Alışveriş festivalleri

İstanbul havaalanında Ankara Alışveriş Festivali reklâmını gördüğümde, önce bir şaşkınlık duydum içimde… Buradaki insanları Ankara’ya alış verişe dâvet eden panoya uzun uzadıya baktım. Festival organizesine katılmış Avrupalı ve Amerikalı dev firmaların “marka!” olmuş isimleri sırayla gözümün önünde arz-ı endam ettiler.

Reklâm panosuna üstünkörü baktığımızda herşeyi gayet normal görebiliyoruz. Nihayet bir festival organizesi… Fakat reklâm panosunun örttüğü veya gösterdiği önemli şeyler var. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir millete yapılmayan bir sömürüyü, bu ülkenin yöneticileri organize ediyor, belediye imkânlarıyla bir milleti dışarıdan gelen sermayedarlara adeta soyduruyorlar.

İtiraz etmeden önce azıcık dinleyelim. Türkiye’de 12 Eylül’den bu yana düşüşe geçen “yerli üretimin” can çekişmekte olduğunu biliyorduk. Ve on seneye yakındır devam eden şu hükümetle de, ülke Avrupalı “dev markalara” taşeron iş yapan “ucuz işçi cennetine” dönüştü. Kemal Derviş’in önderliğinde yapılan ticarî operasyonlarla ticaretimizin millî sınırları tarumar edilince, ülkeye eski bolşevik ve yeni kapitalistlerin bankaları ve fonları “çekirge sürüleri” halinde giriş yaptılar…

2008 krizinde faiz oranlarını sıfıra, bir veya ikiye çeken Avrupa bankalarından sermayelerini kaçıran yabancı sermaye, Türkiye’deki yüzde 10 faize koşunca, ülkemiz sıcak para cennetine döndü.

Bu arada Türkiye’de, halkın bankalara, kredi kartlarına ve faize alıştırılması biraz zaman alsa da, yetmiş milyonluk Türkiye’de 45 milyon banka borçlusu veya mahkûmu oluşuverdi… Böylece meşhur Yahudi bankerleri, Müslüman Türkiye’nin sermayesini ekseriyetle kontrol altına almış oldu.

Bu işin diğer önemli bir ayağı da, Avrupa ve Amerika’nın büyük firmalarının Türkiyeli üretici ve satıcıyı rehin almasıydı. Avrupa’da ve bilhassa Almanya ve İskandinavya’da göremeyeceğimiz cesamet ve çoklukta “alış veriş merkezlerinin” Türkiye’yi işgali, bu büyük sömürünün çok önemli bir unsuruydu. İstanbul mimarîsini, trafiğini ve sosyal yapısını darmadağın eden bu seküler dünyanın mabedlerindeki firmaların markalarına dikkat ettiğimizde, Türkiyeli ve yerli markaya nadiren rastlıyoruz.

Evet, bu işgalcilerin “açık pazarı” haline gelmiş, geçmiş zamanlardaki sömürgeciliğe ve kapitülasyonlara rahmet okutacak düzeyde insanlarımızın özgürlüğünü, sağlığını, ahlâkını ve sosyal yapısını ayakları altında çiğneyenlere “dindar siyasetçilerimiz” servis yaparak hizmetlerinin mütevazi ücretlerini alıyorlar. Asgarî ücretin 700 lira olduğu; benzin başta olmak üzere bütün temel tüketim maddelerinin Almanya’dan pahalı satıldığı Türkiye’de zavallı insanımızın geleceğine de ipotek koyup onu tam köleleştirmek isteyenlere verilen desteği görüp de itiraz etmeyenlere şaşmamak elbette mümkün değildir.

