Otuz Bir Mart Hâdisesinde Divan-ı Harb-i Örfîde dedim ki:
Ben talebeyim. Onun için her şeyi mizan-ı Şeriatla muvazene ediyorum. Ben milliyetimizi, yalnız İslâmiyet biliyorum. Onun için her şeyi de İslâmiyet nokta-i nazarından muhakeme ediyorum. (…)
Bu hükûmet zaman-ı istibdadda akla husûmet ediyordu; şimdi de hayata adavet ediyor. Eğer hükûmet böyle olursa, yaşasın cünun, yaşasın mevt! Zalimler için de yaşasın Cehennem! Ben zaten bir zemin istiyordum ki, efkârımı onda beyan edeyim. Şimdi bu Divan-ı Harb-i Örfî iyi bir zemin oldu.
Bidayetlerde herkesten sual olunduğu gibi, Divan-ı Harb’de bana da sual ettiler:
“Sen de Şeriat istemişsin?”
Dedim:
“Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira Şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat, ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil!”
Hem de dediler:
“İttihad-ı Muhammediyeye (asm) dahil misin?”
Dedim:
“Maaliftihar! En küçük efradındanım. Fakat, benim tarif ettiğim vecihle… Ve o ittihaddan olmayan, dinsizlerden başka kimdir, bana gösterin!”
İşte o nutku şimdi neşrediyorum; tâ ki meşrûtiyeti lekeden ve ehl-i Şeriatı me’yusiyetten ve ehl-i asrı tarih nazarında cehil ve cünundan ve hakikati evham ve şüpheden kurtarayım. İşte başlıyorum:
Dedim:
Ey paşalar, zabitler!
Hapsimi iktiza eden cinayetlerin icmali: [Arabî bir ibare] Yani: “Medar-ı iftiharım olan mehasinim, şimdi günah sayılıyor. Artık nasıl itizar edeyim, mütehayyirim.”
Mukaddeme olarak söylüyorum:
Mert olan cinayete tenezzül etmez. Şayet isnad olunsa, cezadan korkmaz. Hem de haksız yere idam olunsam, iki şehid sevabını kazanırım. Şayet hapiste kalsam, böyle hürriyeti lâfızdan ibaret bulunan gaddar bir hükûmetin en rahat mevkii hapishane olsa gerektir. Mazlûmiyetle ölmek, zalimiyetle yaşamaktan daha hayırlıdır.
Bunu da derim ki:
Siyaseti dinsizliğe alet yapan bazı adamlar, kabahatlerini setr için başkasını irtica ile ve dinini siyasete alet yapmakla itham ederler. Şimdiki hafiyeler eskilerden beterdirler. Bunların sadakatine nasıl itimad olunur? Adalet onların sözlerine nasıl bina olunur?
Hem de, cerbeze ile, insan adalet yaparken zulme düşüyor. Zira, insan kusursuz olmaz. Fakat uzun zamanda ve efrad-ı kesîre içinde ve tahallül-ü mehasinle ta’dil olunan müteferrik kusurları cerbeze ile cem edip, bir zaman-ı vâhidde, bir şahs-ı vâhidden sudurunu tevehhüm ederek, şedid cezaya müstahak görür. Halbuki bu tarz, bir zulm-ü şediddir.
Tarihçe-i Hayat, İlk Hayatı, Yeni Asya Neşriyat, 2017, s. 71-73
Benzer konuda makaleler:
- Hürriyet lâfızdan ibaret kalırsa…
- Ben zaten bir zemin istiyordum ki, efkârımı onda beyan edeyim
- Adalet hafiyelerin sözlerine nasıl bina olunur?
- Dünyevî saadetimiz Meşrûtiyettedir
- İrtica ile itham
- Adalet, hafiyelerin sözlerine nasıl bina olunur?
- Müsavatsız adalet, adalet değildir
- Meşrutiyet hak, sıdk, muhabbet ve imtiyazsızlık üzerine beka bulacaktır
- Neşrettiğim hakikatler her zaman için tazedir
- Hakikat tahavvül etmez; hakikat haktır
Kur’an’ı çağa tefsir ederek, “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, bu dünyadaki vazifem nedir?” sorularına cevaplar sunan, “iman-ı tahkiki”, “ahlâk” ve “istikamet” rehberi Risale-i Nur Külliyatı’nın müellifi.
İlk yorum yapan olun