Ahir zaman gerçeği ve insan olmanın gereği

Âyet-i Kerîme ve Hadis-i Şeriflerde: “Ahir zaman” olarak nitelendirilen “acip ve garip” asrın dehşetinden Sahabe-i Kiramın bile Allah’a sığındığı bir zaman dilimindeyiz!
Bu dehşet asrının hususiyetleri Âyet-i Kerîme ve Hadis-i Şeriflerin işaretlerine göre bilinip tesbit edilirse, insan ve olayları değerlendirmelerde yanlışlıklar yapılmaz.

“Ahir zaman” konusunda, Risale-i Nur Külliyatı’nda birçok bilgi ve dehşetine ait tesbit ve izahlar vardır. “Ahir zaman insan ve olaylarının” ruh, his ve dünya halleri ve atmosferine bu açıdan bakmak lâzımdır. Problemlerin teşhis ve çözümünde asıl sebep ve netice bilgisi çok önemlidir.

Bu yazımızda iki başlık var. Bu iki başlıkla olaya bakıldığı zaman konunun daha iyi anlaşılıp incelenmesinin daha faydalı olacağını düşünüyorum.

Bu iki başlık şöyledir:

1. “Ahir zaman” olan bu asrın dehşet veren halleri.

2. “Ahir zamanın” insan hayatındaki değişim, tesir ve etkileri ve bunların dikkate alınması!

Ölçümüz Risale-i Nur Külliyatı’dır. Bediüzzaman Said Nursî’nin Birinci maddede toplum ve insanlık için tesbit ettiği; “Ahir zaman” özelliklerden bazıları:

1. Acîb, dostsuz zaman!

2. Ahlâkın bozulmuş olması.

3. Aşılamak ve şırıngayla hükmeden halleri!

4. Belâların çoğalıp, afet halini alması.

5. Bin seneden beri Kur’ân ve İslâmiyet aleyhine çalışan yıkıcı cereyanların çoğalması.

6. Boğulan kalpler.

7. Camla elmasın beraber satıldığı bir ortamın oluşması.

8. Dalâletten çıkan bir merhametsizlik ve genel bir gafletin hâkim olması.

9. Dünya hayatının ağırlaşması. Ve dünya hayatının baki hayata bilerek tercih edilmesi.

10. Elîm hallerden olan, isyan, tuğyan, inat, gariplikler, küfür, galeyan, ilhad ve tahribatın artması.

11. Fakirlik ve yoksullukla zarurî ihtiyaçların çoğalması, geçim derdi zorlamasıyla damarların yaralanması.

12. Feci, dehşetli, meşhur fitnelerin zemin almış olması.

13. Fen ve felsefeden gelen acib bir gurur, garip bir firavunluk, dehşetli bir enâniyetle nefislerin şımartılmış olması.

14. Fırtınalı zeminlerin çoğalıp, hisleri iptal eden ve insanlığın nazarını boş şeylere dağıtan ve boğan cereyanların topluma hâkim olmaya başlaması.

15. Fitne ateşlerinin yaygınlaşması, menfi Batı medeniyetinin terbiyesine olan meylin artması.

16. Gaddar medeniyetten çıkan egoistlik.

17. Genel bir sersemliğin cemiyette hâkim olması.

18. Görenek baskısı ve tiryakilik tutkunluğuyla zarurî olmayan ihtiyaçların, zarurî hale gelmesi.

19. Hâkim cereyanların her şeyi kendi hesabına almaları.

20. Harb, deprem ve yangınlar gibi; semavî ve arzî musîbetlerin tesiriyle şeair-i İslâmiyenin sarsılması.

21. Hayatı ve cihanı sarsacak hadiselerin çoğalması,

22. Hayatı ve yaşamayı, herkesin her vakitte en büyük maksat ve gayesi haline getirmesi.

23. Hayatını güzelce medeniyet oyuncaklarıyla geçirme iştahının, tiryakilik hastalık haline gelmesi.

24. İnsanın ulvî lâtifelerinin ve kalb ve aklının nefs-i emmaresinin arkasına düşüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşmüş olması.

