Ahde vefa…

Ahde vefa sözünü anlamlı bulurum hep. Aynı zamanda, Dinimizin bize emrettiği en güzel prensiplerden biridir. Sözünde durma, verdiği sözlere bağlı kalma hatta özü ve sözü doğru anlamına gelir.

Önce Allah ile “ahid”leşmiş ve böylece kendisini hür iradesiyle sadakat yükümlülüğü altına sokmuş her mü’minin ahlâkî borcudur “ahde vefa.”

Allah’a karşı verilmiş olan her söz, yükümlülük şartlarını taşıyan her insanı borçlu kılar. Bu sorumluluğun yerine getirilmesine “ahde vefa” denir.

Uzatmayayım…

Savaş Ay’la ilgili yazım üzerine çok eski bir dost aynı zamanda bu mesleğin emektarlarından bir ağabeyimiz aradı.

Muhabirliğe Savaş Ay’la birlikte aynı dönemde başladığını söyleyen ve Yeni Asya Gazetesi’nde neredeyse yüzlerce habere imza atan bir gazeteci-muhabir:

Selahattin Tercan.

Yeni Asya okurları bilir, arşivlerine bakın. 70’lı yılların sonu 80’ler hatta 90’ların başı neredeyse her gün mutlaka Selahaddin Tercan imzalı habere rastlardınız.

Selahaddin Ağabeyi’yi ne zaman görsem, gözlüklerin arkasından bakan o güleç yüzünü ve bebek emziğini andıran fotoğraf makinesiyle hatırlarım hep.

Hâlâ da öyle… O muzip bakışlar, az sonra yapacağı şakanın bir habercisi gibidir. Herkes ve herkesimle iletişimi sıcak ve kopmaz bir bağ gibidir.

Kanlı Taksim olaylarını kaleme aldığı haber hafızalardadır. Peşi sıra yüzlerce haber onun kaleminden çıkmıştır.

Selahaddin Ağabeyi, Savaş Ay’la birlikte geçirdiği günleri anlatırken, aklıma bu mesleğe başladığım ilk günler geliverdi.

Bilgisayarların hayatımıza yön vermediği dönemlerdi… Yenibosna’daki Yeni Nesil binası henüz inşaat halinde… Koridorlarda inşaat malzemeleri henüz toplanıyor. Bir yandan sıvalar atılıyor, bir yandan da badana yapılıyor.

Çalıştığımız katta İki karanlık oda vardı. Biri gazetenin kamera servisi, diğeri foto muhabirlerinin karanlık odası…

Kamera servisinde biz gazetenin filmlerini çeker, banyo yapar, oradan da kurutma makinesine koyardık. Muhabirlerle birlikte ortak kullanırdık kurutma makinesini. Fotoğraf makineleri film kullanıldığı için iktisatlı kullanılırdı. 32’lik filmler, o günün haberine göre kullanılır, ziyan edilmezdi. Film banyosunda kesilir, başka zaman kalan parçası kullanılırdı. Kimi zaman bir görüntü alabilmek için saatlerce yol gidilirdi.

Çileli bir meslekti muhabirlik. Tercan, bu mesleğin cefasını çekmiş emektarlarından.

“Hâlâ rüyalarıma giriyor yaptığım iş” diyor Tercan… “Fotoğraf makinem olduğu halde bir habere çıkmışım ve dönüyorum… Yazı işlerinde arkadaşlarla haber değerlendirmesi yapıyoruz. Sonra bir uyanıyorum ki, büyü bozuluyor.”

Aradan yıllar geçti. Bilgisayarlarla birlikte bazı değerlerimiz “dönüşüme” uğradı. Gazetecilik “medya”ya dönüştü. Muhabirlik hala geçerli bir meslek, ama geçmişteki gibi “çileli” olmaktan çıktı.

Buradan Selahaddin Ağabeyimize bir “ahde vefa” edelim dedik. Bu mesleğin çilesini çekmiş emektarlarımızdan Selahaddin Tercan’a selâm gönderiyoruz.

Mesele, ölmeden önce yaşayan değerlerimizin kıymetini bilmek.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*