Allah´ın “VÜCÛD” sıfatını düşünmek

Gezegenler
Normal 0 21 false false false MicrosoftInternetExplorer4 Eski Diyanet İşleri Başkanlarımızdan merhum Ömer Nasuhi BİLMEN, yakın zamana kadar kendi sahasında tek olan ve  çok sayıda baskısı yapılmış meşhur eseri “BÜYÜK İSLAM İLMİHALİ”nde, Allah-ü Tealânın “Vücûd” sıfatından bahsederken, Yüce Allah’ın varlığını ispat için

Normal 0 21 false false false MicrosoftInternetExplorer4

“Şüphe yok ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişmesinde akıl sahipleri için (Allah’ın varlığını, kudret ve azametini gösteren) büyük işaretler vardır.” (Âl-i İmrân, 190) âyetini okuyup yüksek anlamını düşünmenin  yeterli olacağını söyler. Ve devamla; “Bu âyet-i kerîme güzelce düşünülürse, Yüce Allah’ın varlığına, kuvvet ve kudretinin büyüklüğüne dair sayısız deliller önümüze çıkar. Bizim bu eserimiz onları açıklamaya yeterli değildir. Ancak astronomi, kozmoğrafya, biyoloji, kimya, ruhiyat (psikoloji) ve anatomi gibi ilimlerin verdiği bilgileri göz önüne getirenler, bu âyet-i kerimenin işaret ettiği delillere pek güzel akıl erdirebilirler. Her sağduyu sahibi insan düşündükçe, Yüce Allah’ın varlığını kabule mecbur olur. İşte yukarıda Türkçe anlamını verdiğimiz âyet-i kerime, bu gerçekleri haber veriyor ve bizi uyarıyor. Bundan sonra gelen: ‘Akıl ve anlayış sahipleri o kimselerdir ki, ayakta iken, otururken, yanları üzere yatarken (her hallerinde) Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaradılışı üzerinde düşünürler (ve derler): Ey Rabbimiz; Sen bunları boşuna yaratmadın. (Boşuna bir şey yaratmaktan) Sen münezzehsin. Bizi ateş azabından koru.’ anlamındaki âyet-i kerime, gerçek anlayış ve akıl sahibi kimler olduğunu bize bildiriyor.” der.

Kâinatta en yüksek hakikat, Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği, insan için en yüksek haslet de bunu iz’ân ve yakîn ile kabul edebilmek olduğundan, Ömer Nasuhi BİLMEN’i burada rahmetle yâd ederek, Âl-i İmrân suresinin 189-191. âyetlerini, Rabbimizi bize tanıtan üç büyük ve küllî muarriften birincisi olan “kâinat” denilen büyük kitabındaki tekvinî âyetlerle birlikte okumağa çalışalım:

* * *

Bir senenin yaklaşık 365 gün ve dünyanın güneşin etrafındaki devrini tamamlaması için geçen zaman olduğunu, okur-yazar olup da bilmeyen yok gibidir.

Dünya güneşin etrafındaki devrini bir senede tamamlar.

“- Acaba dünya çok yavaş hareket ettiği için midir ki, güneşin etrafındaki devrini ancak bir senede tamamlayabiliyor?”

“-Hayır.”

Dünya güneşin etrafında dönerken saniyede 29,76 km ortalama hızla hareket etmektedir. Bu, saatte 107 136 km ortalama hız demektir.

Dünya saatte 107 136 km ortalama hızla hareket etmesine rağmen, güneş etrafındaki devrini bir defa tamamlayıncaya kadar, biz bir yaşımıza daha giriyoruz!

Ard arda turlarla yapılan bazı seçimlerin kaçıncı turda olduğunu merak edip birbirimize sormamız, tabiî ki tenkidi mucip değildir. Fakat şu anda, kendi kendimize de sorsak:

“–Acaba ben kaçıncı turdayım ve bu turlarımın sonunda nereye seçilmeğe namzedim?”

