22 Temmuz´un ardından

Image

Bir kısım okuyucularımız, bizden 22 Temmuz seçimleriyle alâkalı bir tahlil istediler. Söz konusu tahlile geçmeden önce, bir tesbitte bulunmak istiyoruz. Siyasetimizi millî irade mi belirliyor, yoksa başka faktörler mi?

Üstadımız, ilk siyasî partiler halkın önüne çıktığı zamanda “…İstanbul siyaseti İspanyol hastalığı gibi bir hastalıktır. Fikri hezeyanlaştırır. Biz müteharrik-i bizzat (kendimizden hareketli) değiliz, bilvasıta müteharrikiz. Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. O tenvim ile telkin eder, biz kendimizden hayal edip asammâne (sağırcasına) tahribimizde eser-i telkini (bize telkin edileni) icrâ ederiz.” (Sünuhat, s. 64) şeklinde bir tesbitte bulunuyor. Yani günümüz iktidarlarını, siyasî ve politik tartışmalarımızı dış faktörler belirliyor. Hal böyle olunca, bu belirleyici dış unsurları tahlil etmeden Türkiye siyasetini anlamak mümkün değildir. Bunu başarmanın da, yine Bediüzzaman’ın; Avrupa tahlilleri, içtimâî dersleri, sosyal hadiseleri izah eden mektupları ve mahkemelerdeki müdafaalarını anlamakla mümkün olabileceğine inanıyoruz.

 

Şu geçen seçim öncesinde Nur Talebeleri, Külliyat’taki siyasî ve içtimâî prensipler çerçevesinde Demokratları desteklerken, o­nların iktidar olmaları, barajın üstünde veya altında kalmaları gibi bir hesabın içine girmediler. Bir dâne-i hakikatin bin batman yalanı yakacağını bilerek gazetelerinde, Demokratları destekleme sebeplerini uzun uzadıya izah ettiler.

 

Onların istişârî kararına itiraz edenlerin Risâle-i Nur’dan bir delil getirememeleri, o­nların başta his, menfaat ve yersiz şefkatle hareket ettiklerini gösterdi. Üstadımızın, vatan, millet ve Kur’ân namına desteklediği Demokratlara karşılık, eski ANAP’ın değişik bir versiyonunu andıran AKP’nin milletin aslî isteklerine duyarsız kalması ve dinî cemaatleri dışlaması da; iyi niyetli bazı Müslümanların, arzuları ile hakikati ne kadar karıştırdıklarını gösterdi.

 

Üfleyerek siyasetimize yön veren, tenvim ile bizi uyutan; sihir, hipnotizma ve buna benzer âletlerle efkâr-ı âmmeyi teshir eden Batıdaki şer odaklarının bize tatbik ettiği oyun ve metodları incelemeden, neticesi millete gayet zararlı görünen şu kaos hakkında konuşmak hakikaten yanlış olur.

 

Din namına meydana çıkmış dünkü siyasetçilerin vitrine yerleştirilerek âlem-i İslâmı dinden, ahlâktan ve maddî terakkîden uzaklaştırmanın global düzeyde tatbik edildiği bir dönemi yaşıyoruz. Üstadımızın 29. Mektub’un Altıncı Meselesi’nde izah ettiği şekilde, âhirzaman fitnelerinin, siyasetleri dizayn ettiğini nazara almak zorundayız. Yani 12 Eylül’le başlayan ve 28 Şubat’la şiddet kazanan bir fitneyle Müslümanları bazen makam-mevki, bazen menfaat, bazen korku, bazen milliyetçilik ve ırkçılıkla ve bazen de enaniyetleri okşayarak ve dünya hayatını lezzetle yaşamayı ön plana çıkararak Müslümanların imanlarını kevgire çevirdiler. Takva ve ibadet yollarını kapayıp, şevklerini kırdılar. Dindarların aralarına yukarıdaki desiselere dayalı olarak öyle bir tefrika attılar ki; Allah’a ve ahirete ait meselelerde Müslümanlar aynı karede görünmekten kaçındılar. Günümüzdeki zillet manzaraları, dünden bu yana zındıkanın, süfyaniyetin ve ehl-i ilhadın, materyalist Avrupalıların yardımlarıyla yaptıklarının neticesidir. Dindarların kamusal hayatta her gün yeni bir siper kaybettikleri günümüzde; haram, muzır, sünnete karşıt hayatlar ve bid’a, sanki eski mânâlarını kaybediyorlar gibi… Türkiye’nin ittihad-ı İslâmla olan bağlarının şer odaklarınca param parça edildiği zamanımızda, yeni kızıl dinsizlik hareketi, fuhuş, zina, faiz, rüşvet, kayırma, yalan yere şahit ve yemin, hulfülvaad ve zulüm gibi en şenî fiiller, normalleştirilmeye çalışılıyor. Bu arada sefih hayatı damardan şırınga edenlere itiraz edenlerin, İslâmcı elitçe küçümsendiği, marjinal addedilerek istihzâ edildiği dehşetli zamanları yaşıyoruz. Bütün bunların, AKP iktidarının memuru, belediyesi, medyası, eğitimcisi ve siyasetçisi tarafından tatbik edildiğine itiraz edenleri tekzip edecek binlerce delil mevcut. Birileri, bu sürecin dünden başladığını, AKP ile devam ettiğini ve başka partilerce de engellenemeyeceğini iddiâ edebilirler. Nur Talebeleri particilik tarafgirliğinden Allah’a sığınırlar. Bediüzzaman Hazretlerinin Kur’ân’dan muktebes siyâsî ve içtimâî hayatımızla alâkalı prensiplerini esas aldığımızda, hürriyetin istibdada, hakikatin hayâle, cesaretin korkuya, adaletin zulme, iffetin fuhşa ve yalanın hakikatte galip geldiğini çok görmüşüz.

 

AKP’ye rey veren dindarlardaki şu hal de ürkütücü: Tesettür yasağı, şeâir karşıtlığı, müstehcenlik, hak ve hürriyetlerdeki kısıtlamaların kanıksanması… Yani bir nevî esaret veya modern kölelik… Vitrindeki dindar artistlerin kimlikleri altında bir milletin millî kimliği kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya… Cehaletle malul insanlarımızın damarlarına yapılan hipnotik ameliyatla refleks sinirleri törpüleniyor ve tepki merkezleri târ ü mâr ediliyor. Bunun, hangi şer odaklarınca yapıldığını yavaş yavaş öğreneceğiz. Mülk Sûresi’ndeki âyetin mânâsınca globalleşen dünyada, Türkiye siyasetini dünya cereyanlarından bağımsızca analiz etmek, elbette mümkün değil. Ukrayna, Gürcistan ve Kırgızistan’ı kızıla boyayan ihtilâlin Türkiye versiyonuna “milletin zaferi” gözüyle bakanları, zaman bugünden tokatlamaya başladı. Halihazırdaki meclisten, milletin hayrına icraatlar beklemek niyet olarak hoş olsa da, sebeplere pek muvafık görünmüyor. Soros’un direktifiyle elliye yakın kadını, bilhassa muhafazakâr şehirlerden meclise taşıyan siyasetçilerimizin kimin adına oynadıkları çok yakında ortaya çıkacaktır.

Vatan, millet ve Kur’ân adına bir partiyi, yani hürriyetçi, İslâm âlemine yüzü dönük ve kanun hâkimiyetini esas alan bir partiyi destekleyen Üstadımızın ismini bu oyuncularla lekedâr edenleri teşrih etmeye devam edeceğiz inşallah.

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*