Abbas İbn Abdülmuttalib (568/9-653)

Peygamber Efendimizin (sav) amcasıdır. Müslümanlar tarafından kurulan en büyük imparatorluklardan biri olan Abbasiler Devleti, onun adına izafeten bu ismi almıştır. Risale-i Nur’da, Hz. Ömer’in (ra) onu vesile yapıp; “Yâ Rab, bu senin habibinin amcasıdır. Onun yüzü hürmetine yağmur ver!” mealinde dua ettiği ve yağmurun yağdığı nakledilmektedir (Mektubat, s. 144).

Müslüman olduğu halde uzun süre Mekke’de kalarak müşrikler arasında yaşadığı, toplantılarına katıldığı ve ilgili konularda Peygamber Efendimizi bilgilendirdiği nakledilmiştir. Künyesi Ebü’l-Fazl Abbas bin Abdülmuttalib bin Haşim el-Kureyşi şeklindedir.

Peygamber Efendimizden tahminen iki-üç yaş büyük olan Abbas, 568/9 tarihinde Mekke’de doğdu. Peygamber Efendimizle akran olması hasebiyle birlikte büyüdüler. Cahiliye döneminde Kabe’yi ziyarete gelenlere su dağıtma ve ziyafet verme görevi kendi ailesi tarafından yerine getirilirdi. O da bu görevi ağabeyi Ebu Talib’den devraldı. Dolayısıyla bu görevi daha küçük yaşlardan itibaren yapmaya başladı. Genç yaşta ticarete atıldı. Ebu Talib ekonomik sıkıntı çektiği için Peygamber Efendimiz Hz. Ali’nin himayesini üstlenmiş ve amcasının yükünü hafifletmeye çalışmıştı. Abbas da diğer kardeşlerden ve aynı zamanda yeğeni olan Cafer’i himayesine aldı.

Abbas’ın İslamiyet’in ilk günlerinden itibaren Müslüman olduğu ancak, bunu gizlediği ve kimsenin bilmediği nakledilmektedir. O, açıktan açığı Müslümanlardan yana tavır koymadıysa da aleyhte de bulunmadı. Müşriklerin arasında bulunmaya devam ettiği gibi, Peygamber Efendimizi (asm) himaye etmekten ve kollamaktan geri duymadı. Müslümanlar aleyhinde yapılan toplantılara katılarak, gerekli gördüğü durumlarda Peygamber Efendimizi bilgilendirdiği ve durumdan haberdar etti. Müslümanlarla birlikte hicret etmediği halde, daha evvelinden Akabe Biatında bulunarak, Medinelilere Peygamber Efendimizi korumaları konusunda ikazda bulundu ve onlardan güvence aldı. Yine müşriklerden görünmesine rağmen oğlu Abdullah ve hanımı Ümmü’l-Fazl Lübabe’nın Müslüman olmalarına karşı çıkmadı ve müsamaha gösterdi.

Abbas’ın Peygamber Efendimizi kollayıp gözeten durumu (ister akrabalık bağından olsun, isterse İslamiyet’e duyduğu yakınlık veya imandan olsun), Bedir Savaşı’ndan sonra farklı bir boyut kazandı. Bu savaşta Müşriklerin arasında yer almasının kendi arzusuyla olmadığı ve onlarla birlikte savaşa katılmak zorunda kaldığı şeklindeki görüş kabul görmektedir (TDVİA. “ABBAS”, 1. C., s. 17). Bu savaşta Peygamber Efendimizin, Müslümanları onu öldürmemeleri konusunda uyarması da dikkat çekicidir. Nitekim, savaşta Müslümanlar tarafından öldürülmeyerek esir alındı. Daha sonra Peygamber Efendimizin (asm) huzuruna çıkarıldı. Bu arada Peygamber Efendimizin bir mucizesi de gerçekleşti:

Risale-i Nur’da da bahsedilen görüşmede, Peygamber Efendimiz (asm), diğer esirlere uygulanan kurala göre amcasına da serbest kalabilmesi için “Fidye-i Necat” ödemek zorunda olduğunu hatırlattı. Bunun özerine amcası; “Ya Resulullah, ben Müslümanım. Kureyş Kabilesi beni bu savaşa zorla getirdi.” mealinde karşılık verdi. Peygamber Efendimiz de ona, “Senin Müslümanlığını Allah bilir” dedi ve “Söylediğin doğruysa, Allah elbette onun sevabını sana verir. Fakat sen görünüşte bizim aleyhimizdeydin. Sen, kurtulman için fidyeni ödemene bak.” dedi (Sahabeler Ansiklopedisi, Yeni Asya Gazetesi Neşriyatı, 1. C., s. 145).