İnsana ömür mühleti çok uzunmuş gibi gelir. İnsan ömrünün bu şekilde ortalama 60-80 turla ifade edilmesi karşısında, meseleyi –itiraz makamından– vüzûha kavuşturmak için müdahalede bulunan olur:

“– 60-80 tur diye insan ömrünü çok kısa görme; dünyanın güneş etrafındaki bir turunu tamamlarken kat ettiği mesafeyi de düşünmek lâzım..”

Evet, bu da ayrı ve başlı başına bir ibret konusu.. Öyle uzun bir mesafe ki, dünya saatte ortalama 107 136 km hızla hareket etmekle, ancak bir yılda kat edebiliyor!…

“-Peki ya güneş sistemindeki diğer gezegenler? Onların güneşe mesafeleri ve güneş etrafındaki turlarında kat ettikleri yörüngelerinin uzunluğu nedir?

Ya güneş sisteminin dışındakiler? Gözümüzle görebildiğimiz ve göremediğimiz kâinatın büyüklüğü ne kadardır?

Güneş Sistemi

İşte şimdi, saatte yaklaşık 107 136 km ortalama bir hızla güneş etrafındaki turunu üzerindekilerle birlikte yapmağa devam eden dünya füzesindeki yolcular olarak, yolculuğumuzun bu anında biraz da bu mesele üzerinde fikren durup tefekkür edelim.

*  *  *

Eski devirlerden beri gökler (semavât) akıl sahipleri için alâka mevzuu olmuş; insanlar gökyüzünü incelemişler, kâinatın büyüklüğünü ve sırlarını tahmine çalışmışlardır. Göklere ait müşahedelerini, gördükleri hakkındaki düşüncelerini, göklerde cereyan edenlerle ilgili izahat ve teorilerini yazmışlardır. Yıllar boyunca eski teoriler daha hassas müşahedeler ve hesap metotlarıyla geliştirilmiş ve gelişmeğe devam etmektedir.

Kâinatın insana hayret ve haşyet veren büyüklüğü, son elli yıl içinde daha iyi anlaşılmağa başlamıştır. Kâinatın büyüklüğünü rakamlarla ifade yoluna teşebbüs eden astronomi âlimleri, bu esnada kendilerini de bir dehşet ve korku hissinden kurtaramamaktadırlar. İnsan, zaman ve uzay hakkında dünyada elde ettiği tecrübelerinin delillerini, bütün kâinatın muammasını da çözmek için kullanmağa kalkışmakta; fakat bildiği bütün ölçü sistemlerini zaman ve uzayın birbiri ardındaki silsilelerine tatbike çalışırken, bu ölçü sistemlerinin artık hükümsüz olduğu bir yere varmaktadır. İnsandaki sınırlı idrakten doğmuş geometri ve şekil tasavvurlarının, sınırı tespit edilemeyen uzay için de tatbik edileceği şüphelidir.

Gökteki yıldızların tetkîki insanı, fenlerin ve insandaki tahayyül kabiliyetinin izahını yapmaktan âciz kalacağı “sonsuzluk” ve “ebedîlik” mefhumlarını düşünmeğe sevk etmektedir. İnsanların elde ettiği fen ilimlerinin ve insandaki tahayyül kabiliyetinin, “sonsuzluk” ve “ebedîlik” mefhumlarıyla, ötesi karanlık bir uçurum kenarına gelmiş gibi olması ve daha ileri gidememesi karşısında Schiller gibi bazı filozoflar:

“– Kâinatı düşünmek, insanı Allah’ın varlığını kabule zorlar.”

demekten başka bir çıkar yol bulamamışlardır.

*  *  *

Güney Kalifornia'da Mount Palomar'daki dev teleskop

Çok açık ve bulutsuz bir yaz gecesinde çok dikkatle bakan bir göz, küçük ışıklı noktacıklar halinde 6000 kadar yıldız görebilir. Küçük bir teleskop kullanılsa, görülebilen yıldız sayısı çok daha fazla olur. Güney Kalifornia’da Mount Palomar‘daki dev teleskopla ise milyarlarca yıldız görülebilmekte ve fotoğrafları çekilebilmektedir. Son üç buçuk asırdır astronomlar kâinatı teleskoplarla tetkik etmektedirler. “Galaksi” adı verilen dev yıldız kümelerini incelemek için astronomlar senelerini vermişlerdir; teleskoplarla görüntülerini yaklaştırarak, sonsuz olduğu hissini veren feza denizinde yüzen çok büyük gaz ve toz bulutları olan “Nobüle”lerin fotoğraflarını çekmişlerdir. Astronomların bütün bu çalışmalarıyla ilgili kitaplar, kütüphanelerin raflarını doldurmuş bulunmaktadır.

