Abdullah Yeğin: İttihad-ı İslâm için, önce kalplerimiz ittihad etmeli

Image
Eğer biz Risâle-i Nur’u hazmeder, nefsimizin tesiri altında kalmaz, birlik ve beraberlik içerisinde bir vücudun azaları gibi İhlâs ve Uhuvvet risâlelerini esas yaparsak, inşaallah kısa bir zamanda dünyanın rengi değişecektir. Bütün Müslüman kardeşlerimizden Hutbe-i Şamiye’yi tekrar okumalarını, Üstadımızın şahıslara değil, delile, bürhana tabi olduğunu bilerek, Risâle-i Nur’u program yaparak çalışmalarını istiyoruz. Cehalet bizim en büyük düşmanımız. Tarafgirlik, particilik de bize zarar veriyor. Bir hakikati beraberce okuyup anladıktan ve ona karar verdikten sonra, elbette ki, münakaşayla teferruat üzerinde durup birbirimize soğuk bakmak, akıl kârı değildir. İnşallah İhlâs düsturlarını esas gaye yaparız. Rahmetiyle, keremiyle Cenâb-ı Hak bizi istihdam eder. Hizmet-i imaniye yine inşallah büyük fütuhata vesile olur.

*Yakın zamanda, Suriye ve Fas’ta Bediüzzaman ve Risâle-i Nur’la ilgili olarak gerçekleşen sempozyumlarda bulundunuz. İzlenimleriniz neler?

Suriye’deki sempozyumda, ileri gelen âlimler, Suriye umumi müftüsü, Şam müftüsü, Halep müftüsü, Diyanet Bakanı ve yine bakanlardan, mebuslardan bazı zâtlar vardı. Hepsi de, Risâle-i Nur ve hususan Hutbe-i Şamiye hakkında konuştular. Üstadımıza hayranlıklarını ifade ettiler. Onun ihlâsından, fedakârlığından, cesaretinden ve Risâle-i Nur’un harikalığından söz ettiler. “Bu zamanda dinsizlerle nasıl mücadele edilir, nasıl sabredilir, nasıl takva gösterilir?” gibi muhtelif konulara değindiler. Ve bu konuşmaları, televizyonda da verdiler.

Fas’ın güneyindeki Agadir şehrinde ise, İlahiyat fakültesi profesörleri, Üstad ve Risâle-i Nurlar hakkında konuştu. Üstadımızın ibret-i âlem yazılarından bahsettiler. Herkes bir mevzuu ele almış. Çok heyecanlı, Risâle-i Nurlara bağlı ve hepsi de takvalı profesörler… Elhamdülillah, Risâle-i Nur’u çok güzel anlattılar. Başkalarına sorduğumda da, aldığım cevap bu.

Sempozyumun asıl başlığı “Maksatlar ve hikmetleri anlamada Bediüzzaman’ın metodu” idi. Agadir’de bir üniversitenin Şeriat Fakültesi ve İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nca organize edilmiş. Binden fazla cemaat ve hususan üniversite öğrencileri vardı. Talebelerin hepsi de hayranlıklarını ifade ettiler. En son, talebeler de konuşmak istediler ve şiirlerini okudular. Üstad hakkında Arapça şiirler yazmışlar.

*Siz de konuşma yaptınız mı?

Ben Şam’daki “Hutbe-i Şamiye” sempozyumunda konuşmuştum. Onlara bir teşekkür bâbında, selâmdan sonra Üstadımızdan bir hatıra anlattım. Hatıram şuydu:

