkaz, tavsiye, irşad ve tavzih sadedinde giderek arttığı bu döneme ait ehemmiyetli bir diğer mektup, 1954 seçimleri öncesi kaleme alınan, “Kalbe İhtar Edilen İçtimâi Hayatımıza Âit Bir Hakikat” başlıklı olanıdır.11 Siyasî hayatımızdaki dört ana damarın/akımın tahlil edildiği bu mektupta, konumuz açısından önemli olan hususa mektubun sonundaki hâşiyelerde işaret edilmiştir. Bu hâşiyelerde yer alan; “Dindar Demokratlar, husûsan Adnan Menderes gibi zâtların hatırları için otuz beş seneden beri terk ettiğim siyasete bir-iki gün baktım” ifadesiyle, “Merkezlerden münasip gördüğünüz yerlere sû-i tesir yapmamak şartıyla gönderebilirsiniz” ifadeleri dikkat çekicidir. Siyaset dairesi ile ilgili tahlil ve izahların bir hayli arttığı o tarihlerde dahi, ihtiyat muhafaza edilmekte ve siyasetle alâkadarlığın muayyen bir seviyede tutulmasına itina gösterilmektedir.

1957 seçimlerine doğru CHP tekrar toparlanma sürecine girmiştir. Bu arada Millet Partisinde de (CMP)  hissedilir bir canlanma müşahede edilmektedir. Bu tarz hareketlenmelerin olduğu günlerde (Temmuz-1955), “Demokrat Nur Talebeleri” imzasıyla  Menderes’e hitâben bir mektup yazılır. Mektupta; “Otuz beş seneden beri siyaseti terk eden Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri, şimdi Kur’ân ve İslâmiyet ve vatan hesabına, bütün kuvvetiyle ve talebeleriyle, dersleriyle Demokrat Parti’nin iktidarda kalmasını muhafazaya çalıştığına, biz Demokrat Parti mensupları ve Nur Talebeleri kat’î kanaatimiz gelmiştir” denilmektedir.12

Esas olarak, Bediüzzaman’ın Demokrat Parti’yi destekleme sebebinin izah edildiği mezkûr mektupta, verilen bu desteğin, “bütün kuvvetiyle ve talebeleriyle, dersleriyle” şeklinde tarif edilmiş olması önemlidir.  Varşova Paktının kurulduğu (Mayıs-1955) günlerde kaleme alınmış olan bu mektupta, Halk Partisi ile “komünist kuvvetinin bu vatanda hâkimiyet kurması” arasında bir münâsebet kurulması da mânidardır. Siyaset dâiresi ile alâkadarlık derecesinin, dâhili ve hârici gelişmelerle mütenâsip olduğu anlaşılmaktadır.

Konumuzla ilgili son olarak, Bediüzzaman’ın “Umum Nur Talebelerine Vefatından Önce Vermiş Olduğu En Son Ders”e mürâcaât edeceğiz. “Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir.” cümlesiyle başlayan, vasiyet mâhiyetindeki bu mektupta; “Biz dünyaya bakmıyoruz. Baktığımız vakit de onlara yardımcı olarak çalışıyoruz” denilmektedir. Demokrat Parti’nin, Risâle-i Nur’un neşrine mâni olmayarak müsaâdekâr davranmasına ve Nur Talebeleri üzerindeki tazyiklerin azaldığına dikkat çekilen mektupta yer alan, “Ehl-i siyasete karışmadığımız gibi ehl-i siyaset de bizimle meşgul olmaya hiçbir hakları yok” ifadesine yer verilmiş olması, “muktesit mesleğin” mahiyetine bir kez daha işaret etmektedir. 13

Netice Olarak

Bediüzzaman’ın siyasetle olan münasebetinin yeknesak/tekdüze olmadığı görülmektedir. Siyasetle olan alâkası, tamamen ilgisiz kalmaktan, “bütün kuvvetiyle, talebeleriyle ve dersleriyle” destek olmaya varıncaya kadar muhtelif mertebelerde cereyân etmiştir. Siyasetle, gözü kapalı ve “lâyeş’ur” bir tarzda bir alâka kurmamış olup, bilâkis, içinde bulunduğu şartları dikkate alarak gayet muhàkemeli ve muvâzeneli bir tavır sergilemiştir.

ki belâgat, “Mukteza-yı hâle mutabık ve ilcaât-ı zamana muvafık” söz söylemeyi iktiza ediyorsa, benzer şekilde, “siyasetteki muktesit meslek” de, zamanın ilcaâtını ve hâlin muktezasını nazara alarak davranmayı zarurî kılmaktadır.

Bediüzzaman’ın bütün bu merhale ve süreçlerde sabit ve değişmeyen tavrı ise, siyaset âlemine taâlluk eden vazifelerinin, asıl vazifelerinden birincisi ve dâimi olan îman hakikatlerinin neşrine hiçbir suretle perde olmamasına âzâmî itina göstermiş olmasıdır. Siyâsî tercih ve tavrını başka mesleklerle iltibas edilmeyecek şekilde net bir tarzda ortaya koyarken, “umûmî ve cadde-i kübrâ” olan mesleğinin, toplumun tamamına muhatap olma hususiyetini zedelememeye de muvaffak olmuştur.

Dipnotlar:

1- 16. Mektub.
2- Beyânat ve Tenvirler.
3- Emirdağ Lâhikası-I, sh. 114, Yeni Asya Neşriyat, 2005.
4- a.g.e., sh. 134.
5- a.g.e., sh. 140.
6- a.g.e., sh. 244-245.
7- Emirdağ Lâhikası II., sh. 263, Yeni Asya Neşriyat, 2004.
8- a.g.e., sh. 269.
9- A. Kadir Badıllı, Mufassal Tarihçe, Cilt 3, sh. 1935, Nisan-1908.
10 – Emirdağ Lâhikası II., sh. 281.
11- a.g.e., sh. 388.
12- a.g.e., sh. 422.
13-  a.g.e., sh. 455.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*