Allah, kulunun her işi ile ilgilenir mi?

İMAN sahibi insan, neşe ve keder durumunda Allah’a sığınır. Ve hakikî kulun, ‘Sıkıntıları arttıkça sığınmaları artar’.
İşte bu, kul olmanın bir gereğidir.

Belki neşe ve sıkıntı hallerini de Allah’a sığınmaya ve yakın olmaya iten birer vesile olarak görmek gerekir.

 

Tam da Allah ile olan konuşmalarımın bol olduğu bir dönemde, ‘Acaba Allah, kullarının her işi ile ilgilenir mi?’ sorusu, zihnime geliyordu.
Aslında bu, “Allah” kavramının nasıl algılandığı ile alâkalı bir durumdur.
Elbette Allah, kâinatı, varlığı, insanı yaratıp, (haşa) kendisi kenara çekilmiş, işleri kendi haline terk etmiş, olacakları oluruna bırakmış izliyor değildir. Ama kâinata koyduğu kanunları, denetimi altında, Rububiyeti içerisinde işliyor olduğu bilinmektedir.
Nitekim Allah, kullarının en ince hatırat-ı kalbini dahi bilen ve her an cevap veren bir konumdadır.
Teşbihte hata olmasın, Yaratıcının kulu ile ilgisi, dünyaya gelmesine sadece vesile olmuş bir anne-babanın, çocuğu ile ilgilenmesi gibi bir şeydir. Anne baba, küçük çaplı da olsa, yapabileceklerini evlâdı için yapıyor ve yerine getirmeye çalışıyor ise; ya da bir işyeri patronu, mahiyetinde çalışan insanların nasıl hukukunu düşünüyor, haklarını gözetiyorsa, veya gözetmesi gerekiyorsa, elbette etki ve yetkisi çok daha kapsamlı ve geniş olana da daha çok ilgi ve daha çok detayları düşünmek ve yerine getirmek yakışacaktır.
İnsanın ihtiyaçlarının bütün âleme dağılmış olması ve çokluğu, acizliğinin ve fakirliğinin bir göstergesidir. İnsan kendisine verilen cüz’i irade ile, gerçekten çok cüz’î işler yapabilmektedir.
İnsanın hadsiz düşmanları ve sayısız ihtiyaçları var.
Bu kadar düşman ve ihtiyaçlar içerisinde insanın her şeyi bilen, gören, gücü her şeye yeten, ihtiyaçlara cevap veren, düşmanlardan insanı emin eden sonsuz bir güç Sahibine sığınmak istemesi kadar normal bir şey olamaz. İnsanın, doğumundan ölümüne kadar hep bir şeylere muhtaç yaratılışı bunu ispat ediyor. Yani insan, ihtiyaçlarını karşılayacak bir ‘nokta-i istinat’a ve düşmanlarından kendisini emin edecek bir ‘nokta-i istimdat’a ihtiyaç duyacak şekilde yaratılmıştır. İnsanlık tarihinde bu ihtiyacı hissetmemiş bir insan yoktur.
İnsanın, yeni bir adım atarken veya sıkıntılar kendisini biraz daha meşgul etmeye başladığı dönemlerdeki tavrı önemlidir. Yani şartlar -tabir yerindeyse- anormalleştiği dönemlerde insanın tavrı, iman derecesini göstermektedir.
Ben de şahsım itibariyle, bu düşünceler içerisinde iken, bir de baktım ki, okuduğum bir hadis-i şerif bana zihnimde oluşan sorunun cevabını veriyor. Hadis-i Şerif’te mealen, sahabeler ayakkabılarının bağları kaybolduğunda bile Allah’tan yardım istiyorlarmış. Bu çok güzel bir şey. Yani her şeyini seni yaratanla paylaşmak, en ince hatırat-ı kalbini bile bir Bilenle konuşmak, ne güzel bir kulluk halidir.    Çünkü bu hal, ‘ben’liği ciddî şekilde sarsıyor. ‘Ben’ yok, ‘O’ var mesajını güçlendiriyor.
Her şey birbiri ile öyle ilgili ki, maddî ve manevî dünyam daha çok bu kavramlar etrafında gezerken, sabah namazı tesbihat sonrası okuduğum Mektubat isimli eserin 596. sayfası, konuyu tevafuklu bir şekilde örneklendiriyordu.
Bediüzzaman, Yirmi Sekizinci Mektup, Beşinci Nokta, Birinci Misal’de bizzat kendisinin, ‘Ben kendim, on değil, yüz değil, binler defa müteaddit tecrübatımla kanaatim gelmiş ki’ diyerek, yaşadığı hatıralardan hareketle konuyu paylaşmaktadır.
“Sözler ve Kur’ân’dan gelen nurlar, aklıma ders verdiği gibi, kalbime de iman hali telkin ediyor, ruhuma iman zevki veriyor, ve hakeza… Hatta, dünyevî işlerimde, keramet sahibi bir şeyhin bir müridi nasıl şeyhinden hacatına dair medet ve himmet bekliyor, ben de Kur’ân-ı Hakim’in kerametli esrarından o hacatımı beklerken, ümit etmediğim ve ummadığım bir tarzda bana çok defa hasıl oluyor.”
Bediüzzaman konu ile ilgili de bir iki tane misal veriyor.
Birincisini, On Altınca Mektup’ta izahı ve tafsili geçen, Süleyman isminde bir misafirine katran ağacı başında koca bir ekmeğin harika bir tarzda gönderilmesini gösteriyor.
İkincisi ise, ‘Fecirden evvel hatırıma geldi ki, bir zatın kalbine vesvese verecek bir tarzda tarafımdan sözler söylenilmişti. “Keşke”, dedim, “onu görseydim, kalbindeki dağdağayı izale etseydim.” Aynı dakikada, Nis’e gitmiş bir parça kitabım bana lâzım idi. “Keşke elime geçseydi” dedim.
Sabah namazından sonra oturdum, baktım, aynı zat, o kitap parçası elinde olduğu halde içeri girdi.
Ona dedim: “Senin elindeki nedir?”
Dedi: “Bilmiyorum. Kapının önünde, ‘Nis’ten gelmiş’ diye, birisi bana verdi; ben de size getirdim.”
“Fesubhanallah” dedim. “Böyle bir vakitte, bu adamın evinden çıkıp gelmesi ve şu Sözün Nis’ten gelmesi hiç tesadüfe benzemiyor. Ve böyle bir adama şöyle bir parça kitabı aynı dakikada eline verip bana gönderen, elbette Kur’ân-ı Hakim’in himmetidir’ diyerek, “Elhamdülillah”, dedim. “Benim en küçük, ehemmiyetsiz, hafi arzu-yu kalbimi bilen Birisi, elbette bana merhamet ediyor, beni himaye ediyor. Öyleyse dünyanın minnetini beş paraya almam.”
Evet, anlıyorum ki, Allah, kulunun her işiyle ilgileniyor.
Yeter ki, kul, O’nun kapısını çalsın ve istek ve arzularını iletsin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*