1950 öncesi Türkiye’sini mi özlediniz?

Tamam, isteyen istediği yılda yaşamayı özleyebilir; ama bir başkasının da kendisi gibi düşünmesini—üstelik de—baskı kurarak sağlamaya çalışamaz. Türkiye’de hakim olan bir anlayış, herkesi kendisi gibi düşünmeye, yaşamaya ve davranmaya mecbur hissediyor. Farklı düşünceleri hazmedemeyen bu anlayış mensupları, görünüşte ‘ileri’ci, ama gerçekte ‘kökten gerici’ tarifine uyuyor.

Efendim, Mardin Artuklu Üniversitesi’nin bazı sivil toplum kuruluşları ile ortaklaşa düzenlediği “Münâzarât Sempozyumu: ‘Milliyet Fikri ve Kürt Meselesi’” konulu toplantının üniversite çatısı altında tertiplenmesi bazı çevreleri rahatsız etmiş. “İşte 2012 Türkiyesi” diye manşet olan haberde, “Cemaat lideri için ilk kez devlet çatısı altında toplantı düzenlediler. Erkekler ile kadınları ayrı yerlerde oturttular” diye yazılmış. (Sözcü, 8 Nisan 2012)

“İşte 2012 Türkiyesi” diyerek toplantının ‘devlet üniversitesi’nde yapılmasına itiraz edenler acaba “1950 öncesi yılları” mı özlediler? Toplantıda ne konuşulduğuna bakmayıp, kadınlarla erkeklerin ayrı ayrı yerlerde oturmuş olmasına itiraz edenler, elbette “2012 Türkiye’si”ni de anlayamazlar.

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, ortaya koyduğu fikirlerle bugün boğuştuğumuz pek çok probleme çareler sunmuş bir İslâm âlimidir. Dolayısıyla onun tesbitlerinin bir ‘devlet üniversitesi çatısı altında’ konuşulması ve tartışılması en tabiî hakkıdır. Yanlış olan, böyle toplantıların bu güne kadar hakkıyla yapılmamış olmasıdır. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu en ciddî problemlerden biri olan ‘ırkçılık’ anlayışına karşı, hangi reçete ile karşı koyacaksınız? Bediüzzaman’ın tesbitlerini kulak ardı ederek ‘Kürt sorunu’na nasıl çare bulacaksınız? Barış, kardeşlik, uhuvvet, samimiyet ve birlik isteyenler eğer bu taleplerinde samimî iseler, mutlak surette Said Nursî’nin eserlerine müracaat etmek durumundadır. “Tek partili yıllar”ı ya da “1950 öncesi”ni özleyenlerin karşı karşıya olduğumuz problemler için çözüm reçeteleri varsa onları dile getirsinler, dinleyelim. Yoksa hakikatlerin ifade edilmesinden rahatsız olmasınlar.

Türkiye ve dünya gerçeklerinden uzak olan bu düşünce sahipleri, böyle yaptıkça gerçeklerden daha da uzaklaşmış oluyorlar. ‘Devlet üniversiteleri’nde ya da başka mekânlarda yapılan sempozyumlarda kadınlar ve erkekler illâ ki aynı sırada, aynı salonda ve aynı masada mı oturmalıdır? Böyle bir şart yok ve olması da gerekmez. Aksine ayrı mekânlarda olması her iki tarafında daha rahat etmesine sebep olur.
“Karma eğitim” gibi “karma toplantılar” da mimsiz medeniyetin dayattığı bir uygulamadır. İnsanlar alışmış görünse de, gerçekte fıtrat bu dayatmayı kabul etmez. Dolayısıyla asıl maksat gerçekleri dile getirmek ve öğrenmek ise, ‘harem-selâmlık’ uygulamasına itiraz etmenin bir anlamı olmaz.

Bediüzzaman’la ilgili bir toplantının ‘devlet üniversitesi’nde tertiplenmiş olmasına itiraz edenler şunu da düşünsün: Siz görmek istemeseniz de Bediüzzaman’ın eserleri ve tesbitleri, pek çok dünya üniversitesinde araştırma konusu olmuş durumda. ‘Yabancı’ ülkelerin üniversitelerinde adına kürsüler kurulan, araştırmalar yapılan bir İslâm âlimi, niçin Türkiye’de de üniversitelerde konu edilmesin? Buna en lâyık olan Türkiye’deki üniversiteler değil mi? Yarın bir gün dünya üniversiteleri bu uzak durmanın da sebebini sormaz mı? Onlara nasıl bir cevap vermeyi düşünüyorsunuz?

Unutmayalım ki, “Akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı aklîye [aklî delillere] istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur’ân hükmedecek.” (Hutbe-i Şamiye, s. 33) Ve sizin korkularınızın, töhmetlerinizin ve karalamalarınızın beş para ehemmiyeti olmayacak. Milletimiz, sizin ürkütmeye çalıştığınız “2012 Türkiye’si”nden rahatsız değil. En iyisi siz de rahatsızlık duymayın…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*