93 yaşında Nurları tanıdı

Uzun bir ömrün zirvesinde, her şeyi ölçüp, tartabiliyor. Hayatında çok şeyler görmüş geçirmiş. Kazandıkları, yaşadıkları saymakla bitmediği gibi; kaybedip arkasından bakakaldığı yürek acısı duyduğu, üzüldüğü çok kayıpları da var. Zaten insan fıtratında ve yaşantısında olan şeyler bunlar. İnişli çıkışlı hayat yolu maziden istikbale akıp gidiyor. Onun tatlı üslubu ile anlatışından hayatının her safhalarını öğrendik.

O anlatmayı, kazandığı tecrübeleri paylaşmayı çok seviyor. “Hardaleden daha küçük kuvve-i hafızasında” hatıralardan bir arşiv var sanki… Oradan doksan üç seneden beri yaşadıkları olayları, insanları, zamanları, mekanları sanki bu gün kadar tazelikte, berrak bir şekilde, tatlı ve akıcı bir üslupla sohbet ederek anlatıyor. O hiç okula gitmemiş, okuma yazmayı kendi çevresinden öğrendikten sonra köylerinde bulunan Emekli Hakim Ali Uygurhan’dan aldığı kitapları okumuş kendi halinde. Ömrü hayvan otlatmakla, çiftçilik yapmakla geçmiş. Yaşantısı boyunca kendi tabiri ile “amelî ve nazarî” her konuyu incelemiş, görmüş, ilgi duymuş. Kâinatı inceleyip ibret alınacak çok şeyler olduğunu; hiç bir şeyde boş ve tesadüf bulunmadığını ifade ederek gördüklerinden bazılarını ibret ve ders olması için anlattı:

“Her sene ikiz kuzulayan bir koyunumuz vardı. Kuzulardan birisi karnı şişmiş hastalanmıştı. Yaylada koyunları otlatırken hasta kuzu yattı ve yürüyemedi. Sürüden yüz metre kadar geride kaldı. Hasta kuzunun ikiz kardeşi sürüyü ve annesini terk ederek geri geldi ve hasta yatan kardeşine ayağı ile vurarak meledi ve başında bekledi. Ben varıp hasta kuzuyu kucağıma alıp yürüyünce o da arkamdan geldi. Biz insanlar, bu hayvanlardan sevgiyi ve saygıyı neden ibret almayız, diye hep düşünürüm.

Yine ikiz doğurmuş bir koyunumuz vardı. Her seferinde ikizlerden birisi olmadığı zaman, anne koyun öteki yavruyu da emzirmezdi. İkisi de bir arada olduğu zaman emzirirdi. Bu da koyunun yavrularına eşit davrandığını gösteriyor.

Bir koyunumuz altı senede altı yavru yaptı. Yavrular büyüdüler, anne oldular, ama devamlı sürünün içinde ayrı bir gurup olarak yaşarlardı. Beraber yer, içer, uyur, beraber koklaşır, dolaşırlardı. Biz insanlardaki aile içi dayanışma, yardımlaşma ve samimiyetlere ne oldu ki bu kadar yozlaştık.”

Hayatı ve hatıraları Serkisaray Köyünde geçen Osman Olçun çok içli, duygulu, hisli bir insan. Kırlarda, çeşmede hayvan sularken çeşmeye su içmeye gelmiş çok büyük bir yılan görmüş ve ona taş atmış. Attığı taş yılana isabet edince yılandan hüzünlü bir ses gelince çok üzülmüş ve hayıflanmış. Kendisinden ekmek istememiş, su istememiş, ağzı dili olmayan ve kendisine zararı olmayan bir hayvana taş atıp incittiğine üzülmüş, pişman olmuş. O pişmanlık yıllarca içinden çıkmamış. Yine bir gün bahçeye koşarak giderken, su kanalına sırt üstü düşmüş bir kaplumbağa görmüş. Biraz sonra domatesleri toplayınca kurtarmayı düşünmüş. O sırada arkadaşı gelmiş ve arabayla gitmek için acele etmiş. Bu arada kaplumbağayı unutup gitmiş. Yirmi gün sonra oraya uğradığında aynı kaplumbağayı ölmemiş ve çırpınırken görmüş. Kurtarmış, ama çok üzülmüş, hayıflanmış, kendisini çok suçlamış.