1951’de Emirdağ’da Üstadımızın yanında olduğum sıralardı. Üstadımız hastaydı, yatıyordu. Elinde de küçük bir kitap vardı. Bu kitap, İstanbul’dan gelmiş kendisine. Yattığı yerden bu kitabı okuyor, bakıyor, karıştırıyordu. Sonra, birdenbire doğruldu ve dedi ki: “Bu kitap, benim hastalığımın devâsıdır.” Zaten Üstad, her ne zaman bir kitap veya mühim bir mevzu hakkında makale yazmışsa, bir hastalıktan sonradır veya hastalık esnâsındadır. Bir sıkıntıdan sonra bir ferahlık gelir o şekilde. Kitabı göstererek, “Bunu da tercüme edeceğiz” dedi. “Bu Hutbe-i Şâmiyeyi tercüme edeceğiz. Eli kalem tutanlar gelsinler” dedi. Çağırdık, dört kişi olduk. Üstadımız tercüme etti, biz de yazdık. Kaç saat sürdüğü hatırımda kalmadı. İşte, Hutbe-i Şamiye’nin ilk defa Türkçe’ye çevrilmesi bu senedir.

Sonra Hutbe-i Şamiye, kitap halinde çıktıktan sonra İstanbul’da çıkan bazı gazetelerin makalelerinden ilâveler, zeyller yapıldı. Kitap halinde teksir edildi. O zamanki Demokrat Parti’nin dindar mebuslarına gönderildi. Üstadımız diyordu ki: “Benden siyaset istiyorlar. Bu kitap, benim siyasetimdir.” Çünkü o, ittihad-ı İslâmdan bahsediyor. İslâm birliğinden, kalplerin birliğinden ve İslâm âlemindeki hastalıklardan bahsediyor. Bu esere çok ehemmiyet veriyordu Üstadımız.

Yani bu ittihad-ı İslâm için de, evvelâ ittihad-ı kulûb lâzım. İç işlerimizde serbest olsak da, hiç olmazsa dış işlerimizde, umumi meselelerde ittihad edebiliriz. Bakınız İslâm âlemi ne kadar geniş, ne kadar çok. Fakat tam bir ittihad olmadığı için, düşmanlar içimize giriyor. İslâm düşmanları kısımlara ayırıyor bizleri. Kimisi ırkçılığı vesile yapıyor, kimisi başka menfaatleri… Bu şekilde İslâm âlemi tam bir ittihad içinde olamıyor. Bunun tek çaresi, Müslümanların Risâle-i Nur’u veya Hutbe-i Şamiye’yi program yaparak çalışmasıdır. Cenâb-ı Hak cümlemizi ihlâsla bu hizmette istihdam eylesin inşaallah. İşte buna benzer meseleler anlattım orada.

*Üstad, ittihad-ı İslâma hakikaten çok ehemmiyet vermiş. Bugünlerde de çok ihtiyaç var bu mânâya…

Malûmunuz, Üstadımız, Hutbe-i Şamiye’de “İslâmiyet güneşinin tutulmasına, inkişafına ve beşeri tenvir etmesine mümânâat eden perdeler açılmaya başlamışlar. O mümânâat edenler çekilmeye başlıyorlar. Kırk beş sene evvel o fecrin emâreleri göründü. Yetmiş birde fecr-i sâdıkı başladı veya başlayacak. Eğer bu fecr-i kâzip de olsa, otuz-kırk sene sonra fecr-i sâdık çıkacak” diyor.

Şimdi ben öyle zannediyorum ki, İslâm âlemindeki bu hareketler inşaallah ittihad-ı İslâma bir vesile olur. Çünkü her tarafa bakıyoruz, Amerika’da olsun, Rusya’da olsun, bütün İslâm âleminde birbirine yaklaşmak ve İslâmiyete geçmek var. İslâmiyete giren pek çok papaz var. Meselâ bize bir papazdan mektup geldi. Nasıl Hıristiyan olmuş, nasıl papaz olmuş ve İslâmiyeti nasıl Risâle-i Nur vasıtasıyla anlamış, Müslüman olmuş anlatıyor. Şimdi bütün kuvvetiyle Risâle-i Nur’dan istifade etmeye çalışıyor. Her yerde buna benzer havâdis işitiyoruz Elhamdülillah. Bunlar, İslâm âleminin tekrar kuvvetleneceğine ve hak dinin gâlip geleceğine işarettir. Bu, Kur’ân’ın “Bütün dinlere üstün kılmak üzere Resûlünü hidayet ve hak din ile gönderen Odur” (Fetih Suresi: 28) âyetinden de anlaşılabiliyor.

