Almanya’da Risâle-i Nur fütuhatı yaşanıyor

Yaklaşık 40 yıldır Almanya’da bulunan ve hizmetlerle iştigal eden Mehmet-Sakine Orhan çifti, Almanya’da yaşanan Risâle-i Nur fütuhatını gazetemizin Elif Eki için anlattı.

1969’da Almanya’ya gidip üniversiteye kayıt yaptıran ve o zaman Almanya’daki ikinci dershaneyi, Mainz’de açan Mehmet Orhan Ağabey ile 41 yılın ardından Almanya’da İslâmî hizmetlerin geldiği noktayı konuştuk.

Kendisinin Alman vatandaşı olan eşi Sakine (Monica) Orhan Hanımefendiden ise İslâmiyeti seçmesine kadar geçen süreci ve başından geçen bazı olayları dinledik. Şevk ve şükre vesile olması duası ile…

Müslüman olmadan önceki adı Monica olan Sakine Orhan, İslâmı tercih edişini şöyle anlatıyor:

Mehmet Beyle tanıştığımda İslâmiyet ile ilgili bir şey bilmiyordum, Hıristiyandım. Müslümanların domuz etini yemediğini, içki içmediğini biliyordum. Bizde İslâmiyet denince “Muhammedane” diye tabir edilen haşa “Muhammed’e tapıldığı” yönünde bir anlayış vardı. Müslümanların ona taptıklarını düşünüyorduk. Yani yüzeysel, eksik ve basit bilgilerim vardı.

Gençken de inancı olan bir insandım, kiliseye mutlaka giderdim. Domuz eti yerdik, diğerlerinin yememesini onlar adına bir eksiklik olarak görüyorduk. Evlendiğimizde Mehmet’i kültürlü biri olarak tanımıştım. Üniversite mezunu aklı başında birisi, fakat evlendikten sonra gördüm ki Mehmet günün belli vakitlerinde odaya çekilip yerleri öpüyordu. Seslendiğimde bana hiç cevap vermiyordu. Bu sefer “Acaba bana küstü mü?” diye düşünüyordum. Öyle ya soru soruyorum, sesleniyorum cevap vermiyor… Bu süreç beni İslâmiyet ile ilgili sorular sormaya yöneltti. Artık sorgulamaya başlamıştım. Sürekli Mehmet’e sorular soruyordum ve verdiği cevapları mutlaka kitaptan kaynak göstererek bana göstermesini istiyordum. Bir nevî delil istiyordum.

Uzun süre sordukça sormaya devam ettim. İkna oluyordum, fakat sorduğum sorulara da hayret ediyordum. Nasıl bu soruları soruyordum bir türlü kendime inanamıyordum. Yani aklımızdan aslında bir çok şey geçiyormuş, ama bunları sormayı hiç düşünmemiştim. Sorguladıkça soruların ardı arkası kesilmedi. Mehmet’in kaynak göstererek cevap vermesi ve bilmediği şeylerle ilgili “Ben önce araştırayım ondan sonra sana anlatırım” şeklindeki yaklaşımları ve uzun sohbetler neticesinde İslâmiyeti inanç açısından benimsedim. İki senenin ardından ciddî olarak namaz kılmaya, Kur’ân okumaya başladım. Fakat içimde hâlâ kimseye söyleyemediğim sıkıntılarım, tereddütlerim vardı. Kimseye bunlarla ilgili bir şey diyemiyordum.

