Allah her şeyi güzel yapar

Allah dilemezse hiçbir şey olmaz. Yaprak solmaz. Güneş batmaz. Önümüze açılan iki yoldan birini seçmek, bizden. Seçtiğimiz yolun sorumluluğu bize ait.

***

İzin verildiği ölçüde konuşuruz. İzin verildiği müddetçe yaşarız. Seçtiğimiz yolda da izin verildiği ölçüde yürür, gideriz. İçimizde nice tohumlar belki de çatlamadan, başak vermeden öylece göçer gideriz.

Yalancı doğum sancılarına karşılık, sahici olanları da vardır elbet bu dünyada. Onların çocuklarıyız biz. Onların, o ıztıraplı insanların, üstadların çocuklarıyız. O doğum sancılarını çekenler olmasaydı, başta Nebi (asm) ve onun işaret ettiği yöne bakanlar olmasaydı, halimiz toz dumandı.
Yolun bir kenarındaki ağaç, sessiz sedasız yaşamayı öğretiyor bize. Ağaç, hiç de sakin değil. Her an boy atıyor, her an doğum sancıları içinde. Tel tel dökülüyor bakıyorsunuz saçları. Sonra bir gün dal uçlarında tomurcuklar çatırdıyor ufak ufak. Sonra yaprak yaprak, çiçek çiçek duâya duruyor ağaç.
Duaları kabul oluyor ve ağaç yine, bu mevsim yeni baştan giyiniyor. Soyunmadan giyinmek yok. Fakrın ve aczin iki kanadıyla; üstümüzde varlık adına ne varsa onlardan soyunmadan, onlara güvenmekten vazgeçmeden, “Ben yokum” demeden, “Sadece ve sadece Sen varsın Allah’ım” demeden, yokluktan varlığa geçiş yok.
Yaşamak gitgide zorlaşıyor. İhtiyaçlar çoğalıyor. Hırs ile nefsimiz üstümüze üstümüze abanıyor. Islak zeminlerde ayaklarımız üşüyor. Soğuk işliyor bir yerden içimize. Üşütüyor kalbimizi. Dişlerimiz birbirine vuruyor. Ellerimizi ovuşturuyoruz, ısınmaya çalışıyoruz. Sıcak bir yer arıyoruz sokulup ısınacak. Sobalar yetmez. Güneş gerek bize. Üşüyoruz…
Soğuktan değil aslında bu üşümek. Hepimizin yaşadığı gibi bir üşümek. Allah’tan uzak, eşyaya yakın olmak. “Doğ benim ömrüme, doğ da güneş gibi…” diyememek… Güneşi yanımızda, yakınımızda hissedememek… Yüzümüzü Ona çevirememek… Bin bir yandan Rabbimizin varlığını hissedememek, üşütüyor bizi. En sıcak odalarda bile üşüyoruz.
“Soğuk zaten” deme, onu hiç söyleme. O belli. Demem, o değil. Aczin ve fakrın ısıtmadığı insanı, hiçbir şey ısıtamıyor. Allah’ın içinde yer etmediği bir kalbi, hiçbir şey dolduramıyor.
