28 Şubat nasıl biter?

Aslında 28 Şubat, rahmetli Aydın Menderes’in “27 Mayıs’tan beri devam ediyor” dediği “ara rejim”in yeni bir aşaması.

Millet iradesinin anayasa ile kayıt ve zincirler altına alındığı bu ara rejim, 12 Mart ve 12 Eylül müdahalelerini de üretti, 28 Şubat sürecini de.
27 Mayıs olmasaydı, diğer darbeler de olmazdı. Zincirleme darbelerin önünü 27 Mayıs açtı.

27 Mayıs’ın ürünü olan 1961 Anayasası, resmî ideoloji üzerine bina edilen bir devlet yapısı oluştururken, toplumu da bu yapıya uydurmakta ısrarlı bir yaklaşımın ürünü olarak hazırlandı.

Önce “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” denilip, hemen ardından “Millet bu hakimiyetini yetkili organlar eliyle kullanır” kaydının konulması, halka duyulan güvensizliğin ifadesiydi.

“Yetkili organlar” denilen organ ve kurumlara bu yetkiyi millet değil, darbeciler vermişti ve millete sorulmadan, ona ait olan hakimiyeti onun adına kullanma garabeti söz konusuydu.

Halka güvenmiyorlardı, çünkü onların nazarında halk cahildi ve kendisiyle ilgili kararları dahi onun adına verecek bir vasîye ihtiyacı vardı.

Ve bu vesayet düzeni, darbeci iradenin yetkili kıldığı organlara bina edilen sistemle kuruldu.
Millete ve onun seçtiklerine güvensizlik temeline oturtulan bu sistem, demokrasinin sağlıklı ve istikrarlı bir şekilde işlemesini hep engelledi. Zira kendilerini sistemin ve ülkenin sahibi olarak görüp millete tepeden bakanlar, halkın seçtiklerini de hiçbir zaman beğenmediler.

Bu durum devletin işleyişinde sürekli bir uyumsuzluk kaynağı olurken, demokrasiyi kesintiye uğratan darbelerin gerekçesini oluşturdu.

İşin bir diğer boyutu, darbeci zihniyetin, yeni darbeleri, esas itibarıyla kendi ürettiği kriz ve sorunları bahane edip bunların sorumluluğunu da seçilmişlere yükleyerek gerçekleştirmesiydi.

27 Mayıs’ın, seçilmiş Meclise ve onun görevlendirdiği hükümete çok fazla bir hareket alanı bırakmayıp, tam tersine fren mekanizmalarıyla bu kurumları cendereye alan bir sistem kurmuş olması, bunları iş yapamaz hale getirdi. Bu da “yönetemeyen demokrasi” sonucunu doğurdu.

Bir tarafta eli kolu bağlanan seçilmişler, diğer tarafta davulu onların boynuna asarak tokmağı diledikleri gibi vuran statüko muhafızları…

Ama bu durumun yol açtığı olumsuzluk ve tıkanıklıkların faturası hep demokrasiye çıkarıldı.

Oysa demokratik süreç peş peşe yapılan müdahalelerle kesintiye uğratılmayıp, demokrasinin sağlıklı şekilde oturmasına ve gelişmesine izin verilseydi, sorunlar daha kolay çözülürdü.

Ama ne yazık ki, 2012 Türkiye’sinde hâlâ 27 Mayıs’ın kurduğu ve 12 Eylül’ün tahkim edip pekiştirdiği bir ara rejim düzeninde yaşıyoruz.

Haddizatında, bu ara rejimin, tepeden inme bir darbe yöntemiyle ilân edilip, tek parti diktası—Said Nursî’nin tabiriyle istibdad-ı mutlak—şeklinde uygulanan cumhuriyetin başından bu yana devam ettiğini söylemek dahi mümkün.

Evet, 1950’de çok partili sisteme geçildi, ama devletin bürokratik yapısını şekillendiren resmî ideolojinin hakimiyeti tam olarak kırılamadı.

Toplum bünyesinde ve millet-devlet ilişkilerinde yol açtığı tahribatın bir kısmı onarıldı; bilhassa din, vicdan ve ifade hürriyeti üzerindeki baskılar önemli ölçüde hafifletildi; ezan aslî şekline çevrilip minareler ve gönüller şenlendirildi ise de, bu olumlu süreç 27 Mayıs’ta baltalandı.

Gerek 27 Mayıs, gerekse onu takip eden darbeler “Atatürk ilke ve devrimleri elden gidiyor” gerekçesiyle, resmî ideolojiyi koruma adına gerçekleştirildi. Ve gelinen noktada bakıyoruz; bu derin ve kronik problem hâlâ çözülebilmiş değil.

Çözülmesi için, bu ilke ve devrimleri körü körüne sahiplenip savunmak yerine bilhassa içerikleri, uygulanma yöntemleri ve doğurdukları sonuçlar itibarıyla, bilim, sosyal gerçekler ve çağın gerekleri ışığında, ortak akılla ve objektif bir yaklaşımla masaya yatırıp mercek altına alarak enine boyuna irdelemek ve halka mal olmayıp kriz kaynağı oluşturanlarını tasfiye etmek şart.

Bu yapılmadan ne 28 Şubat biter, ne 12 Eylül, ne de 27 Mayıs darbesiyle oluşturulan ara rejim.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*