II. Avrupa ve Arap Baharı…

Image
Şerrin dehasıyla atik davranıp hayır ve güzeli nasıl engellediğini hiç düşündünüz mü? Bediüzzaman Hazretleri, ahirzamandaki şerirlerin hareketlerini Peygamberimize dayanarak anlattığı 1. Şuâ adlı eserinin sonlarında “… ve o vasıta ile koca ordunun ve hükümetin teceddüd (yenilik) ve inkılâb (değişim) ve harb-i umumî inkılabından gelen şiddetli ihtiyacın şevkiyle işledikleri terakkiyatı şahsına isnad ettirerek şahsında pek acib ve harika bir iktidar olduğunu meddahlar tarafından işaa ettirir (duyurur)” diyor.

Osmanlı Meclisinin Ankara’ya nakliyle burada milletin reyleriyle oluşan ilk Meclis devam etseydi, demokraside insanlığa rehber olurduk diye düşünüyoruz. Dehanın şerre hizmet ettiği ikinci Meclisin oluşumu, yalnızca Türk milletinin değil, insanlığın hayırlı yolunu çeyrek asırdan fazla bir süre için kapattı. Buna benzer bir durumu Arap dünyası için de söyleyebiliriz. Amerika’nın yardımıyla bağımsızlıklarına kavuşan Kuzey Afrika ve Arabistan Yarımadasındaki Müslüman ülkeler; demokrasiye ve hakikî hürriyete yöneldiği günlerde, yolları “ikinci Avrupa’nın” desteklediği sözde cumhuriyetçi ve özde diktatör idarelerce kesilir. Cezayir, Libya, Tunus, Mısır, Yemen, Irak ve Suriye’de ihtilâl olmayıp krallıklar devam etseydi, İslâm dünyasındaki hürriyetler belki de Avrupa’yı geçecekti. Krallıklardan demokrasiye giden yolu, Avrupa cihan harbinden sonra isbat etmişti. Fas, Ürdün ve Kuveyt gibi krallıkla idare edilen ülkelerin Baas’ın pençesine veya sosyalizmin mengenesine düşen diğer kardeş ülkelerden ne kadar farklı olduğunu hepimiz biliyoruz. Avrupa kendi içinde Birinci ve İkinci Avrupalar halinde ayrışırlarken, Troçki-M. Kemal ittifakları, İslâm ülkelerinin payına; “dinsiz, sefih, ırkçı, sömürgeci ve barış karşıtı Avrupa’yı” düşürmüştü. Yani, Libya’da Kral İdris’i, Mısır’da Kral Faruk’u ve Irak’ta Melik Faysal’ı deviren askerler, ilham ve manevî kuvvetlerini yine asker kökenli Ankara’lı cumhuriyetçilerden almışlardı. İkinci Avrupalı politikacılarca yürürlüğe konulan bu dehşetli projenin önemli bir takipçisini merak edenler, Bediüzzaman’ın Emirdağ Lâhikası kitabının 277-278. sayfalarına bakabilirler.

İkinci Avrupa’nın kıt’a Avrupa ile sınırlı olmadığını biliyorsunuz. Hem Amerika ve hem de Avrupa’yı üs edinmiş bu barış karşıtlarının Lâtin Amerika’da yaptıkları tahribat, Ön Asya’daki tahribatlarından geri değildir. Fakat İslâmın dünya barışında çekirdek veya beşik olma potansiyeli son zamanlarda bu Avrupa’nın taarruzlarını daha çok BOP coğrafyasına yöneltmiş.

Bir ülkenin kırk küsûr sene boyunca yarı akıllı bir diktatörlükle idaresi; ne Kaddafi’nin, ne Mübarek’in, ne Bin Ali’nin, ne Hafız Esad’ın, ne Saddam ve Salih’in başarılarıdır. Onları ayakta tutan gücün, barış karşıtı İkinci Avrupa’ya ait olduğunu hiç kimse inkâr edemez. Değişen dünya şartları, globalleşme hareketini gelişen teknoloji ile kontrollerine almaları, sefahati kadın hareketiyle tahribatta kullanmaları ve mevcut diktatörlerin artık ekonomilerine kârlı olmamaları, Condolezze Rice’in tabiriyle değişime yöneltti. Bu trajikomik değişimin kaçınılmaz olup olmadığı meselelerinden ziyade, Müslümanların dinî geleneklerini, kültürlerini ve aile yapısını tahrip ederken onları fakr-u zarurete mahkûm eden söz konusu değişime bazılarımızın ahmakçasına alkış tutmaları, elbette dindarları üzmelidir.

Troçki’ci dinsiz oldukları halde kendilerine “yeni muhafazakârlar” namını veren resmî ihtilâlcilerle, daha çok Freud ve Lenin’i takip eden sivil ihtilâlcilerin “Arap Baharında” mühim rolleri olacaklarını Wikileaks belgeleri önceden haber vermişti. Sarkozy’nin Libya’yı bombalaması, Tahrir Meydanındaki Açık Toplum’cular ve Suriye’de hâlâ kaosu körükleyen turuncucu aktivistler Neocon’cu Wikileaks’i doğru çıkardı. Yani Arap Baharı II. Avrupa’nın kontrolünde ilerliyordu.