Ağaç, bu sırrı biliyor. Biliyor gibi yaşıyor. Sessiz sedasız… Gayesini, ömrünü, tomurcukların ardındaki meyvelere adamış. Çok yakında meyveye duracak. Vaktini bekliyor. Emir gelmeden sırlarını açığa vurmak yok. Yokluktan varlığa geçmek yok. Hak’tan bahar fermanı gelmeden ne bahar, ne toprak ne de ağaç sırrını açamıyor. Ağaçlar çiçeğe, meyveye duramıyor. İnsan izin yok ise eğer, iki dudağını değdirip de bir sözü söyleyemiyor, söyleyeceğini diyemiyor.
Ne varsa Ondan bilmeden, ne varsa ama her şey, küçük – büyük, her şey Ondandır diye bilmeden, açılmıyor sırlar.
Sırlar sular gibi yıkayacak içimizi, ah bir teslim olabilsek ve diyebilsek Hür Adam gibi:
“Allah her şeyi güzel yapar! Allah her şeyi güzel yapar!”
Filmin daha en başında yakaladı bu cümle beni. Çınlıyor hala o cümle beynimde, hafızamda, kalbimde. Ne kadar içten, ne kadar yerinde ve ne kadar güzel. Allah bir şeyi söyletir de, söyleyen dil de güzel olunca, neler olmaz ki? İki güzel bir arada oldu mu, söz de kalbe sular gibi akar.
Allah, her şeyi güzel yapar.
Ne gelecek, ne geçmiş namına bir keder tortusu bırakmıyor. Karanlığın son malzemesi de, her şeyini toplayıp, pılısıyla pırtısıyla beraber çekip gidiyor o mekânların içinden.
O mekânların içinde nurdan bir adam yaşıyor. Işığın girdiği yer, o kapkaranlık yer, hemen apaydınlık oluyor birden. Eriyor hapishanenin demirleri. Eriyor birer birer… Haddanelere gidiyor, eritiliyor o demirler. Yıllar sonra temelleri atılacak olan dershanelerin ve müesseselerin temel demirleri oluyor. Tutunduğu yerler, ellerini koyduğu, başını yasladığı, gözyaşını içine akıttığı o yerler, o demirler, dersini dinlediği o yerler, bir gün gelip, derslerin verileceği yerler oluyor. Sessiz sessiz, koğuşların, soğuk odaların içinde demir de kendi rüyasını görüyor. Demirin bile eriyip terakki ettiği bir dünyada, insanın nefsini eritemeyip tedenni etmesi ürpertiyor. Bu tablo insanı sarsıyor, ürpertiyor…
Kanadı olup da uçamamak, gözü olup da görememek, kalbi olup da sevememek, aklı olup da onu Allah için kullanamamak ve sonunda iflâs etmek, tükenmek, bitmek, yitmek ve gitmek… Bir hiç uğruna… Koca bir kâinatı da arkasında bir hiçliğe sürükleyip gömmek…
Bu muydu? Bu, böyle mi olmalıydı?
Hayır. Hayır! Asla böyle olmamalıydı.