Elhamdülillah, dünyanın her tarafında İslâmiyete bir dönüş var. İnşaallah biz cehaleti, Avrupa’yı körü körüne taklidi bırakır ve dinimize sımsıkı sarılırsak mesele hallolur. Çünkü dinimizin esası, kardeşlik ve birlik-beraberliktir. Sonra iman üzerine müesses olduğu için, hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir bir kuvvet kazanıyor. Ecdadımızın bütün dünyaya hâkim oluşu, dinimiz ve imanımız sayesindedir.

Şimdi esas mesele, Üstadımızın gösterdiği program nedir? Biz esas olarak, sevgi, ikna, ilim, güzel sözler, ahlâkımız ve takvamızla hareket edersek, o zaman elbetteki Hıristiyanlar da İslâmiyete girecekler. Ne diyor Üstadımız bir makalesinde: “Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemâlâtını ef’âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehâlet edecekler.” Hutbe-i Şamiye’de bunu söylüyor. Bugün merak edilenler, Hutbe-i Şamiye’de birer birer izah edilmiştir. Meselâ bizim en büyük düşmanımız ümitsizlik, cehalet. Bu sebeple, hak yolunda birleşmek, birbirini sevmek yerine; tarafgirlik ederek, birbirine menfaat için düşmanlık yapılıyor. Bunun tek çaresi, bu dünyanın fânî olduğunu anlamamız, iman esaslarına sım sıkı sarılmamız ve esas hayatın ahiret hayatı olduğunun şuurunda olmamız. Üstadımızın çoğu zaman söylediği şuydu: “Bu zaman, imanı kurtarmak zamanıdır.”

*İttihad-ı İslâm, terörün de çaresi aslında, değil mi?

Tabiî ki. Bizim programımız, Kur’ân-ı Kerim’dir. Kur’ân-ı Kerim’de ne diyor? “Mü’minler ancak kardeştirler” (Hucurat Sûresi). 22. Mektub, bunu çok güzel izah etmiş. 22. Mektub’u program yapar okursak ve onu yaşarsak, İslâm kardeşliğini daha iyi idrak ederiz.

İslâm düşmanları ırkçılığı içimize atıyor ve insanları birbirine düşman gibi yapıyor. Bunun tek çaresi, bir Allah’ın kulu olduğumuzun, bir Allah’a ibadet ettiğimizin şuurunda olmak. Dinimiz bir, kıblemiz bir, Allah’ımız bir, Peygamberimiz bir, memleketimiz bir olduğu halde, birbirimize düşmanlık etmek, cehaletten ve İslâmiyet’i bilmemekten ileri geliyor. İşte Mektubat’ta, bilhassa bu hususta bir mevzu var. 26. Mektub’un Üçüncü Mebhas’ı. Burada da diyor ki: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık; sonra da, birbirinizi tanıyasınız diye milletlere ve kabilelere ayırdık.” (Hucurat Sûresi, 49:13.) Yani, ‘Sizi taife taife, millet millet, kabile kabile yaratmışım, tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz. Yoksa, sizi kabile kabile yaptım ki, yekdiğerinize karşı inkârla yabanî bakasınız, husumet ve adâvet edesiniz değildir.’”

Velhâsıl, bu, yedi mesele halinde izah ediliyor. Meselâ, “İslâmiyet, cahiliyet asabiyetini kökünden kesmiş” deniyor. Maalesef işte, cehaletimizden, İslâmiyet’i iyi bilmediğimizden cahil gençleri kandırıyorlar ve bu şekilde birbirine düşman gösteriyorlar. Allah, cümlemizi muhafaza eylesin.

