AB düşmanlığında bilinmeyen ittifaka dair

Brüksel’deki bazı AB temsilcileri Türkiye’nin AB yolundaki gecikmesini 11 Eylül’e bağladılar. Hatta bazı;

AB’nin Türkiye ile kuvvetlenip dünya barışında önemli roller almaması için 11 Eylül’ün organize edildiğini bile iddia ettiler. Sorumlu kişilerin diplomatik konuşmaları genellikle delillere dayanır. Avrupa Birliği Temsilcilerinin ellerinde, iddialarını aydınlatacak belgeler mutlaka vardır.  

11 Eylül’ün küresel etkilerinin en çok görüldüğü yerlerin başında Avrupa geliyordu. Kulelerin yıkılışıyla şoka giren dünya kamuoyunun bu halinden istifade eden Neocon’ların Avrupa’yı da Afganistan’a taşıması bu tesirin en önemli halkası olmalıydı. Ve AB ülkelerinde işbaşına getirilen Sarkozy, Berlusconi, Merkel ve Rasmussen gibi “Yeni Muhafazakârlar” sınıfına dahil politikacıların Türkiye’ye karşı takındıkları tavrın altında yalnızca 1 Mart tezkeresi hadisesi yatmıyordu. Avrupa’da İslâm ve Türkiye düşmanlığını çeşitli hadiselerle gündemde tutan bu siyasetçiler, AB içinde anti-İslam bir kamuoyu oluşturmaya çalıştılar. Zihinlerimiz tarihin çöplüğüne dökülen Fallacini, Pipes, Giordano, Sarrazin ve ahlâksız karikatüristleri hatırlayabilirse; Merkozy şemsiyesi altında Murdoch, Springer ve diğer din karşıtı medyanın yaptıkları çalışmaları da tedai edebilir.

Bahsettiğim 11 Eylül neticesi politikacıları yalnızca Türkiye ve İslâm karşıtı olarak düşündüğümüzde, denklemi kuramamış oluruz. Bilhassa Merkozy ile Berlusconi’yi yakından takip ettiğimizde icraatlarıyla Marx ve Freud’e şakirt olduklarını, İslâmiyet kadar Hırıstiyanlığa da karşı olduklarını görebilirsiniz. Merkel’in eşcinsel birisini dışişleri bakanlığına getirmiş olması, Sarkozy’nin katolik devlet geleneklerini ahlâksız davranışlarıyla hiçe sayması, Berlusconi’nin İtalya’da eşcinsel nikâh için verdiği mücadele ile yine Merkel’in Papa’ya sataşması, bu ekibin bütün semavî dinlere karşı olduğunu gösterir niteliktedir. Rasmussen gibi semavî dinlere ve piştarı olan Hz. Muhammed’e (asm) düşman birisinin dünyanın en önemli askerî ittifakın başına getirilmesi ve Danimarkalı karikatüristlerin Merkel tarafından ödüllendirmesi yukarıdaki cümlelerin birer iddia olmadığını ortaya koyuyor, kanaatindeyiz.

NEOCON’LAR BARIŞI İSTEMEZLER

Kendilerini bazen Yeni Muhafazakâr, bazen sosyalist, yeri geldiğinde Troçkist veya Freudist olarak tanımlayanların, AB gibi dünya barışını hedefleyen bir ortaklığı hazmetmeleri elbette mümkün değildi… Sürekli devrimi, sömürmeyi, dönüştürmeyi, sınırsız hürriyeti ve bankalarla global sermayeyi kontrol etmeyi benimsemiş politikacıların AB için müsbet bir icraatta bulunmaları beklenemezdi. Hatta güçleri yetseydi AB’yi kendi kafalarına göre bir kaç devlete indirgeyecekleri. Sarkozy’nin Akdeniz Birliği Projesini de bu arada hatırlamak lazım. Geleneksel Hırıstiyanlığın kilit ülkeleri arasındaki İtalya, Yunanistan, İspanya ve Portekiz’e kontrollerindeki bankalar üzerinden hücum eden ve dolayısıyla komünist kapitalistlerin önünü açmak üzere Euro’ya karşı giriştikleri savaşı da bu tabloya dahil etmeliyiz. AB’ye ömür biçen politikacı ve medyanın hangi cepheye mensup olduğunu araştırdığınızda yolunuz yine aynı ittifaklara (Neocon, Neoliberal ve Siyasal İslâm) çıkacaktır.