***

İnsan ve zindan… Kendini hapseden mekânı hapsediyor Üstad. Odaları, sokakları, gittiği beldeleri zapt ediyor Üstad. İçten kuşatıyor, kalpten yakalıyor.
Onlar Üstadı içerde sanıyorlar. Oysaki kaderin araya çektiği perdeyi bir türlü göremiyorlar. Üstad üzerine kapanan her kapıyı onların üstüne kapatıyor. Farkında değiller. Mahkûm o mu, onlar mı, bilmiyorlar.
Mahrum olmaz, mahkûm olmaz “Allah” diyen. Allah’a kul olan, hür olur. Onu mahrum edenler mahrum olur. Hür adam hep hür yaşıyor. Onu candan seven can dostu Mehmed Âkif sanki şu ateşîn ifadeleri onun için söylemiş:
“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım…
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım!”

Bir vird gibi o güzel cümleyi defaatle söylüyor hür adam:
“Allah her şeyi güzel yapar…”
Allah yaptı mı, işte böyle yapar.
Allah her şeyi güzel yapar.
Karar vermek zamanıdır. Ya boşluktan, uçurumdan aşağı atlayıp düşmek, ya da uçmak anıdır. İstemek yetmiyor. İhlâs olmadı mı, hiçbir şey olmuyor. Mitolojide’ki İcarus gibi balmumundan kanatlara güvenip güneşe karşı diklenmeye gelmiyor. Balmumundan kanatların varsa, güneşe karşı çıkma. Erirsin, bitersin.
İşte sana onun yerine iki kanat: Acz ve fakr. O iki kanatla değil kendini, güneşi, kâinatı bile zapt edersin.
Ümitli olana açılıyor ancak ufuklar. Ayağının altındaki yer, ne kadar kaygan olsa da bin bir engeller bulunsa da, kaymıyor, düşmüyor. İnsan ancak o zaman korunuyor. Hısn-ı hasinde oluyor.
“Allah her şeyi güzel yapar.” diyen, öyle bir dala tutunuyor ki, öyle bir kanatla uçuyor ki, doyulmuyor bu güzelliğin seyrine. Mekân onu zapt edemiyor. O şahikadan âlem bir başka güzel görünüyor. Aczin ve fakrın kanatlarını takmayanların hali ise oradan çok sefil görünüyor.
Attığımız, atacağımız adımlar, yarınlarımızın ve yapacağımız işlerin rengini belirleyecek. Allah niyetlerimizi güzel eylesin.
Allah’ın yarattığı bu güzel dünyaya dost ve kardeş oldukça, sırlar açılıyor. İmkânsızlığın içindeki imkân, karanlığın içindeki nur gibi ayan oluyor. Kâinatla birlikteliği olduğunu unutan insan, kâinat kardeşlerinin hayatına neler kattığını, işte o an anlıyor.
Yazık ediyoruz… Her şey bizimle beraberken, Allah için bir lokma, bir nefes hava, konuşalım, söyleyelim, görelim diye bir damla ışık, gözümüze akıtmaya çabalarken, o koskoca güneş, ay, gecemizi süsleyen yıldızlarla beraber el ele verip lamba olurken, bu güzel düzenin ve intizamın o aziz hatırasına hürmeten her şeyi Ondan, Allah’tan bilmek varken ve gayrısına “Çekin ey çirkin emeller, ellerinizi üzerimden!” demek varken, değer miydi ebedî bir hayatın kaybıyla yüz yüze kalmak?
Bu kadar zor mu ki “Allah her şeyi güzel yapar.” demek?
Asla ve kat’a…

***

Bazen iki tane taksi çarpışıyor. İki otobüs, iki kamyon… Neden? Şoförleri farklı.
İki uçak çarpışabiliyor. Neden? Pilotları farklı.
Keza iki tren çarpışabiliyor. Neden? Sürücüleri, idare edeni farklı.
İki gemi çarpışabiliyor. Neden? Kaptanları farklı…
Gemiler, trenler uçaklar, arabalar, birbirleriyle çarpışabiliyorlar. Neden? Sürücüleri, pilotları, kaptanları farklı da, onun için.
Sormalı insan. Başını kaldırıp bir bakmalı semaya, göklere doğru; bunca zaman iki gezegen niye çarpışmıyor diye… Hikmetini sormalı ve cevabı arayıp bulmalı.
Neden? Neden? İdare edeni bir de ondan. Bu kâinatın sahibi bir de onun için. Sultan-ı Kâinat birdir, Allah birdir de, onun için her şey güzeldir.

“Allah her şeyi güzel yapar.”

Allah yaptı mı, böyle yapar. Yaptıklarına insanı hayran kılar.
Ey insan, nerdesin? Yine nerelere gizlendin sen? Sokağın yanı başındaki ağaç bile tomurcuklanmaya başladı. Senin içinde çiçek açacak bir kelime yok mu? Kalbinde boy atan bir tohum yok mu? Baharın kokusunu duymuyor musun hâlâ içinde? Kışın en şiddetli mevsimlerinde bile bahardan kalma bir yâd-ı cemil gibi geçiyor şu günler. Neden, niçin anlamıyoruz ki?
Acele edip kışta gelenin müjdesi var:
“Sizler cennetasa bir baharda geleceksiniz.” (Tarihçe-i Hayat, 75)
Onun müjdesi bu.