İçinde yaşadığımız, insanın “misal-i musağğarı” (küçültülmüş bir misali) olduğu muazzam bir kâinat vardır. Bu büyük kâinatın mevcudiyetinin sebepleri ve hikmetleri konusu, insan için en tabiî ve en meraklı suallerden birini teşkil etmektedir. Mevzuun çok geniş olması sebebiyle, biz burada sadece maddî kâinatın büyüklüğü konusunda şimdiye kadar elde edilmiş bazı bilgilerden bahsedip tefekkürü okuyucuya bırakacağız.

Maddî kâinatın büyüklüğü ne kadardır? Maddî kâinatın büyüklüğünü tayine çalışmak, insan için mevcut olabilecek en büyük rakamı bulmağa çalışmak gibidir. Astronomlar bütün mevcut galaksileri keşfettiklerini söyledikten sonra birisi daha kuvvetli bir teleskop yapınca, fezanın daha derinliklerinde daha başka galaksilerin de mevcut olduğu görülebilmektedir.

Havanın çok açık olduğu bir yaz gecesi göğe bakıldığında, görüş sahamızı bir ufuktan diğer bir ufuğa kat eden ışıklı bir şerit halinde yıldızlar görülür. Buna “Samanyolu” denir. Bu, bizim içinde bulunduğumuz galaksi (kehkeşan)dır. Bizim güneşimiz, bu galaksinin merkezine yakın bir yerdedir ve Samanyolu’nu teşkil eden kendisi gibi ikiyüz milyar güneşlerden sadece bir tanesidir! Biz Samanyolu’na bakarken bizden çok uzak, bizim dışında olduğumuz bir yıldız kümesine bakıyormuşuz gibi gelir. Halbuki ikiyüz milyar güneşle beraber bizim güneşimizin ve onun bir gezegeni olan arzın da içinde bulunduğu Samanyolu galaksisini, arz üzerinden görebileceğimiz şekliyle seyredebilmekteyiz.

Astronomlar, göklerdeki yıldızlararası mesafeleri ifade için, “ışık yılı” mesafe birimini kullanırlar. Bir “ışık yılı” ışığın bir yılda kat ettiği mesafedir. Işığın saniyede takriben 300 000 km kat ettiği düşünülerek, bu mesafe biriminin büyüklüğü tasavvur edilebilir. Dünyaya en yakın yıldız olan “Alpha Centauri” 4,4 ışık yılı mesafededir! Güneşin dünyaya uzaklığı ise, sadece 8 ışık dakikasıdır. Arza nispeten en yakın yıldızlardan biri olan “Sirius” yıldızı 8 ışık yılı uzaklıktadır. Işık yılını daha iyi anlaşılır şekilde izah etmek gerekirse, Sirius yıldızında bu gece büyük bir patlama ile ışığında her zamankinden çok fazla bir artış olsa, biz bunu ancak 8 yıl sonra bu geceki patlamada neşrolan ışıkları bize ulaştığında görebiliriz. Bu ışık yılı mesafe birimini Samanyolu’nu ifade için kullanırsak; Samanyolu dediğimiz galaksimiz, çapı 100 000 ışık yılı, kalınlığı 10 000 ışık yılı olan disk görünüşündeki çok büyük bir hacimde, her biri birer güneş olan ikiyüz milyar yıldızın tevzi olması ile husule gelmiştir. Bizim güneşimiz ve gezegenler sistemi, bu galaksinin merkezinden 30 000 ışık yılı mesafede yer almıştır.