Peygamber Efendimiz fidye ödemek zorunda olduğunu kesin ifadelerle bildirdikten sonra, üzerinde bulunup el konan paraların fidye olarak kabul edilmesini istedi. Ancak, bu paralar ganimet sayıldığı için teklifi kabul edilmedi. Bunun üzerine Abbas, parasının olmadığını bildirdi. İşte tam bu esnada Peygamber Efendimiz; “Mekke’den çıktığın gün, hanımın Ümmü’l-Fadl’a teslim ettiğin altınlar! O esnada yanınızda ikinizden başka kimse yoktu. Sen o zaman hanımına, bu seferim esnasında başıma ne geleceğini bilmiyorum. Şayet başıma bir felaket gelir de geri dönmezsem, şu kadarı senin içindir. Şu kadarı Fadl için, şu kadarı Abdullah için, şu kadarı Ubeydullah için, şu kadarı da Kusem içindir” (Sahabeler Ansiklopedisi s. 145) şeklindeki konuşmalarını kendisine hatırlattı. Bu hadise karşısında hem Abbas hem de hazır bulunanlar şaşkınlıklarını gizleyemediler. Çünkü, Abbas söylenenlerin hepsinin doğru olduğunu ve eşiyle kendisinden başka hiç kimsenin o paralardan haberi olmadığını söyledi. Kimin bildirdiğini sorunca da, Peygamber Efendimiz, Cenab-ı Hakk’ın kendisine bildirdiğini söyledi. Bu karşılıklı konuşmalardan ve mucizeden sonra, “Hazret-i Abbas … kemâl-i imanı kazanıp, İslâm olmuş.” (Mektubat, s. 110)

Hz. Abbas hakkında genel kanaat, Bedir Savaşı’ndan çok daha önce Müslüman olduğu şeklindedir. Onun müşrikler arasında yaşamasının da, Müslümanlar aleyhinde tertiplenen planlardan Müslümanları haberdar etmesi göz önünde bulundurulduğunda, büyük önem arz ettiği görülmektedir. Ayrıca, bu hadiseden sonra da Medine’de kalmayarak tekrar Mekke’ye dönüp, Mekke’nin fethi için önemli katkılar sağlamıştır. Bir taraftan Mekke’de bulunan fakir Müslümanlara yardım ederken, diğer taraftan da müşriklerin Müslümanlar aleyhindeki faaliyetleri hakkında Peygamber Efendimizi haberdar etmeye devam etmiştir. Müşrikler de durumun farkına varmış olacaklardır ki, Hz. Abbas’ı hiç sevmediklerini gizleyemiyorlardı. Ancak, kendisine bir şey de yapamıyorlardı. O da, Mekke’nin fethine yakın bir zamana kadar Müslüman olduğunu açığa vurmayarak önemli bir görev üstlendiğini de göstermiş oldu.

Peygamber Efendimiz, amcası Abbas’a çok yakın ilgi gösterirdi. Ona, “Kureyş’in en cömerdi ve akrabalık bağlarına en çok riayet eden kişisi”, mealindeki sözleriyle iltifatlarda bulundu. Onu, incitenlerin kendisini de incitmiş olacakları ikazında bulundu. Aralarında sadece iki yaş fark olmasına rağmen, “İnsanın amcası babası gibidir” şeklindeki sözleriyle saygı gösterirdi. Hz. Abbas da, ikisinden hangisinin büyük olduğunu soranlara; “O benden büyük, ben ise ondan yaşlıyım” karşılığını verirdi.

Peygamber Efendimiz, amcası için dualarını da esirgemedi: “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Abbas ve dört oğlunu (Abdullah, Ubeydullah, Fazl, Kusem) beraber, ‘mülâet’ denilen bir perde altına alarak üzerlerini örttü. Dedi: Ya Rab, bu benim amcam ve babamın öz kardeşidir. Bunlar da onun çocuklarıdır. Onları bu perdeyle örttüğüm gibi, sen de onları Cehennemden öylece koru!” (Mektubat, s. 134)

İlk üç halife dönemini gören Hz. Abbas’a büyük itibar gösterildi. Büyük saygı gördü. Hz. Ömer (ra), kıtlık zamanlarında onu yanına alarak yağmur duasına çıkardı. Dua ederken de; “Yâ Rab, bu senin habibinin amcasıdır. Onun yüzü hürmetine yağmur ver'” dedikten sonra yağmur yağardı. (Mektubat, s. 144)

Hz. Abbas’ın on üç evladı arasındaki en meşhuru ve Abadile-i Seba’dan olan oğlu Abdullah’tır. Kendi adıyla anılan Abbasiler Devleti’nin halifeleri onun bu oğlunun soyundan gelmişlerdir. Önemli özelliklerinden bazıları beyaz tenli olması, gür sesi ve köle azat etmekten büyük mutluluk duymasıdır. Bereketli bir ömür yaşadıktan sonra 653 tarihinde Medine’de Hakk’ın rahmetine kavuştu.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*