Alman Spiegel dergisi: “Sonsuz Güç Sahibi’nin dönüşü”

Image

19 Aralık 2009 tarihinde yayınlanan Spiegel dergisi “İslâm ve Hıristiyanlık. Hangi dinin ilâhı daha güçlü?” başlıklı kapak konusu ile dikkatleri üzerine çekmişti. Makalede, yaşadığımız 21. yüzyılda insanların inanca yönelişi arttığı belirtilirken, Hıristiyanlık ve İslâm dininin bir yarış halinde olduğu vurgulanıyordu. Makalenin içeriğini özetlemek istiyorum:

Aydınlanma devrine rağmen insanlar fevc fevc inanca doğru koşmaktadır. 21. yüzyıl insanı inanca sarılmakta ve gücünü ondan almakta ve inançsızların sayısı ise gün geçtikçe azalmaktadır. İngiliz yazar John Micklewaith ve Adrian Wooldridge, “Tanrı Geri Döndü” adlı kitabında bu hakikati söyle ifade etmektedir: “Tanrı modern çağda bir yolunu buldu ve geri döndü.”

Ronald Inglehart ve Pippa Noris gibi Amerikalı araştırmacılar bugün bir noktada hemfikirler: “Dünya bugün olduğu kadar hiçbir zaman bu kadar çok inançlı insana sahip olmamıştır.” Ve birçok filozof ve sosyologların dinler hakkındaki kanaatlerinde yanıldıkları ortaya çıkmıştır. Evet, 21. yüzyıldaki gelişmeler bize şu hakikati çok açık göstermektedir: Karl Marxlar, Max Weberler, Emile Durckheimlar, Friedrich Nietzscheler, Siegmund Freudlar tanrıya gereğinden az değer vermekle yanılmışlar. Laiklik durakladı ve inananlar için istikbal var.

21. yüzyılda hiçbir dünya dini İslâm kadar rağbet görmemiş ve hiçbir yerde inananların sayısı Müslümanlarda olduğu kadar artmamıştır. Dolayısıyla bugün Avrupa için Müslümanlarla iletişim merkezî bir konumdadır.

Kur’ân Müslümanlar için essiz bir kelâm. İlahiyatçı ve yazar Navid Kermani’ye göre İslâm’ın büyük bir kitleye hitap etmesinin sebebi Kur’ân’ın eşsiz belagatidir. Kermani “Allah güzel” adlı eserinde şu ilginç ifadelere yer vermektedir: “Kur’ân belâgatiyle öyle bir konumdaki, asırlarca en büyük Arap ediplerinin ve ehl-i kelâmın Kur’ân’ın bir tek harfine nazire getirememiş olması Kur’ân’ın kelâm noktasında eşsiz olduğunu gösteriyor. Bu Kur’ân’ın hakikat olduğunun göstergesidir.”

Friedrich Nietzsche (“Tanrı öldü” diyen) 1900 yılında öldüğünde, dünyadaki Müslüman sayısı 200 milyon civarındaydı. Bugün bu rakam 1,5 milyara ulaşmaktadır. Yani istatistiklere göre Müslümanların sayısı çok hızlı bir şekilde artmaktadır. Avrupa’nın birçok metropolünde İslâm yayılmaktadır. Bugün asırlar kadar eski ve bir o kadar da etkileyici katedralleri turistler doldururken, camileri inançlı insanlar doldurmaktadır. Bundan yıllar önce Avrupa’ya gelen isçiler dini yaşantılarını, dikkatleri üzerine çekmemek için gizlediler fakat ikinci ve üçüncü kuşak dinlerini açıkça ve daha şuurlu bir şekilde yaşamaktadırlar. Ve din birçok Türk, Lübnan ve Filistin kökenli vatandaşların gururu ve kimliği olmuştur aynı zamanda.

Evet, 2050 yılı için dünya nüfusunun yüzde 27,5’ini Müslümanların teşkil edeceği tahmin ediliyor. Bugün dünyanın en büyük İslâm ülkesi olan Endonezya’da 203 milyon Müslüman, bunun iki katı Pakistan’da, Hindistan’da ve Bangladeş’te yaşıyor. İslâmiyet bugün daha çok genç nüfuslu ülkelerde yaygın. Avrupa için aynı şey söz konusu değil. 700 milyon Avrupalı’nın içinde 550 milyonu Hıristiyan. Almanya’da, Fransa’da ve Hollanda’da halkın sadece % 5’i Müslüman. Avrupa’da Müslümanların en az üç katı kadar dinsizler ve ateistler yaşıyor.

Peki, bütün bunların yanında, en önemli soru, İslâm’ın modern çağa karşı nasıl bir tutum içinde bulunduğu ve Müslüman gençlerin bu modern çağın getirdikleri ile benimsedikleri İslâmî hayat tarzını nasıl birleştirdikleri. WAMY’nin genel sekreteri Salih al-Wuhaibi bu konuda birkaç ilginç açıklamada bulunuyor: “Evrenselleşme bir meydan okumadır, ama İslâm bu konuda avantajlı. Biz toplumu harekete geçirebiliriz.” Wamy her yıl okul, yetimhane ve cami inşa edebilmek ve İslâm’ı yaymak için milyonlarca dolar harcamaktadır. Ve bu Suudi Arabistan tarafından desteklenen birçok hizmet müesseselerinden bir tanesidir.

