AKP’nin AB sürecinde yeni rol modeli: İngiltere

Gençliğini kısmen Beyaz saray’da ve neocon siyasetçilerin rahle-i tedrisinde geçirmiş en değişken bakanımızın beyanatı bizi şaşırtmadı: “AB sürecinde Türkiye İngiltere‘yi takip etmeli.” Özellerinden vazgeçmeyen İngilizleri kabul ettiği gibi bizi de özellerimizle kabul etmeli…

Efkâr-ı amme İngiltere’nin özellerini nereden bilecek… Devekuşu gibi  sorumluluklar tekabül ettiğinde bir ayağını dışarıya, Birliğin nimetleri söz konusu olduğunda tekrar içeriye alan İngiltere’nin bu halinden şikâyetçi olmayan kaç Avrupalı bulabilirsiniz ki… II. Dünya Savaşı sürecinde Almanya ile yaptığı savaşta, Yahudi sermayedarları adaya toplayan ve daha sonra onları Amerika’ya pazarlayan İngiltere’nin AB içindeki pozisyonunu iyi anlayabilmek için I. Ve II. Dünya Savaşlarına giden şartları ve savaş sonrasındaki süreçleri çok iyi bilmek gerekiyor. Fitneyi, çatışmayı, sömürgecilik ve ırkçılığı eğitim müfredatında sistemleştiren İngilizlerin AB‘nin yanından bile geçmemeleri gerekiyordu. Fakat II. Dünya savaşının Avrupa’ya, bilhassa Fransa ve Almanya‘ya yaşattığı dehşetten titreyen musîbetzede milletlerin barış arayışları İngiltere‘yi ürküttüğünden AB‘ye kerhen katıldı. Kolonyal politikaları, hâlâ Asya ve Afrika’da peşinden koşturduğu fitneler ve Londra’yı mesken edinmiş belli sermaye ile global terörü desteklemesi; İngitere’nin, şeffaflığı, ileri demokrasiyi, insan onurunu, medeniyet harikalarının insanlığın faydasına kullanılmasını ve çevre hassasiyetini ilke edinmiş AB’ye şartsız girmesine elbette engeldir.

2008 ve sonrası kıt’a Avrupa’sında şiddetli etkisini gösteren krizleri etraflıca inceledğinizde, hadisenin Londra banka ve fonlarıyla ilgisini görmemeniz mümkün değildir. ABD ve AB‘de tutunamayan global fonların İngiltere’yi mesken edinmelerinin Avrupa ve Amerika ekonomilerine getirdiği zararı ayrıca araştırmak lâzım. Paranın kazanım biçiminden ziyade bizzat kendisini önceleyen İngiliz malî politikasında kimlerin söz sahibi olduğunu araştırırsanız George Soros’un İngiltere Merkez Bankasına nasıl diz çöktürdüğünü de öğrenirsiniz. Küçülmüş dünyamızda yeryüzünü yağmalayan köpek balıklarıyla çekirge sürülerinin talandan sonra adaya hangi yollarla döndüklerini görürsünüz. Londra’yı dünya finans merkezi kabul edenlerin nasıl ve niçin’e cevap verememeleri hüzün vericidir. Bu söz konusu sermaye ile dünyada siyaset aracılığıyla yeni kapitaller edinen global sınıflarla ittifak kurmuş İngiltere elbette euro bölgesine katılmayacaktır. Emniyeti için Schengen vizesini yeterli göremeyecektir. Ve bilhassa Avrupa’daki global devrimcilerle birlikte mazlûm coğrafyalarda mümkün olduğu kadar çatışma çıkarmaya çalışacaktır. Elbette İngiltere’nin özelleri yalnız bunlardan ibaret değildir.

