23 Nisan kutlamalarıyla üzerleri kapatılan hakikatler

Türkiye’de bulunup da söz konusu müsamereleri yaşamayan çocuk az bulunur.
Bu tarihte, anaokulundaki yavruya kadar birileri bizi millet olarak sahneye çıkarır. Sahnede çocukluğumuzda dedemizi ve ecdadımızı tezyif eden konuşmalar ezberlemişizdir. Vatanına ihanet etmiş padişahlara bağırıp çağırmışızdır. Bin senelik Arap hegemonyasından kurtuluşumuzu kutlarken, eğri büğrü harflerden “Latin alfabesine” geçişimizi kutlamışızdır. Lâkin bütün bunları “tek adama” borçlu olarak yaşamışızdır. Şu söz konusu maskaralıkları, Osmanlı hayranı AKP ile tarihe kaldırıldığını sanmıştım. Yanılmışım. Yeğenimin çocuğunun 23 Nisan faaliyetini ihtiva eden filmini seyredince, yıllar sonra yine kahroldum.

Şu yazıda; kendisini hem halka ve hem de dünyaya kuvvetli ve muktedir gösteren hükümetimizin ve bilhassa reisimizin bizi dünya kamuoyunda düşürdüğü sıkıntılardan bahsetmeyeceğim. Yalnızca tam yüzüncü sene-i devriyesini kutladığımız meclis açılışının ardı sıra hâlâ hakaret ve iftiralardan oluşan tiyatrolarla, milletimizden neyin kaçırıldığı hususu üzerinden durmak istiyorum. Korona korkusundan millet olarak yalnızca pencere ve balkonlardan alkışladığımız 23 Nisan’ın; ne cumhuriyetin, ne demokrasinin, ne modernleşmenin ve ne de Avrupalılaşmanın bir tek karesiyle ilgili olmadığını ve tam doksan senedir uydurduğumuz yalanlarla halkı aldatmadan ibaret olduğunu bir daha vurgulamak istiyoruz.

Zira tarihi ile ilgili olmayan insanlarımız; milletimizin ilk olarak 1876’da bir anayasa etrafında birleşerek cumhuriyet ve demokrasiye adım attıklarını bilemezler. Siyasal İslâmcılarla, ırkçı Atatürkçü Kemalistlerin, İttihad-Terakki’deki demokratlara ve sonra Menderes ile Demirel çizgilerine olan adavetlerinin asıl sebebinin demokrasi olduğunu da halkımızdan gizlemeye çalışıyoruz. Dindar kimliğinden dolayı ırkçılarla Kemalistlerin “kızıl sultan” olarak niteledikleri Abdülhamid’e bugün sabretmelerinin sebebi de demokrasi karşıtlığı olarak izah edilebilir.

Halkımız, yeni cumhuriyet hükümeti zamanında bile 23 Temmuz’un hürriyet ve demokrasi bayramı olarak kutlandığını nereden bilsin ki… Eski Sovyetlerde olduğu gibi bizde de tarih belli kişilerle başlatılıyor. 1920’de Ankara’da toplanan meclisin, Osmanlı Meclis-i Mebusan’ın devamı olduğunu da çocuklarımız bilmiyorlar. Şu 23 Nisan tiyatroları olmasaydı, gençlerimiz 23 Temmuz 1908 ile ikinci defa faaliyete geçen demokrasimizin; 1923’de ta 1950’ye devam edecek yirmi yedi senelik tek parti istibdadından ne kadar ileri olduğunu elbette öğreneceklerdi. 12 Eylül 1980’de Kemalistlerin müdahale ile durdurdukları süreci, 2002’den sonra Atatürkçü çizgi Neocon ittifakıyla AKP’ye ihalesini anlatmamızı da, maalesef “dindarlık kimliği” engelliyor. Her türlü değeri ve mukaddesatı siyasetlerinde kullananların, tarihi tarihçilerin gözlerinin içine baka baka istismar etmeleri de, bütün icraatlarında demokrasi karşıtı güçlerle müttefik olduklarının delili olmalı.

Burada, Kemalist ve Atatürkçülerin ikiyüzlülükleri önem itibari ile dikkati çekiyor: AKP’nin Osmanlıyı istismarına ses çıkarmıyorlar. Devletin imkânlarıyla, Tayyip Bey’in pozisyonuna kuvvet veren Abdülhamid dizisini de sineye çektiler. Yine AKP’nin Mustafa Kemal’in arkadaşları olan bazı İttihadçıları karalamalarına da sessiz kaldılar… Ve millete rüşvet niyetiyle devlet eliyle yapılmış camilere ve imam hatiplere fazla itiraz etmediler. Gerçi bu ikiyüzlülük, onları güçten düşürmedi değil. Fakat bir milletin tarihini, mukaddesatını, değer ve kültürlerini; en çok sahip çıktıklarını iddia eden kadrolarca böyle çürümeye bırakılması, yalnızca bizde vaki olan bir hadisedir.

AKP hükümeti hem dışardan ve hem de içerden kumandalı olmasaydı; tarihin şu musîbetzede milletin omuzlarına yıktığı yükleri her halükârda kaldırırdı:

– Demokrasiyi kökleriyle buluşturarak, bizi Avrupalıları bile kıskandıracak bir seviyeye getirebilirlerdi. Zira temeller ve kökler bunu gerektiriyordu.

– İngiltere’nin Yahudiler aracılığıyla bizi Hıristiyan Avrupa ve Amerika karşısında maznun duruma düşüren Ermeni meselesinin iç yüzünü ortaya koyar ve barışı sağlayabilirdi.

– Yine ikinci Avrupa ile Kemalistlerin Kürtlere yaptıkları zulümden dolayı devlet olarak özür dileyip “millî birliği” temin edebilirdi.

– Necon-Neoliberal ittifakının bilhassa 1980’den bu yana Doğu ve Güney vilayetlerimizde yaktığı fitne ateşini, AB ile anlaşarak söndürebilirdi.

– Dindar olduklarından; sebep olacakları “doğru demokrasi” ile İslâm dünyasındaki iç savaşları bitirerek onları diktatörlerden kurtarabilirdi.

– Osmanlı’nın torunlarına, biricik mirası ve vasiyeti Ayasofya’yı açabilirdi.

– Ve yine AB ile müşterek çalışarak Anadolu’yu mazisinde olduğu üzere tekrar medeniyetler beşiği yapabilirdi.

Evet, AKP dışardan ve içerden kumandalı olmasaydı, bütün bunları yapabilirdi. Ve biz de hâlâ 23 Nisan tiyatrolarıyla uğraştırılıyor olmazdık.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*