Uzunca bir ömür içerisinde yaşadıklarını, aşklarını, sevdalarını, kazançlarını, kayıplarını, gördüklerini, duyduklarını, hayat maceralarını, tecrübelerini bizlerle sık sık paylaşan Osman Olçun sosyal bir insan. Yaşına göre zinde, sağlıklı, bilinci açık, berrak bir ihtiyar. Saz ve kaval çalmış, ney üflemiş, kitap okumuş ve hayatı olayları, kâinatı, tabiatı hikmet ve tefekkür nazarı ile incelemiş, ibret almış, ders çıkarmış bir bahtiyar.

Allah’a ve Resulüne imanın, muhabbetin ve ibadetin haricinde tüm dünyalıkları kaybederek geride bırakmış. Şimdi huzurevinde kendi halinde yaşamakta olan Osman Amca’ya, Yeni Asya gazetesinin okuyucularına armağan ettiği Hastalar Risalesi’ni verdim. Bediüzzaman’ın ismini, Afyon Cezaevinde yattığını ve bazı kerametleri olduğunu, duymuş. Herhangi bir kitabını görmemiş, okumamış. Kitabı eline aldı ve hemen merakla okumak için odasına yöneldi.

Doksan üç yaşında hayatın bütün yönlerini görmüş, geçirmiş, zinde, dimağı açık, hafızası güçlü bir yaşlının Risale-i Nurlar’dan bir eserle tanışması benim de dikkatimi çekti. Eserleri, hizmeti ve Bediüzzaman’ı tanıyan gençlerin düşüncelerinde, hayatlarında ve inanç ve ibadetlerinde yenilikler ve değişiklikler olduğu kısa zamanda açıkça görülüyordu. Ancak gençliğini, güzelliğini, varlığını geride bırakarak ömrünün sonuna yaklaşmış, bütün yakınlarını, sevdiklerini ahirete yollamış pir-i fani bir ihtiyarın kanaati nasıl olacaktı; kitabı okuyunca ne diyecekti? Çok merak ederek, ertesi günü bekledim.

Ertesi gün odama geldi. Ben bütün dikkatim ve merakımla onun anlatacaklarını bekliyordum. Kendisine çay ısmarladım. Osman Amca kendine ait anlatım tarzı ve üslubu ile kitabın giriş bölümündeki “Bediüzzaman Said Nursu kimdir?” bölümünü dikkatle okuduğunu, sonra biraz rahatsızlanarak okumaya ara verdiğini söyledi. Ancak Bediüzzaman’ın hayatının ilk defa bu kitapta yakından öğrendiğini, böyle harika bir zekâya sahip, fevkalade yaşantısı, mücadelesi ve eserleri bulunan başka bir insan tanımadığını söyledi. Onun hayat seyrinden, çektiği sıkıntılardan ve kahramanlığından çok etkilendiğini ve ona hayran olduğunu, kendinden emin bir samimiyetle anlattı. Burada yaşayan insanlar bu zâtın hayatını, mücadelesini ve üstün kişiliğini kendisi gibi anlayamayacaklarını, o şuur ve bilinçte olamayacaklarını ifade etti. Onun anlattıklarından ondan fazla ben etkilendim. İlk defa onu tanıyan bir insanın duyduğu hayranlık, samimiyet ve sevgi benim gönlümde daha büyük bir iz bıraktı. Bakalım ömrü vefa ederse, kitabı bitirdiği zaman gönül dünyasında nasıl değişiklikler olacak? Anladıklarını başka insanlara anlattığında onların gönüllerinde ve kalplerinde ne gibi değişiklikler olacak?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*