*Bu arada, Üstadın Medresetü’z Zehra projesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Terör ve ırkçılık gibi sosyal yaralara merhem olabilir mi? Ayrıca bu projenin, bir şekilde tahakkuk ettiğini söyleyebilir miyiz?

Elbette, içtimâi marazlara merhemdir bu proje. Ama maddeten tahakkuk etmemiştir. Biliyorsunuz, isimle, resimle bu olmaz. Fakat, Risâle-i Nur’u Anadolu ve dünya çapında neşretmek sûretiyle, Medresetü’z Zehra’nın esas gayesi olan İslâm kardeşliğine, Müslümanların birlik ve beraberliğine bir derece hizmet edilmiş. Üstadımızın da müjdelediği gibi ileride maddeten de tahakkuk edecek inşallah. Fakat o şart ile ki, Müslümanlar bütün kuvvetleriyle İslâm’ı esas yapmalılar.

*Münâzarât’ta, meşrutiyetle ilgili olarak geçen “Eğer siz tembel kalıp da onun yolunu yapmazsanız, tembellik etseniz, yüz sene sonra tamamen cemâlini göreceksiniz” cümlesi hakkında ne düşünüyorsunuz? O yıllara geldik mi?

Rahmetli Menderes’in dediği “inkılap softaları” gibi bazı maniler var. Her şeye burunlarını sokuyor, ondan sonra milleti birbirine düşman ediyorlar. Halbuki inkılâp nedir? İnkılap, şimdiye kadar bizi dünyaya tanıtan, birlik ve beraberlik içerisinde bütün dünyaya meydan okuyacak hâle getiren dinimizdir, imanımızdır, İslâmî ahlâkımızdır. Biz İslâmî ahlâkı sevdirmeye çalışacağımız yerde, bir kimse İslâmiyet’ten bahsetse, İslâmiyet’i müdafaa etse, gerici diye aleyhinde bulunuyoruz. Cehaletimizin bir numunesidir bu. İnşaallah meşrutiyetin cemâlini tamamen görürüz. Tabiî, çalışmamız lâzım.

*Rusya’da, Rusça olan bazı Risâle-i Nur eserlerinin yasaklanmasına nasıl bakıyorsunuz?

Onun hakkında Rusya’da müsbet bir makale çıkmış. İşittiğime göre bunu yazan gazeteyi de toplatmışlar.

Bu hâdise, Rus Emniyetinin işi duyduğuma göre.

Şimdi millet, daha ziyade internete giriyor, Risâle-i Nur’u internetten okuyor diyorlar… Dershaneler yine açılıyor, Risâle-i Nurlar yine yayılıyor. Risâle-i Nur, Rusya’da, Moskova’da, yanılmıyorsam iki defa beraat etti.

Tataristan’daki bir Yahudi savcı bu yasağa sebep olmuş. Demiş ki: “Nurcuların her tarafta şubesi var. Bu, ileride, Rusya’nın başına büyük bir gaile açabilir. Onun için Risale-i Nur’u yasaklamamız lâzım.” Rus emniyetçileri de, onun sözüne aldanmışlar. Hatta, gelen haberlerden duyduğuma göre, karar veren hâkim “Biz mecburuz böyle karar vermeye, yukarıdan öyle emrediliyor” demiş. Baskı altındalar yani. İfsat komitesi var… Sonra orada çok duran bir profesör de dedi ki: “Rusya’da her şey rüşvetledir, parayladır, menfaatledir. Biz hakimlere eğer rüşvet, para versek kararı değiştirirler.” Adalet yok yani. Fakat bu adaletsizlik içerisinde Risâle-i Nur parlayacak inşallah, gelen haberler öyle.

Türkiye’de cesaret etmek istediler, edemediler, orada da edemeyecekler.