SİYASAL İSLÂMCILARIMIZLA NEOCON’LARIN İTTİFAKI

Hadiseye genel ve flu baktığımızda ayrıntıları göremeyeceğimizden, böyle bir ittifağın mümkün olmayacağını söyleyebiliriz. Fakat hadiseyi 28 Şubat, belki de 12 Eylül adesesinden incelediğimizde bugünkü iktidarın kurucu ve manevî destekçi kadrolarıyla 11 Eylülcülerin birçok noktada biraraya geldiklerini göreceksiniz. İsterseniz işe aracı isimlerle başlayınız… Sonra bugünlerin senaryosunun yazıldığı meşhur enstitülerin isimlerini yanyana yazınız. Meselâ, Huston, Brooking, Washington gibi… Yine bu enstitülerde hazırlanan BOP projelerinin yerel ayakları olan STK’lar, cemaatler ve siyasetçiler… İşin en önemli bir noktası da bu süreçleri finanse eden fonların Türkiye ve Katar üzerinden bölgeye akışı Banka–Medya münasebetleri… Bu zincirin halkalarını dikkatlice incelediğimizde, söylediklerimizin çoğunun belgelerini elektronik arşivlerde hazır olduğunu göreceğiz. Bilhassa hâlâ idarede bulunan bazı siyasetçilermizin rencide olmamaları için olayı şahsa müşahhaslaştırmıyoruz.

Devrimci olan necon ve neoliberaller, siyasal İslâmcıların “devrimcilik” damarlarını maalesef keşfetmişler. Her iki tarafın da demokrasiye inanmadıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Birlikte devirip sonra düşünme hesabı hep Müslümanların aleyhine işlemiştir. Kral İdris, Kral Faysal, Kral Faruk ve M. Zahir Şah örnekleri burada delildir.

Avrupa Birliğinde esas kanun hakimiyeti, ekonomik şeffalık, sermaye dolaşımının takip edilebilmesi, demokrasi ve hukukun üstünlüğü prensiplerinin siyasal İslâmcıları da en az Troçkiciler kadar durduracağından, Türkiye’nin Kemalistleri, ırkçıları ve siyasal İslâmcıları AB’ye gizli bir savaş açtıklarından kamuoyundaki AB taraftarlığı yüzde altmışlardan yüzde on yedilere kadar inmiştir. Başbakanımız AB ile ve AB üyesi ülkelerle medya önünde dalga geçmesi, Euro’ya ömür biçmesi bu gizli mücadelenin yansıyan akisleri olsa gerek. Devrimciliğin demokrasilerde  tükendiğini bilenler, AB karşıtlığı ortak paydasında ittifak ettiler…

ABD AB’NİN RAKİBİ DEĞİLDİR

Doğru düşünceye, kalıplaşmış geleneksel yanlışlarla mücadele ile ulaşılır. İngiltere ile ittifak içinde çalışan Amerika, Avrupa’ya düşman olmadığı gibi karşı da değildir. Günümüzde insanlığımızı ve dünyamızı tehdit eden “kızıl fikirlerin” anavatanın Kuzey Avrupa olduğunu biliyoruz. Bu dinsiz ve ahlâksızca fikirlerle Amerika’nın Latin Amerika’sını perişan ettiğini biliyoruz. Bediüzzaman’ın sınıflandırmasıyla Birinci ve İkinci Avrupa gibi, ABD’de bu her iki Avrupa mevcuttur. İnsaniyet ve İslâmiyetle bir kavgası olmayan Birinci Avrupa ile saldırgan dinsiz Avrupa’sı dehşetli mücadelesini görmek için, bu kıt’alarda yaşamak gerekiyor. Neocon’ların başındaki başkan Bush bizi ne kadar AB’den uzaklaştırmaya çalışmışsa, Bill Clinton’un ondan daha fazla AB’ye girmemiz için gayret sarf ettiğini de biliyoruz. Chirac, Schröder ve Putin üçlüsünün Avrupa düşünceleri devam etseydi, Türkiye başta hukuk ve ekonomi olmak üzere birçok meselesini istenilen kriterlere ulaştırabilecekti, düşüncesindeyiz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*