Âlem-i eşcar ve nebatat

mustafa-ozturkcuGeniş ve engin sahralar üzerinde, koca dağların yamaçlarında, denizlerin, göl ve dere kenarlarında, bağlarda, bahçelerde ve daha bir çok mekânlarda, nazlı nazlı süzülürler, güzel endamları içinde, bakar dururlar bizlere…
Âlem-i eşcar ve nebatat olarak bilinen, bu güzel yaratıklar, koca kâinatın süsleri olup, etrafa çok manaları fısıldarlar… Bakan ve gören gözler için her birisi ayrı ayrı güzellikleri anlatır ve bir Rabb-i Rahimlerine işaret ederek, o Yüce Yaratıcının mühür ve sikkelerini taşırlar üzerlerinde. Ağaçlar, otlar, güller, meyveler ve sebzeler hepsi de güzelden gelen güzellikleri paylaşırlar, muavenet içinde oldukları diğer bütün yaratılanlarla birlikte. Ne güzeldirler, demeye varmadan ne kadar güzel yaratılmış, demeli insan…

Kâinat sofrasında, şu güzelliklere paragraf açan Üstad Bediüzzaman Hazretleri, güzelliklerdeki manayı ifade ederken Bir dünya yolcusu insana yönelerek, der ki;

“Sonra, o yolcu dağda ve sahrada fikriyle gezerken, eşcar ve nebatat âleminin kapısı fikrine açıldı. Onu içeriye çağırdılar, “Gel, dairemizde de gez, yazılarımızı da oku” dediler. O da girdi, gördü ki, gayet muhteşem ve müzeyyen bir meclis-i tehlil ve tevhid ve bir halka-i zikir ve şükür teşkil etmişler. Bütün eşcar ve nebatatın envâları, bil’icmâ, beraber; Lâ ilâhe illâ Hû diyorlar gibi lisan-ı hallerinden anladı. Çünkü bütün meyvedar ağaç ve nebatlar; mîzanlı ve fesahatli yapraklarının dilleriyle ve süslü cezaletli çiçeklerinin sözleriyle ve intizamlı ve belâgatli meyvelerinin kelimeleriyle beraber, müsebbihâne şehadet getirdiklerine ve Lâ ilâhe illâ Hû dediklerine delâlet ve şehadet eden üç büyük küllî hakikati gördü.

Birincisi: Pek zâhir bir surette kastî bir in’am ve ikram pek zahir bir surette kastî bir in’am ve ikram ve ihtiyârî bir ihsan ve imtinan manası ve hakikati her birisinde hissedildiği gibi, mecmuunda ise, güneşin zuhurundaki ziyası gibi görünüyor. İkincisi: Tesadüfe havalesi hiçbir cihet-i imkânı olmayan kastî ve hakîmâne bir temyiz ve tefrik, ihtiyarî ve rahîmâne bir tezyin ve tasvir mânâsı ve hakikati, o hadsiz envâ ve efratta gündüz gibi âşikâre görünüyor ve bir Sâni-i Hakîmin eserleri ve nakışları olduklarını gösterir.

Üçüncüsü: O hadsiz masnuatın yüz bin çeşit ve ayrı ayrı tarz ve şekilde olan suretleri, gayet muntazam, mizanlı, ziynetli olarak, mahdut ve mâdud ve birbirinin misli ve basit ve câmid ve birbirinin aynı veya az farklı ve karışık olan çekirdeklerden, habbeciklerden o iki yüz bin nevilerin farikalı ve intizamlı, ayrı ayrı, muvazeneli, hayattar, hikmetli, yanlışsız, hatâsız bir vaziyette umum efradının sûretlerinin fethi ve açılışı ise öyle bir hakikattir ki, güneşten daha parlaktır ve baharın çiçekleri ve meyveleri ve yaprakları ve mevcudatı sayısınca o hakikatı ispat eden şahitler var diye bildi. “Elhamdû lillâhi alâ nimeti’l-îman” dedi.” “Hususan meyvelerin bedî’ bir surette, etleri çok muhtelif, san’atları çok acib, çekirdekleri çok hârika olarak yapılarak o yemek tablalarını ağaçların ellerine verip ve nebatların başlarına koyarak zîhayat misafirlerine göndermek cihetinde, lisan-ı hal olan tesbihatları, zuhurca lisan-ı kal derecesine çıkar. Bütün onlar senin mülkünde, senin kuvvet ve kudretinle, senin irade ve ihsanatınla, senin rahmet ve hikmetinle müsahhardırlar ve senin herbir emrine muti’dirler.

Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey kibriya-yı azametinden tesettür etmiş olan Sâni’-i Hakîm ve Hâlık-ı Rahîm! Bütün eşcar ve nebatatın, bütün yaprak ve çiçek ve meyvelerinin dilleriyle ve adediyle; Seni kusurdan, aczden, şerikten takdis ederek hamd ü sena ederim.

Ey Fâtır-ı Kadîr! Ey Müdebbir-i Hakîm! Ey Mürebbi-i Rahîm! Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın talimiyle ve Kur’ân-ı Hakîm’in dersiyle anladım ve iman ettim…” (Şuâlar)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*