Millî serveti ve milleti dinozorlara teslim etmek…

Evvelâ ülkeyi açık pazar olmaktan koruyan bütün ticarî kanun maddelerinin bir gecede değiştirilmesi… Sonra millî servetin “özelleştirme!” ismi altında Avrupa ve Amerika’nın sicili bozuk sermayedarlarına satılması… Sonra millî müesseselerin, belli başlı limanların ve birçok stratejik ehemmiyeti haiz şirketin yabancılara adeta tepsi içinde sunulması… Ve sonra şehirlerimizin sosyal yapısını berhava edip insanlarımızı rehin alan seküler mabetler… Yeni AVM’lerin Anadolu’da mantar gibi ortaya çıkışı… Ve ta Kanada, Amerika ve Avrupa’dan Türkiye’ye gelerek, üretimimizi esir alıp çalışanları köleleştiren Batının dinsiz dinozorları…

Ülkenin kaynaklarını, hammaddelerini, millî şirketlerini, stratejik arazilerini ve nihayet köle ücretleriyle çalıştırılan işçilerini Avrupa’nın dinsiz emperyalistlerine teslim edenler, şimdi de o şirketlerin kârlarını arttırmak, fukaranın cebindeki ekmek parasına da el koymak ve bilhassa kredi kartları aracılığıyla insanlarımızın hürriyetlerini bitirmek üzere “alış veriş festivalleri” düzenliyorlar.

İşin en hazini de, devleti bu organizelerle bitap düşüren kadrolar, dünün “millici” geçinen kadroları. Kot pantolon’a, kolaya, McDonalds’a, Paris modasına, New York tişörtüne ve bilhassa Yahudi sermayedarların banka ve markalarına 2002 öncesine kadar savaş açanlar. Özelleştirmede yaptıkları sui istimallerin üzerine gidenleri “sermaye ırkçılığı” ile suçlayan siyasetçinin de kendisini tanıma ve tanımlama sıkıntısı çektiğini hepimiz biliyoruz. Bilemediğimiz önemli ayrıntı ise senaryoyu hazırlayanların bu milletin damarlarına sızarak “millî bünyeyi” ne ile uyuşturduğudur. Bunca israf, rüşvet, yolsuzluk, adaletsizlik, rant ve çirkince yapılanmalara rağmen insanların susması, rüşvetle çalışmayan medyanın tepkisizliği ve münevver zannettiğimiz fikir ve kalem erbabının hâlâ “dilsiz davranışı” çözemediğimiz önemli hususların başında geliyor.

Avrupa’nın dinsiz zalimleriyle Asya’nın dessas münafıkları ittifak etmişler…

Bediüzzaman milletin fakru zaruretinin bir sebebini zalim Avrupa dinsizleriyle dessas Asya münafıklarının ortaklaşa gerçekleştirdikleri yağma, talan ve garata bağlıyor. Dehşetli Kemalizm rejiminin kurucu ve koruyucu sermayedarları 12 Eylül’ün ANAP’ı gibi 28 Şubat’ın AKP’si döneminde de büyümeye devam ettiler. Senelere göre tanzim edilmiş istatistiklere girdiğimizde, çoğu aile şirketi olan Kemalizm’in iktisadî bekçilerinin, söz konusu dönemlerde hayatlarının en tatlı kârlarını kazandıklarına şahit olacaksınız… O meşhur aile şirketlerinin yanında bazı Anadolu kökenli tüccarlara gösterilen müsamaha, basiretimizi kapatmamalı. Bu hususa itiraz edenler, finans kurumlarıyla bankaların kâr oranlarını karşılaştırabilirler.

Diğer husus ise, globalleşmeyi bahane ederek dinsiz Avrupa zalimlerine ülkenin kapılarının sonuna kadar açılmış olmasıdır. Seküler mabed olarak adlandırdığımız AVM’lere toplatılan markalar ve bu mabedlerde kim çılgınlıklar gösteriyor ki, Türkiye’de yapılmakta olan hokkabazlıklar, sömürüler ve milletle alay etmeler, Afrika’da bile sergilenmiyor…

Tüketim çılgınlığının globalleşme ile birlikte dünyanın başka yerlerinde de ortaya çıktığını inkâr etmiyoruz. Anneler, babalar, sevgililer ve daha birçok sun’î günler ihdas eden davranışlarını Avrupalı aydınlar yazarken, aydınımızın dur yemiş bülbüle dönmesi üslubunun sertleşmesine vesile oluyor. Ve Türkiye’nin içine düşürüldüğü oyun içinde oyun tezgâhına, başka ülkelerin henüz düşürülmediğini düşünüyoruz…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*