FELÂKETTEN SAADET ÇIKABİLİR

Doğrudur. Bediüzzaman’ın 1911 kışında, Şam-ı Şerif’te müjde verdiği “Arap Baharı”nın çiçeklerini birlikte müşahede etmiştik. Tıpkı Üstadımızın bir önceki senede Şark yaylalarında Osmanlı coğrafyası ile ilgili verdiği müjdeler gibi. Cihan harbinin bize musallat ettiği “komita diktatörlüğü” nasıl bizim ferecimizi yoldan yakalayıp geciktirmişse, Arap dünyasının baharı da tam üç defa haramilerce yolda alıkonuldu. Biz, Arap baharı olarak eski bolşeviklerce alkışlanan “isyan ve kalkışmalardan” Müslümanların insiyatif sahibi olmadıklarını iddia ediyoruz. Zira, BOP ile projelendirilen coğrafyanın dört bir yandan akan kanları gül ve dağ lâlesi ile karıştıranlara, Bediüzzaman’ın Türkiye’deki müstebitlerle 28 sene boyunca yaptığı mücadeleyi örnek veriyoruz. İdarelerle itiş-kakışa girmeden ve bir tek talebesinin burnunu kanattırmadan 1950’nin Mayıs’ına gelen bir Bediüzzaman; İslâm coğrafyasının da Bediüzzaman’ıdır.

Felâketten saadetler çıkmıştır. Risâle-i Nur’un onlarca yerinde buna misaller vardır. Çanakkale ve Balkanlardaki kayıplarımızı, beşyüz bin evliya ile yorumlayan Bediüzzaman, Cihan Harbinde dört sene bilâ inkıta savaşan milletimize, Rabbimizin namaz kıldırdığını, zekât verdirdiğini, hacc yaptırdığını, oruç tutturduğunu ve Kelime-i Şehadetle velâyete yükseldiğini müjdeliyor. Fakat felâketi saadet olarak tanımlamıyor. Felâketin kapısını açtığı “saadeti” gösteriyor. Zalimleri alkışlamıyor.

Küresel dinsizlerin neoconlarla kullandıkları sert güç ile neoliberaller kullandıkları yumuşak gücün İslâm âlemindeki ittifakını, mevcut iktidara yakın durma belâsıyla görmemezlikten gelmek, sayıları yaklaşık otuz bini bulan şehit ve mazlûmlara büyük bir zulümdür.

Haksız yere bir insanı öldürmenin vebalini yalnızca katiller yüklenmeyeceklerdir. O ortamı hazırlayanlarla birlikte bir masumun hakkını topluma feda ettirmeyen, İslâmı bildikleri halde Arap Baharı’nı bayraklaştıranlar da sorumludurlar kanaatindeyim.

NETİCE

‘Ferec’in gelmekte olduğunu gören ahir zaman dinsizleri, hile ve nifaklarla bu gelişi durdurmaya çalışırlarken, bizim sloganlarımızı, formalarımızı ve hatta adamlarımızı kullanabilirler. Âlem-i İslâma gösteremezsek, hakikî vazifemizi yapmamış oluruz. Risâle-i Nur Talebeleri, mücedditten ders alırlar. Hadiseleri arkadan takip etmezler. Zaman, hadiseler ve ümmet vakt-i merhunu geldikte, kâinat kitabını Kur’ân-ı Azimüşşanla birlikte mütalâa eden o talebeleri tasdik eder, durur.

Image

Benzer konuda makaleler:

2 Yorum

  1. Seytan Ademogullari (bütün insanlar) icin apacik bir düsmandir bu kaide/KANUN kiyamete kadar ZERRE KADAR degismeyecek. Seytanin iltifatlarina övmelerine kesinlikle güvenilmez. Kendini seytanin misyonuna adayip hizbüsseytan olmus insanlar icin de durum degismiyor. Onlara (II AVRUPAYA) güvenen övmelerine aferinlerine inanan cok aldanir. Bilakis onlar aferin dedikce düsüncelere dalmak gerekir. Nerelerde hata yapiyoruz ki düsmanimiz (II.AVRUPA) bizi övüyor!

  2. Allah razı olsun. risale i nurdan konuşan kaynağı risale nur olan siz abimizden ALLAH Razı olsun. 2009 da risaleler tanıştım. Ama sizin 2000 yılından bu yana yazdığınız makalleleriniz çoğunu okudum. hiç bi zaman kırık bi çizginiz yok. 2000 yılında ne söğlemiş seniz şimdide onu söğlüyorsunuz. Bu da sadece risale i nur kaynaklı olduğunuzu gösteriyor. İnşallah dualarınızla bizde sizler gibi olalım. Allah üstadımızdan, risale i nurdan, ve siz abilirimizin kırıksız çizgisinden bizi de nasipdar kılsın. salemınaleyküm

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*