BİZİM ÖZELLERİMİZE GELİNCE

Siyasetin çok yüzlülüğü şu son on senede bütün dünyada tavan yapıyor. Her konuda birbiriyle çelişen onlarca açıklama ile zihinleri şaşırtan hükümetimizin bizce en önemli özeli ulusalcı politikalardır. Düne kadar rey kaygısıyla Millî Görüş üslûbunda söylenenleri yok farz ediniz. Esas mesele Kemalizmdir. AB sürecinin Kemalistlere yaşattıkları ortadayken bir de AB’ye girmek… Yüz seneye yakındır Osmanlının tahtına oturmuş Selanikliler saltanatının son bulmasını, AKP’yi iktidara taşıyanlar istemiyorlar. Burada Kemalistler ABD ile AB içindeki neocon ve neoliberallerden destek görüyorlar. Bu destek siyasal İslâmcılarımızla kamufle ediliyor. AB süreci yalnızca Kemalistleri bunaltmıyor, ülkeyi murakabesiz ve muhalefetsiz idareye alışan AKP‘yi de bunaltıyor.

Şu gerçeğin altını dikkatle çizelim: Kemalizm denilen ulusalcılıkta AKP, MHP ve CHP aynı damardan besleniyorlar. Ergenekon sanığı eski MGK sekreteri Tuncer Kılıç’ı Rus ve Çin yandaşlığıyla suçlayan Başbakan’ın ajandasında Kopenhag Kriterleri yerine Ankara Kriterleri yazılmış. Bunun meyveleri ise 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat müdahaleleridir.

ŞANGHAY ŞANTAJI MI, YOKSA AŞKI MI?

Muharrirlerimizi okuduk. Başbakanımıza hak verenler de var, şantaj yapıyor diyenler de… AKP kurmaylarındaki geleneksel Batı düşmanlığının depreştiğini iddia edenler de. Biz işin başından beri AKP’nin millet siyasetine dayalı bir partiden ziyade II. Avrupa’ca desteklenen bir siyasî proje olduğunu söyleye geliyoruz. Global devrimcilerle ittifak ederek iktidara gelen bu kadroların programları, yol haritaları, misyonları ve icraatları daha önce bahsettiğimiz enstitülerde kayıt altına alınmıştı. Hareket alanına sahip olamadıkları, İslâmî şeairin muhafazasında, Siyasî Partiler Kanununda, Kürt meselesinde ve nihayet Arap baharı konusunda ortaya çıkmıştır. Kontrollerindeki sermayeyi yirmi seneye yakındır Çin’e taşıyarak AB’yi zaafa uğratan II. Avrupalılar son zamanlarda yoldaşlarına Çin ve Hindistan’ı gösteriyorlar. Güç merkezinin Batıdan Doğuya kaydığını iddia ediyorlar. İnsanî değerler, hürriyetler, halkın refahı, hukuk ve genel ahlâkta hâlâ medeniyetin alt kademelerinde bulunan toplumları örnek gösteren neoconlara başbakanımızın iltifatının başka sebepleri var kanaatindeyiz: Büyük şehirlerdeki tatlı rantı oluşturan gökdelenler, ülke nüfusunun dörtte birini bir şehre toplama arzusu, halkın tüketim canavarını besleme yolunda modern köle olarak çalıştırılması, vatanın hammadde kaynaklarının lüks tüketime peşkeş çekilmesi, idareci ve burjuvanın ülkeyi kapalı devrelerle yönetmeleri gibi AKP kurmaylarınca da benimsenmiş ortak değerlerden dolayı Başbakanımız pusulayı Şanghay’a çevirmiş gibi…

Neocon ve neoliberal ittifaklardan uzak bir Türkiye’nin bu beşli ile de ortak çalışması AB’ye fayda sağlamaz mıydı?  Ama hükümetin AB’den kaçıp dünya siyasetini neocon alfabesiyle okuması, maalesef buna da imkân vermiyor.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. A.KE.PE. adına, Kurtla ulumak, kuzuyla melemek diye buna denir bence. Ne halt edeceklerini bilmeyen istikameti belli olmayan bir şaşkınlar ordusu. Suriyeyi ecnebilere peşkeş çeken Müslüman katilleri.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*