Âlem-i şehadet ve unsur-u mahlûkat

altMuhtelif hususiyetleriyle birlikte, sayılamayacak kadar çok olan, unsur-u mahlûkat, Âlem-i şehadet denilen, yaşadığımız hayat içinde, iç, içe ve birlikte var olup, hayatiyetlerini devam ettirmektedirler..

Gözle görülen ve hissedilen, bu unsur-u mahlûkatlar arasında ‘Külli âlemler’ olarak tasvibleri mümkün olan âlemler mevcuttur.

Bunlar, Âlem-i insaniyet, Âlem-i hayvaniyet ve Âlem-i eşcar nebadat olarak bilinirler.

Âlem-i şehadetteki unsur-u mahlûkatlardan olan bu âlemleri ayrı ayrı özellikleriyle birlikte, bir bütün olarak, Cenâb-ı Hakk’ın varlığına ve birliğine şehadet ettikleri ve O’nu gösterdiklerini söyleyerek değerlendiren, Bediüzzaman Hazretleri şunları söyler;

“Kâinatın ulvî ve süflî tabakatındaki bütün âlemler, ayrı ayrı lisanla birtek neticeyi, yani birtek Sâni-i Hakîmin rububiyetini gösteriyorlar.

Şöyle ki: “Nasıl göklerde-hattâ kozmoğrafyanın itirafıyla dahi-gayet büyük neticeler için gayet muntazam hareketler, bir Kadîr-i Zülcelâlin vücud ve vahdetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir. Öyle de, zeminde, bilmüşahede—hattâ coğrafyanın şehadetiyle ve ikrarıyla—gayet büyük maslahatlar için, mevsimlerdeki gibi gayet muntazam tahavvülâtlar dahi, aynı o Kadîr-i Zülcelâlin vücub-u vahdetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir.” (Sözler: 1071)

Âlem-i şehadette var olan ve her birisi ayrı birer tevhid bayrağı gibi, vacib-ül vücub olan Cenâb-ı Hakk’ın varlığını ve birliğini ilân eden unsur-u mahlûk’un hikmet, gaye ve varlıklarındaki esasları, yine Bediüzzaman şu ifadeleriyle dile getirir:

“Mecmu-u kâinatın yüzüne, envâın birbirine karşı gösterdikleri teavün, tesanüd, teşabüh, tedahülden mürekkep geniş bir sikke-i vahdet konulduğu gibi, zeminin yüzüne de, dört yüz bin hayvanî ve nebatî taifelerden mürekkep bir ordu-yu Sübhânînin ayrı ayrı erzak, esliha, elbise, talimat, terhisat cihetinde gayet intizamla, hiçbirini şaşırmayarak, vakti vaktine verilmesiyle koyduğu o sikke-i tevhid misillü, insanın yüzüne de, herbir yüzün umum yüzlere karşı birer alâmet-i fârika bulunmasıyla koyduğu sikke-i vahdâniyet gibi, herbir masnuun yüzünde, cüz’î olsun küllî olsun, birer sikke-i tevhid ve herbir mahlûkun başında, büyük olsun küçük olsun, az ve çok olsun, birer hâtem-i ehadiyet müşahede edilir.“ (Şuâlar: 57)

Âlem-i şehadet meskeninde mevcut, unsur-u mahlûkatların mevcudiyetindeki, daha bir çok sır’ları ve varlıklarındaki ehemmiyetli manaları, eserlerinin muhtelif satırlarında izhar eden Bediüzzaman Hazretleri, mezkûr mahlûkatın lisan-ı hal ve lisan-ı kal’leriyle bir, Bir’i işaret edip gösterdiklerini yine şu satırlarda belirtir ve şöyle der;

“Ey esbâbperest insan! Acaba, garip cevherlerden yapılmış bir acip kasrı görsen ki yapılıyor. Onun binasında sarf edilen cevherlerin bir kısmı yalnız Çin’de bulunuyor. Diğer kısmı Endülüs’te, bir kısmı Yemen’de, bir kısmı Sibirya’dan başka yerde bulunmuyor. Binanın yapılması zamanında, aynı günde şark, şimal, garp, cenuptan o cevherli taşlar kolaylıkla celb olup yapıldığını görsen, hiç şüphen kalır mı ki o kasrı yapan usta, bütün küre-i arza hükmeden bir Hâkim-i Mu’cizekârdır?”

“İşte, ey kendini insan zanneden insan! Madem mâhiyetin böyledir, seni yapan ancak o Zat olabilir ki, dünya ve âhiret birer menzil, arz ve semâ birer sayfa, ezel ve ebed, dün ve yarın hükmünde olarak tasarruf eden bir Zat olabilir. Öyleyse, insanın mâbûdu ve melce’i ve halâskârı O olabilir ki, arz ve semâya hükmeder, dünya ve ukbâ dizginlerine mâliktir..” (Lem’alar: 328)

Âlem-i şehadet içinde var olan, unsur-u mahlûkatın dillerinin izharı, işte böylesine manalarla mücehhezdir, Elhamdulillah…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*