WAMY’deki İslâmî organizasyon daha çok Afrika bölgesinde aktif. Suudi Arabistan krallığında en tanıdık isimlerden bir tanesi olan, 36 yaşındaki Shugairi bir konuşmasında ilginç ifadeler kullanıyor: “İnsan olmak için Müslüman olmak gerekmiyor ama İslâm insana başkaları ile iletişimi kolaylaştırıyor. İslâm futboldaki kural gibi çok basit. Yani sadece kurala uymak yeterli.” Bu tür konuşmalarla Shugayri çıktığı televizyon programlarında dikkatleri üzerine çekiyor. Bazen gençlere hitap ederek modern bir tarzda, bazen ise ciddî. Shugayri’nin mesajı ahlâklılık ve modernizmin bir karışımı, yani bir orta yol. Shugayri konuşmasında bir başka ilginç noktaya daha değinmekte: “Radikalizmin zamanı aslında geçti. İslâm 11 Eylül 2001’den itibaren bir hareketlilik içinde. Birçok Müslüman genç 11 Eylülden sonra İslâm’ı daha iyi kavramaya ve daha şuurlu yaşamaya başladı. Bugünün gençliği anladı ki, İslâmiyet demek, cihad ve kılık kıyafetten ziyade ruhun çelişkisiz bir dünya tablosunda yerini alması demek. Yoksa 700 milyon Müslüman’ın sakal bırakmasıyla dünya daha çok Müslümanlaşmaz. Ve gençlerin anladıkları bir şey daha var. Kur’ân’ın evrensel olduğu hakikati. Yani Kur’ân’ın bütün asırlara ve kesimlere hitap ettiği ve bu asra yönelik de anlaşılabileceği yönüdür. Yani Kur’ân asrımızın sorularına ve ihtiyaçlarına cevap vermektedir. Shuygayri bunları ifade ederken bir ilginç tesbitte daha bulunuyor: “Biz nihayet Hz. Muhammed’i orta çağdaki başkomutan olarak değil, 21. yüzyılın entelektüeli olarak görmeye başladık”. Shugayri’nin tarif ettiği İslâm’ın pragmacı anlayışı ve bu anlayış nerdeyse bütün metafizikten uzak. “Bundan 1000 sene önce dünyaya hâkimken böyle şeylerle uğraşma lüksümüz vardı belki, ama şimdi durum farklı” diyor Shugayri.

Evet, hangi dinin asrımız insanına daha çok hitap ettiği tabiî ki dinin muhtevasına da bağlı. Kur’ân Müslümanlara göre başlı başına bir hakikat. Cebrail melek vasıtasıyla Hz. Muhammed’e (asm) gelen İlâhî hakikat.

Müslüman’ın dini günlük yaşantısını belirler. O elinden geleni yapar, neticesini Allah’tan bekler. Müslüman’ın görevi dini emir ve nehiylere uymaktır. İslâm’ın şartlarını yerine getiren ve Allah’ın rızası dairesinde hareket eden her Müslüman mükâfatını alacaktır. Bunu Kur’ân açıkça müjdeliyor. İşte İslâm’ın bu kadar rağbet görmesinin sebeplerinden bir tanesi de budur. Yani İslâm’ın çok kolay bir din ve helâl ile haramı çok net bir şekilde belirlemiş olmasıdır. İslâmiyet’te merkezî bir otorite yoktur. Allah ile kul arasında herhangi bir vasıta yoktur. İnanan doğrudan doğruya Allah’a yönelir.

İslâmiyet’in ticarete olan bakış açısı da sıcaktır ve kesinlikle ırk ve sınıf ayrımı yapmaz. Ayrıca İslâm dini demokratiktir, çünkü İslâm’da herkes aynıdır.

Komünizmin yıkılışından sonra İslâmiyet Batının toplum modeline karşı tek etkili model. Ve politolog Vali Nasra göre bugün üç şey İslâmî milletler için karakteristik: Genç, pragmatik ve yeniçağa katılmak istiyor. Bugün birçok Müslüman genç Batı tarafından damgalanmaktan rahatsız. İslâmiyet bu gençlerin kimliği. Politolog Vali Nasra göre, bugün Müslüman gençler hem kimliklerini muhafaza etmek, hem de İslâmiyet’in modernizmle çatışmadığını göstermek istiyor.

Bütün bu mühim noktalara rağmen, İslâmiyet’in bugün modernizmle tamamen bir barış halinde olması için, cihad gibi birtakım konuların yeniden ele alınması ve bir açıklık getirilmesi gerekiyor. Çünkü 11 Eylül olayında Hıristiyanlardan daha çok Müslümanlar mağdur oldu. Bu konuda Shugayri’nin ifadesi manidar; “Dinler insanlar için var, insanlar dinler için değil.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*