28 şubatlar sürmez, sürdürülür!

Türkiye hâla “kurulduğu biçimde” yönetilmek isteniyor.

Kuruluşunda ise “devrimler” vardır.

Kurtuluş Savaşı sonrası “kurtuluşumuz”; başa geçen kadrolarca, başka kurtuluşlara (!) ustaca alet edildi. Yavaş yavaş, kademe kademe, usul usul!.

Kurtuluş mirasına “kurtarıcı” kimliğiyle konanlar ve kondurulanlar, bu kartlarını devrimlerde de iyi kullandılar!

Ve, büyük kurtarıcıdan ilhamla “kurtarıcılık” geleneği  sürüp gitti!

İhtilaller, darbeler, muhtıralar ya da 28 Şubat gibi balans ayarları.. (!)

İşte 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997’lerdeki gibi bilumum ihtilal, muhtıra, darbe ve benzerleri hep bu kurtarıcılık geleneğinden gelir.

Cephelerdeki kahramanca kazanımlar, Sevr ve Lozan barış görüşmelerinde layıkıyla korunamadığı gibi; dinimiz, tarihimiz ve geleneklerimiz pazarlık konusu yapıldı.

Zira bu görüşmelerde, “Bu Kur’an Müslümanların elinde bulundukça, biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’anı onların elinden kaldırmalıyız, yahut Müslümanları Kur’an’dan soğutmalıyız” görüşünde olanlar devredeydi , hem de galipler arasında..

Bir zaman geldi ki, dansa ve baloya itibar gösterenler, Kurtuluş Savaşı’nın Nene Hatunlarını, yamalılarını, çarıklı ve çarşaflılarını unutuverdiler!..

Ve..Tek parti! Tek adam!..

Bediüzzaman da tek başına meydana çıktı.. Kur’an namına, Kur’an nurlarıyla!..

Elinde nur vardı, siyaset topuzu değil!

***

Bizim asker, iyi asker, yürekli kahraman asker!

Uygun adımlar attırarak meydanları inletirler de, lakin “kurtarıcılık” adına kafa yormaları, attıkları uygun adımlar kadar sağlıklı olmuyor!

28 Şubat sürecinin bin yıl süreceğini söyleyen emekli ve emektar askerimiz; sivil destekçilere ve yasal düzünlemelere güvenerek böyle bir kehanette bulunmuştu.

Halbuki böyle dayatmacı tedbirler, kendi seyrinde, normal mecrasında sürüp gitmez.  Süreci destekleyen yeni versiyonlarla sürdürülür!

Bir yandan da, siyaset topuzuyla meydana çıkanlar, bu noktada Bediüzzaman’a muhalefet edenler, dini siyaset malzemesi yapanlar, dinde mutaassıb ama, aklî muhakemesi zayıf bazı insanlar da (Ticani meselesi veya Aczimendilik’de olduğu gibi), böyle süreçlerin değirmenlerine su taşırlar, darbeci zihniyete malzeme olurlar..

Halbuki siyasette Bediüzzaman’ın desteğini alan kadrolar zamanında yapacaklarını yapmışlar, bedelini de ödemişler, Ezan-ı Muhammedî’yi aslına çevirerek, “İslâm Kahramanı” ünvanını da almışlardı.

Böylece din, vatan ve millet namına siyaseten atılacak adımların yolunu da açmışlardı. Daha sonra din namına meydana çıkanlar; niyetlerinde ve dine hizmette samimiyet göstergesi olarak, açılan o yolun izini sürmeleri ve demokrat misyona destek olmaları gerekirdi. Ama öyle yapmadılar. Açılan bu yolu tahrip edercesine, gözlerini büyük mevkilere diktiler, başa geçme sevdasına kapıldılar. Bilerek veya bilmeyerek darbelere zemin hazırladılar.

***

Kantarın topuzu, ipin ucu kaçırıldı mı bir defa, uğraş artık uğraşabildiğin kadar. Çamura batan bir merkebin çabalaması gibi, çabaladıkça batar.

Temizleme operasyonları “pis”, aydınlatma gayretleri “sis” olur. Sonra da, “bırak olduğu gibi kalsın” diyesi gelir insanın. Elbette ki, bu da çare değil ama, çare adına başvurulanlar çare olsaydı bari..

Bugün Türkiye’yi kurtarmak adına kurulan kuruluşları, yasalar adına yapılan “yasadışı” yapılanmaları belirlemek adına bir çalışma yapacak olursanız, bu hususta Türkiye’nin rekorlar kitabına girmeye hak kazandığını görürsünüz. Görürsünüz de, bunun için yine bir organizasyona, bir çalışma grubuna ihtiyaç duyarsınız ki, aman ha bırakın öyle kalsın!

Yoksa JİTEM’e karşı SİTEM, BÇG’ye karşı DÇG, vesaire vesaire.. Böylece sürüp gider!

Ama biz yine de Darbeleri Araştırma Komisyonu’na ve Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na başarılar dileyelim!

Aslında herkes ve her kesim üzerine düşeni dürüstlükle yaparsa, işler yoluna girer de, bu da herkesin işine gelmiyor işte.

Demek ki, her işin içinde başka işler de var. Belli bir kesimin bildiği, ama herkesin bilmediği işler!.

Dolmabahçe’deki Büyükanıt -Başbakan görüşmesinin içeriği, kendileriyle birlikte mezara gitmeliymiş. Zira sayın Başbakan öyle buyurdu. Mezarın arkasında, her şey gibi o da açığa çıkacak ama, dünyada kalanların işine yaramayacak!

***

İşlere ve gelişmelere “kılıf” uydurmada cihanda üstümüze yok!

Ülkedeki mevcut gidişatın adını “işi yokuşa sürme” koyarsanız, biraz hafif kalır. Bugünkü çırpınış ve bocalamalar, “suyu tersine akıtma” gayretlerinin vahim neticeleridir!

Bu gidişattan kurtulmak, her şeyden evvel, suyun doğru istikamette, uygun mecrasında akmasını sağlamamkla olur. Bu da köklü ve demokrat bir anayasa ile mümkündür. Sonra da atılacak adımlar atılır. İster uygun adım, ister serbest adım.. İster hızlı, ister yavaş!..

Bir yerde, akan şelale ile aşağıya düşen balıkların tekrar yukarıya tırmanma çabalarını ve o çabaların ne kadar beyhude olduğunu ibretle seyretmiştim de, şimdi ülkede çözüm adına atılan bazı adımlara baktıkça, hep o şelaleyi ve o balıkları hatırlarım.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*