25. İnsaniyet zararına tahribat hesabına çalışan yıkıcı cereyanların çoğalması.

26. İsraf, iktisatsızlık, kanaatsizlik ve hırsa dayanan bir anlayış yüzünden bereketin kalkması.

27. Komitacılık fitnesiyle hareket ettirilen kitlelerin bir “şahs-ı mânevî” haline getirilip dalâletin öne çıkarılması.

28. Küçük bir dünyevî ihtiyacın, büyük bir dini ihtiyaca galip gelip tercih edilmesi.

29. Maddî havanın bozulmasıyla; asabî sinelerde meydana gelen manevî tahribat ve stres oluşması.

30. Maddiyyunluk fikrinin istilâ ettiği beyinlerin, her şeyi maddiyatla değerlendirir hale gelmesi.

31. Maneviyattan yabanîleşme.

32. Menfî cereyanların dehşetlenmesi, Menfî milliyetin çok ileri gitmesi.

33. Metanet ve sadâkatin kaybolması.

34. Mimsiz medeniyetin pisliğiyle dünyanın pislenmiş olması.

35. Sefahatle birlikte, zulüm ve haramın artması.

36. Siyaset ve felsefenin piyasaya hâkim olmasıyla hayat şartlarının ağırlaşıp zedelenmesi.

37. Şeriat-i Muhammediye (asm) ve şeair-i İslâmiyeye karşı yapılan acayip, ağır, dehşetli tahribatlar.

38. Şerlerin sel gibi toplumu kaplaması.

39. Şiddetli zulüm ve baskıların artması.

40. Tarafgirane fikirlerin yaygınlaşması.

41. Terbiye-i İslâmiyenin noksaniyetiyle kulluğun yeterince yapılamamasından meydana gelen inanç zayıflığının sebep olduğu, benlik, enâniyetin kuvvet bulmuş olması.

42. Toplum hayatında, “ondan, belki yirmiden birisine itimad edilmez” bir halin oluşması.

43. Toplum hayatının en temel ve en mühim esası olan hürmet ve merhametin sarsılması.

44. Toplumda, aldatanların çoğalması, sarhoş eden zehirli hal ve maddelerin fazlalığı neticesinde, geçici zevklerden alınan acı zehir hükmündeki aldatmacaların oluşması.

45. Yaşamak damarı ve sadece dünya hayatını düşünmenin öne çıkması.

46. Yaşamak şartlarının ağırlaşması ve çok çeşitlendirilmesi.

47. Zor bir zamanın, enaniyet ve bencilliğin hüküm sürdüğü bir devrin başlamış olması.

48. Zulümatlı bir zaman ve zeminin oluşması. (Kastamonu Lâhikası, Şuâlar, Tarihçe-i Hayat)

Bütün bunlar ve dahası bu dehşet asrın özelliklerinden bazıları. Gelecek yazımızda da bu şartlar ışığında bu asrın insanlarına bakış açımızın nasıl olması lâzım geldiğini yine Risale-i Nurlar’dan misallerle bahsetmeye devam edelim inşallah.

Geçen yazımızda “Ahir zamanın” özelliklerinden bahsetmiştik. Şimdi de bu asırda yaşayan bir insan olarak bu şartların insan unsuru üzerindeki menfi tesirlerine karşı, nasıl bir tavır ve değerlendirme yapmamız lâzım geldiği konusuna bir bakalım. Üstad Bediüzzaman Said Nursî bu konuda; fert ve toplum için, manevî sorumluluk şuuruyla tavsiye ve tatbik ettiği yepyeni ve meşrû yol; insaflı, dengeli, prensipli, müsamahalı bir müsbet hareket tarzıdır.

Malûm olduğu üzere, zaman, iklim ve çevrenin insan bedenî ve manevî hayatı olan; ruh, akıl, kalp ve his dünyasında büyük tesiri vardır.   Bunun içindir ki, başta dostlarımız, bütün insanların hal, tavır, fikir ve görüşlerini değerlendirirken şu önemli unsurları akılda tutmak gerekir:

1. Her ferdin ayrı bir fıtratta ve çok farklı özel his ve dünyasının olduğunu kabullenmek.

2. Her ferdin ve tarzının, İslâmî ve hukukî açıdan değerlendirilip sorgulanması gerektiğini.

3. Her ferdin toptancı bir zihniyetle değil, sadece kendi yaptıklarıyla ve belli zaman dilimi ve ferdî olay üzerinden çok dikkat ve itina ile, “şahsa özel” değerlendirmeye tabi tutulması gerektiğini.