Uzun yıllar boyunca astronomlar, birçok yıldızı içine alan bu Samanyolu adı verilmiş galaksinin, maddî kâinatın bütününü teşkil ettiğini ve bu galaksinin haricinde başka hiçbir yıldız bulunmadığını zannetmişlerdi. Geliştirilen teleskoplarla artan görüş imkânları ile, bu kâinatın içinde bulunduğumuz galaksideki yıldızlardan ibaret olmadığı ve daha başka galaksilerin, hatta “galaksi kümeleri” manâsında “Klaster”(Cluster)lerin de bulunduğu anlaşılmıştır.

AndromedaGalaksiler, umumiyetle birbirlerine nispeten yakın mesafede olanların teşkil ettikleri galaksi çiftleri halinde bulunurlar. Meselâ bizim içinde bulunduğumuz Samanyolu galaksisine en yakın mesafedeki diğer galaksi “Andromeda” adı verilmiş olanıdır ki, bu en yakın galaksi bile,  bize iki milyon ışık yılı uzaklıktadır..

Galaksi kümeleri olan klasterlerden, 1000 den fazla galaksi ihtiva edenleri vardır. Bu klasterlerin bir uçtan diğer uca büyüklükleri, bir milyon ışık yılı ile on milyon ışık yılı arasında değişebilmektedir. Güneş sistemimizin içinde bulunduğu Samanyolu galaksisi, 20 tane galaksi ihtiva eden bir klastere dahildir. Bu klasterlerin de fezada rastgele dağılmadıkları ve 100 milyon ışık yılı çapında bir hacme yüz tane kadar klasterin muntazam bir şekilde tevzi edildiği anlaşılmaktadır. Kâinatta yüz milyardan fazla galaksinin bulunabileceği ve bir galaksinin de yüz milyardan fazla yıldız ihtiva edebileceği, fennin bu güne kadar elde ettiği bilgilerle söylenebilmektedir.

*  *  *

İnsan, maddî bir varlık olarak düşünülünce, maddî kâinatın büyüklüğü yanında ne kadar küçük bir cisme sahiptir. Manevî varlığı, akıl, his, tahayyül, vd kabiliyetleri ile göz önüne alındığında ise, kâinatta insanın ehemmiyetinin büyüklüğü anlaşılabilmektedir.

İnsan, kendi ağırlığı ve hacmine kıyas etmek icabetse, yan yana konulması gereken rakamlara sayfa ebadının dar geleceği yıldızları, galaksileri, klasterleri boyutlandırıyor; kendisine olan mesafelerini muhtelif birim sistemleriyle ifade edebiliyor ve bazı özelliklerini tespit edebiliyor. İnsanın aklını kullanarak yapabildiği bütün bu kabil işlerin hepsinden de önemli olan aklî faaliyeti ise; bu mevcudâtın kendi kendine ve tesadüflerin eseri ve oyuncağı olamayacağını idrak edebilmesi, mevcudâtı Hâlıkına nisbet edebilmesi, mevcudâta Allah’ın eseri gözüyle bakabilmesi ve âlem-i şehadet olan kâinat sahifelerinde onun Sanatkârının isimlerinin ve sıfatlarının tecellilerini okuyabilmesidir.

Allah’ın (c.c.) varlığının, birliğinin ve kudretinin çok açık delillerini ihtiva eden maddî kâinatın, halen fenlerle bilinen büyüklüğü dahi insanın tasavvur ve tahayyül sınırlarının zorlandığını hissedebileceği bir mertebededir. Kâinatın bu büyüklüğü, Sahibinin ve Sâniinin büyüklüğüne delalet eder. Kâinatın büyüklüğünü Sahibine izafe etmesiyle insan, kullara kul olmak veya geçici küçük menfaatlere köle olmak yerine, bu büyük kâinat mülkünün Büyük Sahibi’ne kul olmanın büyük şerefiyle şereflenir; hakikî huzuru, emniyeti ve saadeti bulur.

Allah’ın (c.c.), insanlara hitabı olan Kur’an-ı Kerim’de, muhtelif âyetlerle insanları göklerdeki delillerin üzerinde düşünmeğe davet etmesi, insana verdiği akıl nimetinin bu mevzuda sâlim bir şekilde düşünebilmek kabiliyetinde olduğunun en kesin ve en sağlam teminatıdır. Bu delillerin üzerinde düşünen akıl için iki yol vardır: Ya bu delillerin Allah’ın (c.c.) varlığına, birliğine, kudret ve azametine delalet ettiğini idrâk ve kabul etmek veya bunu yapmadığı takdirde de, akıl olarak insan bedenindeki vazifesinden istifa edip gitmek!