Zerreye, havaya, küreye hükmeden Allah, mevsimlerin sahibi olan Allah, güzel anlar, güzel manzaralar seyrettiriyor. Yok musun bu seyrin içinde? Sana ayrılan yerde bir boşluk var. Yoksun diye üzülüyoruz.
Ey insan! Sen nerdesin? Bak üzülüyoruz Yokluğun belli oluyor hemen. Yokluğunu varlığa çevirecek bir şeyler söyle. Söyle de mükedder etme bizi. Konuşmayan, susan, hiçbir şey söylemeyen, nazdar bir çocuk gibi içine kapanma! Ne olur kendine yazık etme. Çık da konuş. Hür adam gibi… Sırtındaki yükü yere bırak. Üstüne bas ve kâinata bak.

“Allah her şeyi güzel yapar.”

Allah ne güzel vekildir.

Aç. Güzelliklere bir perde aç. Durma! Haydi! Aç şu gönül evinin penceresini. Gör, seyredilecek, şahit olunacak ne güzellikler var… O zaman işte bir mânâ ifade edecek “Eşhedü” demek namazlarda. Mademki şahitsin, şahitliğinin delilini gör, bil ve yerine getir.

Allah her şeyi güzel yapar.

Kupkuru bu ömrü yangına ver de, o yangından bir nuranî hayat fışkırsın, çıksın yeniden… Hem de dalların kırıldığı yerden yeni sürgünler versin hayatımız yeniden…
Senin gücün bir yere kadar. Belki de buraya kadar. Sonsuz gücün ve kudretin sahibine bırak her şeyi. Madem O var, her şey var. Madem buraya kadar bildin ya, o da bir şey işte. Senin aczini bildiğin ve “bittim” dediğin yerde, Onu bilmen var ya, kâinata bedel. Onun sonsuz kuvvet ve kudretini bilmen içindir işte bu durum da.
Uhud’da başına gelenleri düşün sahabelerin ve sevgili Nebimizin (asm). Taif’teki halini hatırla. İmam-ı Rabbanî’nin ve İmam-ı Âzâm’ın zindanlarda çektiklerini bir hatırla. Kırbaç altında inleyen, can veren İmam Ahmet Hanbelleri düşün. Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’daki şahadetini de… Ve sonra bütün bu halleri bir araya getir de o adeseden bak Üstadın hayatına.
Buradan ötesi, yeni bir hayat, anlayabildiysen eğer… Belki de hayat şimdi başlıyor Tam da buradan
“Allah her şeyi güzel yapar.”
Yaşamak için, yaşatmak için, yaşadığın hayatı en güzel ve en anlamlı kılmak için sana, bana, ona, bir fırsat daha işte…
Ağacın ucundaki tomurcuklar gibi, patlamaya, çatlamaya hazır mısın? Doğuma var mısın? İçinin ısındığı an her şey hazır. Sen hazır mısın?
Elinde, avucunda, güvendiğin ne varsa, hepsi Onun. Zaten onları atamadığın, bırakamadığın için yoksulsun. Bıraksan, her şey senin olacak. Bırakamadığın için hiçbir şey senin olamıyor.
Keder yok. Allah var. Her şey eriyip gitse de, yok olsa da, O var. O bize yeter. Allah var.

“Allah her şeyi güzel yapar” diyelim. Haydi, gözlerimizi açıp uyanalım İnşallah. Gücü, kudreti, kuvveti, zerrece ne varsa, her şeyi, hiçbir şeyi kendimizden bilmeyip, O’ndan bilip ayılalım. Güçlenelim yeniden bu mübarek kelimelerin ve

“Sözlerin” havasıyla dolalım.

“Allah her şeyi güzel yapar…”

Gökleri yıldızlarla süsler. İçimizi, inancımıza uygun duygularla süsler. Gecemizi ve gündüzümüzü sürekli güzel eyler bu güzel dünyaya uygun, güzel işler yapalım diye.
Bazen saadetten felâket doğduğu gibi, felâketten de saadet doğar.

“Allah her şeyi güzel yapar…”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*