Tâ ki bir rüya görene kadar…

Rüyamda bir tepenin üzerinde canavarlarla dövüşüyordum, onlardan kaçmaya çalışıp yamaçtan aşağıya doğru koştum. Aşağıda beyaz kumlu geniş bir sahil ve masmavi deniz vardı. Ben denize doğru koşmaya devam ettim. Çok korkuyordum. Suya daldım, ama nefes almayı falan hiç düşünmüyorum, öylesine atladım suya. Denizin içinde türlü türlü hazineler altınlar, mücevherler var, ama onlar bana hiç cazip gelmiyordu. Denizin içinde beyaz kumlar arasında bir namaz cübbesi buldum, ona sarılarak aldım ve dışarı çıktım. Bu sırada sahilde daha önceden hiç tanımadığım nur yüzlü bir adam elinde asasıyla bana doğru geliyordu. Fakat tanımadığım için pek bakmıyordum. Bana “Kızım korkma, kimse sana bir şey yapamaz, bu cübbe Peygamber Efendimizin namaz cübbesidir” dedi. Uyandım tabiî, o nur yüzlü adamın Hz. Musa olduğunu düşünüyorum, çünkü elinde asası vardı. O geceden sonra hiç vesvesem kalmadı. O zaman hamileydim ve Ramazan yaz ayına (Ağustos) denk gelmişti. Rüyadan sonra namaza ciddiyetle başladım, önceki senelerde üç-beş gün oruç tutuyordum o sene üstelik Ağustos ayında oruçlarımı tam tuttum. O dönem benim için çok farklıydı…

Risâle-i Nurları okumaya nasıl başladınız, Almanca olarak mı okudunuz?

Risâlelerden önce evde ne kadar kitap, dergi, ansiklopedi, peygamberler tarihi kitapları v.s. varsa hepsini okudum. Tam bir kitap kurduydum yani. O zaman (25 sene önce) evimizde Yeni Asya Yayınlarından çıkan ne kadar kitap varsa hepsini okudum diyebilirim. Mehmet, hiç zorlayarak bir şeyi yap demezdi, ama kibarca hatırlatırdı, mecbur kalırdım. İyi kötü Türkçe öğrendim, tabi Elazığ şivesiyle, sonra Risâle-i Nurları okumaya başladım, ama bana Çince gibi geliyordu, hiçbir şey anlamıyordum. Sebat etmiştim bir kere, Mehmet’e kızmama rağmen inadımdan dolayı okudum. Risâlelerin beni etkilemesi ise hasta olduğum bir dönemde gerçekleşti. Çok hasta olduğum bir dönemdi, Mehmet işte çalışıyor, ben yalnızım, kimse yardım etmiyor tam bir ümitsizlik hali, bu nedenle de ağlıyordum. Kitap okumak için Lem’alar’ı elime aldım, rasgele açtığım yer Hastalar Risâlesi’ydi ve orada şöyle yazıyordu: “Ey biçare hasta! Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil, belki bir nevî dermandır….”

Hem okuyor hem de ağlıyordum. Bana özel yazıldığını düşündüm. Tam ruh halime göre, sanki sadece benim için yazılmış gibiydi. İslâmiyet ile şunu çok iyi anladım, mutlaka her musîbetin sıkıntının ardında bir hikmet vardır. Bunun binlerce örneğini yaşadık. Önemli olan sabretmek. Risâlelerde çok defa rasgele bir yer açtığımda, ruh halime o anki sıkıntılarıma uygun yerler denk geldi. Bunlar her seferinde aklımı başıma toplamama yardımcı oldu. İnanıyorum ki inancı tam olan bir insan düşmanına bile kötülük yapamaz.

Genç yaşlarda evlendiğim için Türkçeyi çok daha iyi anlıyorum ve Türkçe risâleleri okuyorum.

Almanya’da tesettüre bakış nasıl?

Avrupalı kadınlar, erkeklerin kadınlarını örttüklerini düşünüyor. Arkadaşlarım “Eşin mi seni böyle örtüyor?” diye soruyorlar. Tabiî örtünmeye ilk başladığımda bir yere giderken ve dışarıda örtünme anlayışındaydım. Yani çok şuurlu değildim. Sonraları aklıma örtünmenin farz olduğu, yani Allah’ın emri olduğu geldi. Ya hep açacaktım ya da hep örtünecektim ve sonrasında hep örtündüm. Ardından ilk Almanya‘ya gittiğimde tereddütlerim vardı. Fakat beni görünce tebrik ettiler. İlk namaz kıldığımızda bizden utanıyor gibiydiler, yani ne yapacaklarını pek bilemiyorlardı. Sonradan alışmaya başladılar, biz namaz kılarken odadan çıkıp sessiz olmak, televizyonu kapatmak gibi hassasiyetleri oldu. Artık bize saygı duyuyorlardı. Biz evimizde ayakkabı ile dolaşmadığımız için gelenlerden de çıkarmalarını istediğimizde bize küsen, darılan oluyordu. Şimdi onlar da çıkarmaya başladılar. Eniştem Mehmet’in yakın arkadaşıydı. Eniştem ve ablam da Müslüman oldular. Ablam doğum yaptığında çocuğu hastaydı. Bebeğini kuvöze koymuşlardı, durumu iyi gözükmüyordu. Ablam orada anne şefkati ve çaresizlikle şöyle dua etti: “Ya Rabbi, sen bu çocuğu yaşatırsan, domuz eti yemem, içki içmem, namaz kılarım.”

