28 Şubat’ın hutbelerdeki “Türkçe duâ” dayatması hâlâ duruyor

Eğer hatırlarsanız, bundan iki sene kadar önce (21.11.2010) “o hutbeyi dinlememek için 20 km yol yaptık” başlıklı bir yazı yazmıştık ve yazının içinde şöyle diyorduk “…Aslında, hutbenin Arapça’nın dışında bir lisanla okunmaması lâzımdır.

Bunu bilen selef-i sâlihinden mübarek zâtlar, İslâmı neşretmek, yaymak için gittiği Asya ve Afrika’da bid’at olmaması için hutbeyi hep aslî lisanından, yani Arapça olarak okutmuşlardır. Hâlbuki o milletlerin hiçbiri de o zaman tam olarak Arapça’yı bilmiyordu. Bu mevzuda İbn-i Abidin Hazretlerinin, ‘Hutbeyi, Arabî’den başka lisan ile okumak, başka lisan ile iftitah tekbiri almak gibi tahrimen (harama yakın) mekruhtur’ buyurduğu rivayet edilir. Osmanlı âlimleri de bu yüzden hutbelerin Türkçe okunmasına cevaz vermemişlerdir. Onun yerine, Cuma namazından önce vaaz ihdas edilerek, Türkçe olarak hutbedeki mevzu anlatılmıştır. Zaten, hac için Suudi Arabistan’a, başka vesilelerle de diğer Müslüman Arap devletlerine gidenler görmüştür ki, oralarda bizdeki gibi Cuma namazından önce vaaz verilmez. Bizde verilmesinin en büyük hikmeti de odur işte.

“Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri de, bir kaç yerde bununla alâkalı görüşler beyan etmiştir. Bunlardan biri de Mesnevî-i Nuriye adlı eserindedir. Orada şöyle söylüyor: ‘…bazı gafiller, hutbenin Türkçe okunmasını istihsan ediyorlar (güzel görüyorlar) ki, halkın bilhassa siyasî ahvâlden (hallerden, durumlardan) haberleri olsun. Hâlbuki bu gibi ahvâl-i siyasiye (siyasî haller, hadiseler) yalandan, hileden, şeytanî fikirlerden hâlî (uzak) değildir. Hutbe makamı ise, ahkâm-ı İlâhiyenin (Allah’ın hükümlerinin, emirlerinin) tebliği (açıklanması) için ittihaz edilmiş (kabul edilmiş) bir makamdır…’

“Durum böyleyken ve hakikatte de, hutbelerin okunuş tarzı yukarıda belirtilen gibi olmasına rağmen, bu dayatmalar neyin nesidir acaba? Hutbelere Türkçe adına atılan eller, hep dayatma ve zorbalık dönemlerinde, ya inkılâplarla veya ihtilâllerle yapılmıştır. En son da, 28 Şubat döneminin bir eseri olan Türkçe yapılan duâlar olmuştur. Hani, ‘Allah’ım devletimizi, milletimizi koru…’ diye başlayan duâ ki, bu da bid’attır…”

İşte bu en son satırda bahsini ettiğimiz, 28 Şubat dönemi dayatması olan ve cemaate de el açtırılıp yaptırılan duâ, aslında bid’attır. Hatta bid’attan da öte, mekruh olduğunu söyleyenler vardır ki, bunların görüşleri de şöyledir: Hutbe okunurken, cemaatin konuşması, tesbih çekmesi, aksırıp da ‘elhamdülillah’ diyene ‘yerhamukâllah’ demek, hatta selâm verene karşılık vermek dahi mekruhtur. Yine hutbe okunurken Hz. Peygamber’e (asm) salâvat getirmek ve duâya âmin demek de mekruhtur. Bir de, Hz. Peygamber (asm) hutbeyi şiir okur gibi okumaya lânet etmiştir. Bulunduğum bir yerde bir hoca efendinin bu 28 Şubat hutbelerindeki duanın peşinden, “Allah’ım ezanımızı dindirtme / Bayrağımızı indirtme” diye kendi yazdığı şiiri okuması bana çok garib gelmişti.

Yukarıda bahsettiğimiz bu 28 Şubat’ın dayatması olan “devletimizi, ordumuzu koru… ilâ âhir..” gibi yapılan duâlar da mekruhtur. Zaten despot ve dayatmacı zihniyetin yaptırdığı bu duâ zamanında, ordunun idaresini elinde bulunduranlar, hem millete o kadar zulmü yapıyor, hem de duâ ettiriyordular.

Haydi, bunlar o baskı dönemlerinde zorla yaptırıldı, ama şimdi hâlâ devam etmesinin hikmetini anlamıyoruz. Neden bu 28 Şubat dayatması duâlar, hutbelerde hâlâ yapılır ve Müslüman da bilmeyerek günaha sokulur?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*