*Hizmet maksatlı seyahat ettiğiniz başka ülkeler de var mı?

Avustralya’ya, Filipinlere de gittik. Elhamdülillah, nereye gittiysek Nurcular faaliyette. Risâle-i Nur faaliyette. Her tarafta dershaneler çoğalıyor gittikçe.

Filipinler’deyken bir yolda gördüm. Bir tarafta cami sembolü, diğer tarafta kilise… İkisinden birer el çıkıyor, musafaha ediyor. İslâm-Hıristiyan kardeşliği kurmuşlar.

Altmış kadar üniversitede Risâle-i Nur’un ders kitabı olmasına çalışıyorlar şimdi. Oranın YÖK başkanı Prof. Dr. Nora Şerif, Asa-yı Musa’yı okuyunca, gelmiş iki yüz adet daha Asa-yı Musa almış. “Ne yapacaksın?” demişler. “Talebelerime okutacağım” demiş.

Filipinlerde 10 milyona yakın Müslüman var. 70 milyon kadar da Hıristiyan… Hep beraber çalışıyorlar. Hatta bir Papazın konuşmasını dinledik orada. Sordum “Ne diyor?”. Demiş ki Papaz: “İsa (as) ‘Benden sonra peygamber gelmeyecek’ dememiş. Peygamber gelebilir, Hz. Muhammed peygamber olabilir.” Bu mânâda bir konferans verdi orada.

Filipinlerde birkaç sempozyum oldu biz gittiğimizde. Hepsi, Hıristiyan Müslüman karışık okuyorlar. Hep böyle Risâle-i Nur üzerinde dersler yapılıyor.

Prof. Nora Şerif, Türkiye’deki sempozyumda da konuşma yapmıştı. “En güzel o konuştu” diyorlar. “Bizim duâmızı Allah kabul etti. Biz ağladık. Öyle bir eser bekledik. Allah ihtiyacımıza göre bize ihsan etti” diyor.

*Bundan sonra Nur hizmetinin seyrini nasıl görüyorsunuz?

Malûm, “La ya’lemul gaybe illallah” umumi bir düsturdur. Eğer biz iyi çalışırsak, Risâle-i Nur’u hazmedersek, nefsimizin tesiri altında kalmazsak, aklımız, kalbimiz tam meşbû olarak Risâle-i Nur’u program yapıp, birlik ve beraberlik içerisinde bir vücudun azaları gibi İhlâs ve Uhuvvet risalelerini esas yaparak, teferruâta bakmayarak, kimsenin kusuru üzerinde durmayarak hizmeti esas gaye yaparsak, inşaallah kısa bir zamanda dünyanın rengi değişecektir. Nasıl Türkiye’nin rengi değişmiştir, dünya da inşallah değişecek.

*23 Mart vesilesiyle gazetemiz aracılığıyla okuyuculara vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

Bütün Müslüman kardeşlerimizden Hutbe-i Şamiye’yi tekrar okumalarını, Üstadımızın şahıslara değil, delile, bürhana tabi olduğunu bilerek, Risâle-i Nur’u program yaparak çalışmalarını istiyoruz. Cehalet bizim en büyük düşmanımız. Tarafgirlik, particilik de bize zarar veriyor. Bir hakikati beraberce okuyup anladıktan ve ona karar verdikten sonra, elbette ki, münakaşayla teferruat üzerinde durup birbirimize soğuk bakmak, akıl kârı değildir. İnşallah İhlâs düsturlarını esas gaye yaparız. Rahmetiyle, keremiyle Cenâb-ı Hak bizi istihdam eder. Hizmet-i imaniye yine inşallah büyük fütuhata vesile olur.

Üstadımızın istihdamı, yani tasarrufu vefat ettiği halde devam ediyor. Cenâb-ı Hak cümlemizi nefsimizin şerrinden kurtarsın.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*