4. Her ferdin içinde bulunduğu şartların; kalp, ruh ve his dünyasının dikkate alınarak çok iyi tahlil edilip değerlendirilmesi gerektiğini.

5. Değerlendirilecek şahıs ve olayda; bize düşen pay olan; insaflı olma, adaletli davranma, tarafgir olmamayı asla unutmamayı.

6. Asrın dehşetinin getirdiği; nefis, şeytan ve özel şartlar.. vb gibi birçok hususu dikkate almanın önemli olduğunu.

Burada; her ferdin kendine özel farklılıkları olduğunu, bir başka şahsa göre; çok farklı tepki ve düşünceleri olduğunu ve olabileceğine dikkat etmek gerekiyor.

Bütün bunlar, insan ve olay olarak özelde, farklılıklar dikkate alınarak sağlıklı düşünülüp yapılması önemlidir. Toptancı değerlendirmeler, İslâmî, insanî ve hukukî değildir. Yanlış yaklaşımlar yanlış sonuçlar doğurur. Sonra da; zan, gıybet, itham, iftira ve haksızlıklar doğar.

Hak, adalet, vicdan, merhamet ve hukukun arandığı bir devirde Müslüman bir ferde düşen inandığı manevî değerlerin gereğini yerine getirmek ve İslâmî yaşantıyı bizzat şahsında yaşamaktır.

Bütün değerlendirmeler, hem İslâmî, hem de gerçek fıtrî hukukî kurallar dahilinde yapılmalıdır.

“İslâmiyetin özü olan kimlikle” Müslüman bir kul olma kimliği ince farkını da anlayıp özümsemek ayrı bir değerdir. Bazı değerlerin eksen kaymasına uğradığı bu helâket felâket asrında öze bağlı kalmak hayatî önem taşıyor. Bunun için, İslâmiyette olmayan bir sıfat, bir “Müslüman” fertte görülebilmektedir. “İslâmî kimlik” Îlâhî bir esastır. Büyük bir sorumluluğu ve ağır bir vebali vardır. Gerçek “Müslüman kimlik” asla dünyevî konuya alet ve istismar edilmemelidir. “İslâmla”, “Müslüman”, farkı iyi anlaşılamazsa kafa karışır. Bu ince fark ve “kimlik” iyi hazmedilmelidir.

Bediüzzaman’ın; “Bir Müslümanın her hareketi ve vasfı İslâmî olmadığı gibi, her kâfirin de her hareketi ve vasfı küfür olmak lâzım değildir.” diyerek bu gerçeği tesbit etmiştir. “Yalan söz” küfrün alâmetlerindendir. Bir Müslüman yalan söylerse günah işler, fakat kâfir olmaz! Bir kâfir de doğru söylerse Müslüman olmaz, ama güzel bir hareket yapmış olur.

İslâmiyet, şeriattır, kanundur, hükümler, ahkâmlar bütünü ve manzumesidir. İslâmiyette –hâşâ-kusur yoktur ve olamaz. Ama Müslümanda kusur ve noksan vardır ve olacaktır. Bunun içindir ki; bir Müslümanda görülen bazı hatalar yüzünden, toptancı bir zihniyetle onu dinden çıkarmak ne kadar yanlışsa, bu şahsî hatayı İslâmiyete mal etmek de o kadar veya daha fazla yanlıştır. Konunun inceliği bilinemezse, şahsî basit hatalar yüzünden bir Müslümana büyük haksızlık yapıldığı gibi İslâmiyet konusunda da yanlış algılamalar olur!