İnsanların ekseriyeti, çeşitli vasıtalarla akıllarının bu mesele üzerinde lâyiki ile düşünebilmesini önlemekle, üçüncü bir yol tutmuş gibi görünüyorlar!

Fenlerin şimdiye kadarki gelişme seviyesiyle “bilinen” maddî kâinatın büyüklüğü hakkında verilen malumat, şöyle bir misal üzerinde özet olarak tekrar edilebilir:

Süleymaniye Camii

Süleymaniye Camii gibi büyük bir camii göz önüne alalım ve buna “maddî kâinat” diyelim. Süleymaniye Camii’nin içinde, aralarındaki mesafeler bir santim olacak tarzda yüz milyar toz zerresini dağıtalım. Bu misâlle gökler kıyaslanırsa; Süleymaniye Camii’nin büyüklüğüne nispeten içindeki bir toz zerresinin küçüklüğü, bilinen maddî kâinata nisbeten bir galaksinin küçüklük nispetidir. Bu toz zerrelerinin her biri, ortalama yüz milyar yıldız ihtiva eden galaksileri temsil etmektedirler!

Bu toz zerrelerinden birini daha iyi görebilmek için onu Asya kıtası kadar büyüttüğümüzü farz edelim ve ona bizim galaksimiz olan “Samanyolu” diyelim. Bu Asya kıtası üzerine bir madenî para koyalım. Asya kıtası üzerinde bir madenî paranın işgal edeceği yer, Samanyolu galaksisinde bizim güneş sistemimizin -yani güneş ve onun gezegenleri: Merkür, Venüs, Arz, Mars, Jüpiter, Saturn, Uranus, Neptün ve Plüto’nun- işgal edebileceği yer kadardır!

Bu misalden de anlaşılacağı gibi, üzerinde bulunduğumuz arz, hattâ bütün güneş sistemimiz; maddî kâinatın büyüklüğüne, hattâ sadece kendi galaksimizin büyüklüğüne nispeten bile çok küçük bir maddî varlık teşkil etmektedir. Diğer bir deyişle, bugünkü fen ilimlerinin seviyesiyle, “bilinen” maddî  kâinat çok büyüktür. Bilinen maddî kâinatın dışında, kâinatın ne kadar büyük olduğu hususunda ise, bir tahmin yapılamamaktadır.

İşte kâinat böyle bir “Mescid-i Kebîr” dir.

“Kâinat Mescid-i Kebîrinde Kur’an kâinatı okuyor! Onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. Hidayetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zeban edelim. Evet, söz O’dur. Ve O’na derler. Hak olup, Haktan gelip Hak diyen ve hakikati gösteren ve nuranî hikmeti neşreden O’dur.” (RNK-Sözler)

Başta da bahsettiğimiz, Peygamberimize (s.a.s) bir gece namazı esnasında vahyedilen ve o esnada döktüğü mübarek gözyaşları ayaklarını ıslatacak kadar çok olan, bir Hadis-i Şerifinde de bize manâsı üzerinde düşünmek ikazını yaptığı, Kur’an-ı Kerim’deki Âl-i İmrân Sûresinin 189-191. âyetlerinin mealini şimdi tekrar okuyalım ve manâsı üzerinde tekrar düşünelim:

“Göklerin ve yerin mülkü (bütün hazineleri) Allah’ındır. Allah her şeye hakkiyle kadirdir.

Gerçekten göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, sağ duyulu akıl sahipleri için, Allah’ın varlığını, kudret ve azametini gösteren deliller vardır.

Akıl ve anlayış sahipleri o kimselerdir ki, ayakta iken, otururken ve yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında Allah’ın varlığını ispat için iyice düşünürler (ve derler): ‘Ey Rabbimiz! sen bunları boşuna yaratmadın . (Boşuna bir şey yaratmaktan) sen münezzehsin. Bizi cehennem ateşinden koru.”

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*