Ama bunu bir pazarlık yapma niyetiyle söylemedi, adeta yalvararak dua etti ve şimdi çok sağlıklı bir çocuğu var. Sonrasında ciddî bir dönüş yaptı. Birkaç ay sonra tatil için Türkiye’ye geldiğinde namaz kılarken duaları kâğıttan okuyordu. Eniştem, Mehmet vesilesiyle Müslüman olmuştu. O sebeple kadın ve erkek arasındaki farklılıkları bilmediği için ablam da eniştemden erkek gibi namaz kılmayı öğrenmişti. Yaşayış ve fıtraten ablam İslâmiyete çok yakındı, bu açıdan onun Müslüman olmasına çok sevinmiştim. Kendisinde sahabelerin isar hasletini görebilirsiniz, “kendinde olmadığı halde başkasına vermek”. Ailemin diğer fertlerinden ateist olmadıkları, inançlı oldukları için ümitliyim.

Avrupa’da ben vejeteryanım (et yemiyorum) dediğinizde, içkiyi bıraktım dediğinizde kimse size karışmaz, ama domuz eti yemiyorum, içki içmiyorum dediğiniz zaman size sürekli teklif ederler.

Bir de gayri Müslim hayattan dönüş yaptıktan sonra geçmişinizden sorumlu olmamak çok önemli. Ama şimdiki hayatım size göre daha zor. Çünkü iman ettikten sonra eski hatalarımı tekrar yapmam mümkün değil, bu noktada daha dikkatli olmak gerekiyor.

Müslüman olduktan sonra benim ölüme ve ölüye bakış açım değişti. Eskiden cesaret etmem mümkün değildi, ama Müslüman olduktan sonra ölü yıkamaya gittim. İlk başta korkum yoktu diyemem, gece korkutucu rüyalar, kâbuslar görmekten korkuyordum. Yine de bir akrabamızın cenazesinde yıkamaya yardım ettim. O gece çok güzel rüyalar gördüm, sonrasında yine gittim. Bence gençken siz de ölü yıkamaya gidin, çekinilecek korkulacak bişi değil, önemli bir tecrübe.

Üstad Hazretleri, “Avrupa İslâma hamile” diyor, ben Üstad Bediüzzaman’ın bu müjdesinin doğmak üzere olduğunu düşünüyorum.

Mehmet Orhan anlatıyor:

İki sene İ.Ü. Edebiyat Fakültesinde okuduktan sonra 1969’un sonlarında Almanya’ya gittim. Giderken yanımda bir valizim vardı, içinde külliyatım ve Kur’ân’ım ile gitmiştim. 21-22 yaşlarındaydım. Gitmeden önce Edebiyat Fakültesinde okurken kısa süreli olarak Nurtaşı’nda kaldım. Zübeyir ve Tahiri Ağabeyleri orada gördük. Tahiri Ağabeyin arkasında bir akşam ya da yatsı namazı kıldık. Ben o namazı hiç unutamıyorum. Belki beş dakika tekbir alması için bekledik. “Allahu Ekber” diyerek tekbir aldığında, kendimi çok farklı bir halde hissettim, rükûda ve secdede çok uzun kalmıştık. Namazın hakkını vererek, acele etmeden, tadil-i erkâna uyarak namaz kılmak, ağabeyler bu hususlara çok dikkat ederlerdi.

