Aklına sığışmıyor diye hadisi inkâr etme

altBediüzzaman Said Nursî, mânâsı açık olmayan, anlaşılması için tefsir ve tevile ihtiyaç gösteren müteşabih hadisleri aklına sığıştıramadığı için hemen “mevzu” diyerek inkâr edenleri Risale-i Nur’da “hadis usûlü”ne dair verdiği önemli ölçülerle ikaz ediyor.
Kıyamet alâmetleri, Mehdi ve Deccal’le ilgili hadislerin makul izahlarını ortaya koyduğu Beşinci Şua isimli eseri için ise, Müslümanları ve özellikle de ilim ehlini, hadis-i şerifleri inkârdan ve imanî şüphelerden kurtarmak maksadıyla kaleme aldığını söylüyor.

RİSALE-İ NUR, O HADİSLERİN TEVİLİNİ KUR’ÂN’IN FEYZİYLE GÖSTERMİŞ

Kıyâmet alâmetlerinden ve âhir zaman vukuâtından ve bâzı amâlin fazîlet ve sevaplarından bahseden ehâdîs-i şerîfe güzelce anlaşılmadığından, akıllarına güvenen bir kısım ehl-i ilim, onların bir kısmına zayıf veya mevzu demişler. İmânı zayıf ve enâniyeti kavî bir kısım da, inkâra kadar gitmişler. (…) Aklın hilâf-ı hakikat gördüğü bir hadîsin inkârına kalkışma. “Ya bir tefsiri, ya bir tevili, ya bir tâbiri vardır” de, ilişme. (…) Nasıl Kur’ân-ı Hakîm’in müteşâbihâtı var, tevile muhtaçtır veyahut mutlak teslim istiyor; ehâdisin de Kur’ân’ın müteşâbihâtı gibi müşkülâtı vardır. Bazen çok dikkatli tefsire ve tâbire muhtaçtır…

Geniş bilgi için bkz: Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Üçüncü Dal

***

Madem şu mesele açılmış, medar-ı münakaşa edilmiş, biçare avâm-ı nasın zihninde sû-i tesir ediyor. Çünkü şu gibi müteşabih hadisleri aklına sığıştıramadığı için, eğer inkâr etse, dehşetli bir kapı açar; yani küçücük aklına sığışmayan kat’î hadisleri dahi inkâra yol açar. Eğer zâhir-i hadisin mânâsını tutarak öyle kabul edip neşretse, ehl-i dalâletin itirâzâtına ve “Hurafattır” demelerine yol açar.

Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektub, s. 587

***

Bir kısım hadislerin mânâsı ve tevili bilinmemesinden, “Akıl kabul etmiyor” diye inkâr edenlere karşı avâmın imanını kurtarmak fikriyle, çok zaman evvel Dârü’l-Hikmet-i İslâmiyede iken ve daha evvel aslı yazılan Beşinci Şuâ…

Şuâlar, On Dördüncü Şuâ, s. 566

**

Faraza o hadîslerden birisi mevzu da olsa, mevzuun mânâsı, “hadîs değil” demektir. Yoksa mânâsı yanlıştır demek değildir ki, darb-ı mesel nev’inde ümmet o rivayeti kabul etmiş. Bu nevi tevilâta yanlış diyenler, kaç cihette yanlış olduğu gibi, ümmetin telâkkisine ihanet ve hadîsleri inkârdır. Ve “Süfyana dair hiçbir hadîs yoktur, varsa mevzudur” diyen müddeî hiç hadîs kitaplarını okumadığı, belki Kur’ân’ın sûrelerinin ne kadar olduğunu bilmediği halde, biri bir milyon, diğeri beş yüz bin hadîsi hıfzına alan İmam-ı Ahmed ibn-i Hanbel ve İmam-ı Buhârî gibi müçtehidlerin, böyle küllî ve umumî bir tarzda cesaret edemedikleri halde, o müddeî, küllî bir surette ve umumî bir tarzda “Süfyan hakkında hiçbir hadîs yoktur, varsa mevzudur” demesiyle haddinden binler defa tecavüz edip büyük bir hatâyı irtikâp etmiş. Farz-ı muhal olarak hadîs de olmasa, ümmet-i İslâmiyede bir hakikat-i içtimaiye ve müteaddit defalar eseri görülmüş vâki ve hak bir hadise-i istikbaliyedir.

Şuâlar, On Dördüncü Şuâ, Hata-Savab Cetveli, s. 662

***

Âhirzamanda Hazret-i İsa (as) nüzulüne ve Deccalı öldürmesine ait ehâdis-i sahihanın mana-yı hakikîleri anlaşılmadığından, bir kısım zahir ulemalar, o rivayet ve hadislerin zahirine bakıp şüpheye düşmüşler veya sıhhatini inkâr edip, veya hurafevâri bir mana verip, âdeta muhal bir sureti bekler bir tarzda avâm-ı Müslimîne zarar verirler. Mülhidler ise, bu gibi zahirce akıldan çok uzak hadisleri serrişte ederek hakaik-i İslâmiyeye tezyifkârâne bakıp taarruz ediyorlar. Risale-i Nur, bu gibi ehâdis-i müteşâbihenin hakiki tevillerini Kur’ân feyziyle göstermiş.

Kastamonu Lâhikası, 43. mektup, s. 99

***

Bir Rafızî bir hadîse yanlış mana verse veya yanlış amel etse, acaba hadîsi inkâr etmek mi lâzımdır, yoksa o Rafızîyi tahtie edip namus-u hadîsi muhafaza etmek mi lâzımdır?

Münâzarât, s. 57

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*