28 Şubat ve Demirel

Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonunun, 27 Mayıs’ı bürokrat olarak yaşamış; 12 Mart ve 12 Eylül’e bizzat başbakan sıfatıyla muhatap olup bu iki darbeyle devrilmiş ve 28 Şubat’ta cumhurbaşkanı sıfatıyla hâlâ tartışılan çok farklı bir tavır ortaya koymuş olan Demirel’le yaptığı görüşme gündemde.

Aylar süren ağır bir rahatsızlığı atlattıktan sonra komisyon üyelerini misafir eden Demirel dört saate yakın konuşup soruları cevaplamış.

Ama bu dört saat yetmemiş ve yeniden bir araya gelmek üzere görüşmeyi sona erdirmişler.

Basındaki haberlere bakıldığında, Demirel’in darbelerle ilgili olarak söylediklerinde yeni birşeyin olmadığı görülüyor. Zaten kendisi de görüşme öncesi “Yıllardır her zeminde söyleyegeldiğim şeyleri tekrar edeceğim” demiş, sır olarak kalması gerektiğini düşürdüğü hususların ise yine kendisinde mahfuz kalacağını söylemişti.

Demirel’in 28 Şubat’a yaklaşımında da bir değişiklik yok. “Darbe değildi ve yasaldı; kararlarda dindarları incitecek hiçbir şey yoktu” diyor.
28 Şubat sürecini başlatan MGK toplantısına devrin hükümetini temsilen katılan isimlerden, İçişleri Bakanı Meral Akşener’in o günkü kararlar için söyledikleri de Demirel’den farklı değil.

Ne var ki Akşener, sonraki gelişme, tavır ve yaklaşımları kararlardan ayrı tutup eleştirmişti:
“28 Şubat MGK’sındaki 18 maddeyi imzaladım ve zorlanarak da imzalamış değilim. Ancak daha sonra irticanın tanımı ve mücadele metodları konusunda problemler yaşadık. Dinî hassasiyeti olan herkesi aynı kategoride görmek gibi.”

Ve Akşener işin renginin değişmesiyle ortaya çıkan duruma tepkisini “Aldatıldım” sözüyle dile getirmiş; “Meğer asıl hedef Refahyol’u yıkmakmış” demiş; ancak Refahyol’u devirmenin ötesinde, irtica ile mücadele adına, “dinî hassasiyeti olan herkesi mürteci sayan” bir anlayışın ağır bastığını vurgulamıştı (Akşam, 22.2.04).

Demirel, 28 Şubat MGK’sından iki gün sonra Yeni Asya’yı arayıp, kurul kararlarını “Şirazeden çıkmış işler var, bunları hizaya koyun” mânâsında anlamak gerektiğini söylemişti (2.3.97).

Ama sonra işin seyri değişti. Dinî alanda “şirazesinden çıkmış işleri rayına sokma” gerekçesiyle imza konulan 28 Şubat kararlarının başlattığı sürecin bizatihî kendisi şirazeden çıktı. Akşener’in dediği gibi, irticanın tanımı ve mücadele metodları bahsinde ortaya çıkan farklılıklar mâlûm yaklaşımın öne çıkmasıyla sonuçlandı.

Başörtüsü konusunda yaşanan süreç, bu noktada ilginç. Çok iyi hatırlıyoruz, bizim de katıldığımız bir yurt dışı gezisi dönüşünde Demirel, uçakta soruları cevaplarken “Başörtüsü MGK’nın işi değil” diyerek, bu meseleyi kurulla irtibatlandırma gayretlerinin önünü kesmeye çalışmıştı.

Ama sonra baktık, kendisi AYM kararlarını referans göstererek yasağa uyulması yönünde açıklamalar yapmaya başladı. Başını çok ağrıtan ve son görüşmede yine gündeme gelen “Başörtülüler Arabistan’a” sözünü de o arada söyledi.

Ve bu tavır onu tepkilerin odağı yapıverdi.
Demirel 28 Şubat kararlarını sahiplenirken, Akşener’in yaptığı gibi, bu kararlarla sonraki uygulamaları ayırsa ve dindarları son derece rahatsız edecek boyutlardaki aşırılıkları frenlemeye çalışsaydı, eleştiriler asgarî düzeye inebilirdi.

Hattâ Çankaya’dan indikten sonra dahi dindarların hassasiyetlerini dikkate alan bir yaklaşım sergileyebilseydi durum yine farklı olurdu.

Nitekim o günlerdeki bir Güniz Sokak ziyaretimizde kendisine bunu ifade etmiş; “Diyelim ki 28 Şubat kendi şartları içinde olup biten bir olay, ama hiç değilse sonraki uygulamaların fâhiş yanlışlarına tavır almanız bekleniyor” demiştik.

Nedense, bir türlü o ayrımı yap(a)madı…
Demirel’in bu tavrını biz de eleştiriyoruz.

Ancak onun bugünkü bazı yanlış uygulamalara ilişkin haklı ve isabetli uyarılarını “darbe hesaplaşmalarına yönelik tehdit” olarak göstermeye çalışan çarpıtmaları da tasvip etmiyoruz.

Eğriye eğri, doğruya doğru…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*