Almanya’ya ilk gittiğimde bir buçuk sene lisan eğitimi aldım. Üçüncü dönemin sonunda yurtta kalma hakkımız bitince Şaban Tok kardeş ile birlikte Mainz, Kastel’de ilk dershaneyi açtık. Sonradan Mehmet Çiçek Ağabey bize katıldı. Şaban kardeş çok kabiliyetli ve gayretli birisiydi. 1973-74 yıllarıydı, Mehmet Ağabey hastanede yatıyordu. Biz de Şaban kardeşle hastanelere gidip hastaları ziyaret ederek, tanıştıklarımıza Risâleleri anlatmaya çalışıyorduk. Mehmet Ağabey Bingöllüydü, bizim de Elazığlı olmamız vesilesi ile kendisini ziyarete gittik ve tanıştık. O gün orada ona Hastalar Risâlesini okuduk. Çok ciddî bir şekilde dinledi ve ayrılacağımız sırada “Bana o kitabı satın, ama ben Türkçe okumayı bilmiyorum” dedi. Biz de “öğretiriz” dedik. Hastaneden çıkınca çalıştığı yerden ayrılıp yanımıza geldi ve Risâle-i Nur’a dört elle sarılıp okudu. İlerleyen zamanlarda çok güzel dersler yapmaya başladı, ilim adamları hatta profesörler onun gibi ders yapamazdı. İlerleyen dönemlerde Ali Uçar Ağabeyle birlikte Almanya’daki hizmetlerde ciddî mânâda ilgilenip koşturdu.

Almanya’da düzenlenen “Bediüzzaman empozyumu”nu yerinde izlediniz. 41 yılın ardından Almanya’da İslâmî hizmetlerdeki gelişme ne durumda?

Bizim gittiğimiz yıllardaki İslâmî hizmetler ve Risâle-i Nur hizmetleri arasında bu gün en az yüz kat gelişme söz konusu. Her yerde cami bulabilirsiniz, cemaatlerin evleri, çeşitli grupların mescitleri…
Almanya’ya ilk gidenler İslâmiyeti an’anevî bir tarzda yaşıyorlardı. Şimdi ise İslâmiyeti şuurlu bir şekilde yaşayan genç bir nesil yetişti. Din hizmetleri, gerçek ve sağlam kaynaklardan edinilen bilgilerle şuurlu bir hale gelmiş durumda. Yani sistemli bir şekilde hareket ediliyor. Üstad; “Bahtiyar Alman milleti” diyor, benim bu sözden anladığım ve müşahede ettiğim şudur: Mü’minin her sıfatı mü’min olmadığı gibi kâfirin her sıfatı da kâfir olmak gerekmediği kaidesince, Alman milletinde fıtrî olarak İslâmî vasıflar mevcut. Bu açıdan Müslümanlarla daha rahat iletişim kurup kolaylıkla İslâmiyeti tercih edebiliyorlar. Bu da onları bahtiyar konumuna yükseltiyor.

Sadece Mainz şehrinde dört tane dershane var, hemen yanındaki Wiesbaden bölgesinde yine bir dershane var, camiler, mescitler, Arapların camileri v.s.

Almanya’da Risâle-i Nur hizmetleri nasıl?

Köln, Hamburg, Worms ve Mainz’deki bütün dershaneleri gezdim (onbeşin üzerinde). Dershanede kalanlar çoğunlukla Türk, Alman ve Türk vatandaşlar derslere iştirak ediyor, her iki dilde dersler yapılıyor. Alman vatandaşlarıyla olan münasebetler sadece dersler tarzında değil, ilgi duyup soru sormaya gelenler oluyor. Ayrıca orada doğup büyüyen ve hizmet edenlerde çoğaldığı için daha verimli hizmetler oluyor. Meselâ Worms şehrinde, Almanya’nın en eski kiliseleri oradadır, kilisenin tam yanında bir dershane var, orada Alman bir kardeş Ene ve Zerre bahsini okudu. Etkili ve verimli bir ders oldu. Bir kardeşmizin anlattığı bir olay var. Kiliselerde belli zamanlarda üçyüze yakın papaz birlikte toplanıyormuş. Bizim kardeşleri dâvet etmişler. Onlar da kendilerinden bir şey olması açısından Fatiha’yı okumayı teklif etmişler, papazlardan sadece iki tanesi itiraz etmiş, diğerleri çok memnun olmuşlar ve kabul etmişler. Arapçasını ve Almanca mealini duyan papazlar, “Bu ifadeler ancak Allah kelâmı olabilir” ittifakında bulunmuşlar. Beşer kelâmı olamayacağını onlar da kabul etmiş.