Şeriat, kanun, akıl, mantık, insaf, vicdan, meşrûiyet, hak ve hukuk prensipleri yerine; tarafgirane, nefsi, haksız, dayanaksız, fevri ve toptancılık kokan karar ve hükümler vebali gerektirir. Manevî mesuliyetlerimizi azaltmak ve toplum ve cemiyetin dinamiklerini yerinde sabit tutup sağlamlaştırmak için, insan olarak hukukun, Müslüman olarak da Kur’ân’ın ve Sünnetullahın tarzına uygun hareket etmemiz gerekiyor.

Hata ve kusurlardan kaçınma gayretimize rağmen yapılan hataların asıl sebepleriyle, azaltmanın ve insafla davranıp makul bir seviyeye çekmenin yolu da Risale-i Nur Külliyatı’nda vardır!

Özellikle; Lâhikalar ile müdafaalar! “Ahir zamanın dehşeti ve girdabının!” Çoğunu savurtan, çizgiden çıkartan, zan, gıybet, iftira, tarafgirlik gibi menfiliklere atan baş sebep “nefsimizi” dinleyip mağlûp düşmemiz!” olarak görünüyor. İşte bu; “ahir zamanın dehşeti ve taunudur!”

Sadece etrafımızda olan insanlara değil; insan olan her insana, düşüncesi, fikri, kimliği, etnik kökeni, cinsiyeti, milliyeti, dinî inancı, felsefi görüşü ne olursa olsun herkesi bu asrın dehşetinden, baskı ve tesirinden kurtarmak için; insanca, medenice, nezaketle ve samimiyetle yaklaşıp, davranarak haksızlık ve zulme karşı “ahir zamanın” girdabından kurtaracak yollara yönelmemiz gerekiyor.

“Ahir zaman dehşetli şartlarının” her insanda açtığı derin yaraları iyi teşhis çözüme atılan bir yoldur. Unutmayalım,  İslâmiyetin en ana esaslarından olan; kardeşlik ve uhuvveti devam ettirmek sorumluluğuna göre hareket etmek gerekiyor. Kardeşliği sarsacak menfi- liklerin başında; zan, gıybet, itham, dışlama, tarafgirlik ve ayırımcılıktır. Karşımıza çıkan her şahıs ve olay hakkındaki zorluk ve menfilikleri; ciddî araştırma ve bilgi edinme ile müsbete kanalize edebiliriz. Bu da ciddî bir manevî eğitim ve nefis muhasebesini gerektirir. Vicdan ve insafın fıtratlarına uygun şekilde eğitilmesi şarttır.

Toplum hayatının dinamiği olan manevî hayat, ülkenin, İslâm âleminin ve insanlığın mahvedicisi olan tahripkârlıklara karşı mânevî bir eğitim ve gayretle etkisiz hâle getirilebilir.

Netice olarak, insanlık bu kadar çarpık ve dehşetli bir asrı yaşıyor. İnsan olmanın fıtratı gereği; eksik, kusur, hata, noksan, günah ve olumsuzluklarla burun buruna bir hayatın içindeyiz.

Bütün bunlara karşı en başta; Cenab-ı Hakk’a sığınıp O’ndan af ve mağfiret dilemeliyiz. Çevremizdeki dostlarımız, akrabalarımız, komşu ve ahbaplarımızdan göre geldiğimiz bütün menfiliklerin sadece kendi noksan ve hatalarından değil de “asrın dehşetinin” verdiği etki ve baskıdan kaynaklandığını ve bu gaddar asrın hepimiz üzerinde müthiş bir menfi tesir oluşturduğunun şuurunda olursak daha sağlıklı bir hayat ve değerlendirmelerde bulunabiliriz diye düşünüyorum.

Toplumun fertleri olarak birbirimize karşı; anlayış, muhabbet, şefkat, müsamaha ve hoşgörüyle davranıp manevî mes’uliyetin sorumluluğunda bir fikir ve düşünce tarzını hayatımıza rehber etmemiz herkesin yararınadır.

NOT: Başta Koronavirüs musîbeti olmak üzere hastalanan bütün dost ve kardeşlere âcil şifalar diliyorum. Vefat edip, ahiret yurduna giden merhum ve merhume din kardeşlerimize de Allah’tan rahmet niyaz ediyorum. Akraba ve yakınlarına sabırlar diliyorum.  N. E.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*