Aldın, kabul ettin mi?

Image

İslamın beş şartının ikincilerinden olan zekattan bahsettiğimi anlamışsınızdır her halde.

Çocukluk günlerimin Ramazanından hatırlıyorum bu cümleyi. 60’lı yıllarda, biraz da cahil olan bazı insanlar tarafından,zekat verdikleri kimselere söylenen sözdü bu. Üç kere “aldın kabul ettin mi?” diye söylerlerdi. Öyle olurdu ki, bazen muhatap terler ve “kabul ettim “ kelimesini tekrarlarken utanırdı.

Halbuki,zekatını vereceği kimseyi rencide etmeden bu işi yapması en iyisi ama, işte dediğimiz gibi,biraz cehalet, biraz da, bir şeyler duymuş bu mevzuda, hani açıktan vermenin, vermeyenleri de teşvik edeceğini falan. Ama, bu şekilde abes bir surette de olmaz. Bu, yapılan yardım, sadaka, zekat. Sonra, kimin malını kime veriyorsun? Cenab-ı Hak, zengin etmiş seni. Onun verdiğinden de fakire vermeyi yine o emrediyor. O da onun hakkı.

Kur’an da Cenab-ı Hak, 32 yerde zekatı emrediyor ama, sadece zekatı değil. Hep, namazla birlikte zekatı. “Namazı dosdoğru kılın,zekatı verin” diye. Çok enteresandır bu da. Üstad Hazretleri, bunu İşarat-ül İcazda açıklarken diyor ki; “….namaz dinin direği ve kıvamı olduğu gibi,zekat da, İslamın kantarası, yani köprüsüdür. Demek;birisi dini, diğeri asayişi muhafaza eden ilahi iki esastırlar. Bunun için birbiriyle bağlanmışlardır…”

Demek ki, Müslüman olduğumuzun işareti olan namaz, dinimizin direği olduğu gibi, islamın, Müslümanlar arasındaki; sevgi, saygı, hürmet, muhabbet vs. yi birbirine kavuşturan bir köprü olarak da zekat geliyormuş. ”Benim verdiğimden,fakire verin” diye emreden Cenab-ı Hak’kın emrine tabii olarak zenginlerimizin muhakkak zekatlarını vermesi lazım, hele de bu mübarek Ramazan’da. Çünkü o malı onlara veren, malın hakiki sahibi öyle istiyor.

Yine, rüya-yı hayaliyedeki zekatla alakalı kısmı  da hatırlamak lazım: “Cenâb-ı Hak bir kısım maldan onda bir veya bir kısım maldan kırkta bir, kendi verdiği malından birisini bizden istedi tâ bize fukaraların (fakirlerin) dualarını kazandırsın ve kin ve hasetlerini men etsin. (onların,senin malındaki düşmanlık ve kıskançlığını kaldırsın) Biz, hırsımız için tamahkârlık (aç gözlülük) edip vermedik. Cenâb-ı Hak, müterakim (daha önce verilmediği için birikmiş) zekâtını, kırkta otuz, onda sekizini aldı. “Yani;% 2,5 yerine, % 75 ve % 10 yerine de, %80’ini aldı.

Yıllar önce bulunduğum bir beldede, beyaz eşya satan bir mağazada yangın çıkmıştı, şehrin göbeğinde idi. Herkes seyrediyordu, zannedersem oğlu da içinde yanmıştı. Biz de yaklaşıp, ne olduğunu öğrendiğimizde anladık ve üzüldük. Meğer o zat zekatını vermiyormuş, filozof vatandaşımız da orada konuşuyordu, ”bu adam zekatını vermezdi, işte böyle oldu” diye. İşte, Allah muhafaza eğer zekat vermekten sakınırsak, sonunun çok acı hüsran olacağının böyle çok misallerini görüp, duymuşuzdur. Ve yine üstadımızdan aynı yerden, mevzuu ile alakalı bir paragraf daha;

“Hülasa:Tabakalar arasında musalahanın (barışın) temini (sağlanması) ve münasebetin tesisi (birbiri arasındaki bağın kurulması), ancak ve ancak erkan-ı İslamiyeden (İslamın beş şartından) olan zekat ve zekatın yavruları olan sadaka ve teberruatın (karşılıksız yapılan bağış) hey’et-i içtimaiyece (sosyal hayat) yüksek bir düstur ittihaz edilmesiyle (bir kaide, usul olarak kabul edilmesiyle) olur.”

 

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*