Rahmetli Ali Uçar Ağabeyle birlikte olduğunuz dönemlerden hatıralarınız var mı?

Elbette çok hatıramız var, ama birden hatırlıyamıyor insan. Fakat Ali Uçar Ağabeyle ilgili şunları söyleyebilirim, benim müşahedem; kendisi kitleleri ardında sürükleyebilecek bir hitabet kabiliyetine sahip olan birisiydi. Bir ders sırasında “Münâcat” Risâlesini okumaya başladı ve bitirdi. İnsanlar onu uyumadan rahatça dinlerdi. Girdiği ortam nasıl olursa olsun mutlaka inisiyatifi eline alabilirdi. Bu yönüyle de müthiş bir kabiliyeti vardı. Medreseler arasında sürekli koştururdu. Kendisiyle Berlin’e Kur’ân’ın ilk basıldığı yıllarda defalarca gittik. Yolda cevşeni seri bir şekilde okur ve bitirirdi. Genel olarak da az uyuyup, çok okuyan ve zamanını hiç boşa geçirmeyen bir insandı.

Gençler bizim nesle göre çok şanslı. Bizim nesil risâleleri çok iyi anlayamadı, İnşallah gençler daha iyi anlayacak. Çünkü o zamanda araştıracak kitap, kaynak bulmak çok zordu. Meselâ şimdi risâlelerde haşir ile ilgili ne geçiyorsa anında bulabiliyorsunuz. Yeni tanzim edilen eserler anlama işini ciddî mânâda kolaylaştırdı. Yeni tanzim eserin hazırlanmasında emeği geçen ağabeylerden Allah razı olsun, külliyatın en mükemmel ve kapsamlı baskısı yapıldı, bundan daha iyisi bence mümkün değil. Külliyat indeks, sözlük, kaynakça, âyet, hadis ve şahıs-yer bilgileriyle daha kapsamlı hale getirildi. Bu araştırmak için önemli bir vakit kazancı sağlıyor. Bundan sonra yapılması gerek çalışma bence Risâle-i Nur terminolojisine yönelik bir çalışmadır, İnşallah yapılacaktır. Bizim nesilde geleneksel bir İslâmiyet ile iştigal ediliyordu, yeni nesil ise sorgulayarak araştırarak ilerleme kaydettikleri için İnşallah İslâmiyeti ve risâleleri daha iyi anlayıp yaşayacaklardır.

Gençlere yönelik tavsiyeleriniz nelerdir?

Risâlelerde namaz ile ilgili çok yerde bahisler var. Namaz gibi bir mesele üzerinde ciddî çalışmak lâzım. Namaz ve tesbihat çok önemli. Mânâsını anlayarak, şuurlu bir biçimde kılınması noktasında gençlikte daha dikkatli olmalısınız. Eğer mesleğiniz dâvânıza yardımcı oluyorsa bir mânâ ifade eder. Bir ağabeyimiz; ”Keşke şu karalahanadan aldığım lezzeti, namazdan alabilsem” derdi. Ben de bunun gibi keşke spora verdiğim ehemmiyeti namaza verseydim. (Kendisinin sportif faaliyetlerde yurtiçi ve yurtdışında önemli başarıları var.)

Yeni Asya gazetesinin 40 yıllık okuyucuları rasındasınız. Gazetemizle ilgili neler söylemek istersiniz?

Yeni Asya’dan daha kapsamlı, gerçekçi ve mükemmel bir gazete bulamadım. Asrın tefsirini insanlığa takdim eden başka gazete yok. 40 yıldır yok, bugün de dahil. Gazeteyi öğretmen evi gibi umumî yerlere meccanen bırakır ve dağıtırdık.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*