Altıok’tan Tandoğan’a…

Bediüzzaman sıkıntılı Eskişehir hapsinden sonra kuş uçmaz kervan geçmez bir il olan Kastamonu vilayetine mecburî ikamete sevk edilir. Yolların tozlu ve intizamsız seyrinden sonra Kastamonu’ya ulaşır. Daha Kastamonu’ya teşrif etmeden menfî propagandalar ile Said Nursî “menfî”, her insanın ondan çekindiği bir kişi olarak tanıtılır.

Etkili ve yetkili olanlar daha Bediüzzaman gelmeden kalacağı ve göz hapsinde tutulacağı yeri tesbit ederler.

Polis karakolunda kalacaktır.

Nasıl olur, sivil bir insan karakolda daimî kalabilir mi?

Devir kanunsuzluğun ve hukuksuzluğun uygulandığı yıllardır. Bediüzzaman’ı karakolun alt katında kömürlük gibi bir yerine koyarak üzerinden kilitlerler. Ancak ihtiyaç halinde izinli dışarı çıkmaktadır.

Bir sabah namazında Nasrullah Camii’ne gitmek ister Bediüzzaman. Görevli polise haber verir.

“Kardeşim ben bu sabah Nasrullah Camii’nde olmam lâzım.”

“Hayır hoca efendi, burada kılarsınız, emir böyle.”

Sabah ezanı okunmuştur. Bediüzzaman birden kilidin kendi kendine açıldığını görür.

Ve bakarlar Bediüzzaman Nasrullah Camii’ndedir.

Bu hale şahit olan görevli polis heyecan içinde komisere:

“Komiserim hoca efendinin kilidi kendi kendine açılıyor, kendisi sabah namazına camiye gitmiş.”

Komiser kendi başına hareket edemediği için valiye haber verir.

Vali ise Bediüzzaman’ın karakolun üst tarafına alınmasını emreder.

Bu hadiseden sonra karakoldakilerin tavrı Bediüzzaman’a karşı müsbete döner.

Bu arada Vali Mithat Altıok, Bediüzzaman’ı makamına çağırır.

Komiser Abdurrahman, Said Nursî’yi valinin makamına götürür.

Vakur adımlarla valinin odasına giren Bediüzzaman’a Vali şapka takmasını emredici ve tahkir edici bir şekilde söyleyince, İstanbul hayatından tanıdığı valiye:

Sert ve gür bir sesle:

“Mithaaaaaat, ben münzevîyim, bu kanun münzevîlere uygulanmaz.”

Bu sert sözleri işiten Komiser Abdurrahman, fevkalâde endişelenir.

Titreyen vali, makam zilini zor bulur.

Zilden sonra içeri giren komisere:

“Götürün hocayı!”

Bu arada Kastamonu ve İnebolu ve tâ Taşköprü’den Nurlara şevk ile çalışan Nur Talebeleri hizmete aşk içinde çalışmaktadırlar.

Bu halden endişe eden yetkililer Âyetü’l-Kübrâ ve Beşinci Şuâ vesile edilerek, Nur Talebelerini önce Isparta, daha sonrada Denizli Mahkemesine sevk ederler.

Bediüzzaman bir otobüse yanında talebesi Selahaddin Çelebi ile bindirilip, önce Ankara’ya iki jandarma nezaretinde getirilirler.

Bu hallerden dönemin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan haberdardır. O da kendince bir kahramanlık göstermek ister. Emrindeki şahıslara emir vererek Bediüzzaman’ı Mithat Altıok gibi makamına çağırıp şapka giydirmek ister. Sabır ve tahammül kahramanı Bediüzzaman, vakur ve emin adımlarla, yanında Selahaddin Çelebi olduğu halde, yine jandarma nezaretinde getirilir.

Vali Tandoğan’ın makamına giren Bediüzzaman ile Tandoğan arasında şiddetli konuşmalar başlar. Vali Tandoğan:

“İşittim ki şapkayı kasıtlı giymiyormuşsun, biz bu serpuşu zorla giydiririz. Sen neci oluyorsun? Bu memleket ahalisi hepsi bu serpuşu giyiyor…”

Vali, bu sözlerinden sonra masanın üzerindeki şapkayı eline alarak Bediüzzaman’a sarığını çıkarıp giydirmek ister.

Bediüzzaman şiddet ve hiddet ile:

“Ben ecdadınızı temsil ediyorum. Ben münzevi yaşıyorum, bu kanun münzevilere uygulanmaz, dışarı çıkmıyoruz, sizler zorla çıkarıyorsunuz, başından bul!”

Bu beklemediği tepki karşısında şaşıran vali ne yapacağını bilemez ve Bediüzzaman hızla valilik binasından çıkarak jandarma nezaretinde götürülür.

Hayatında bir defa dahi şapkayı başına koymayan Bediüzzaman, hayatı boyunca da yine bu şapkayı başına koymaz. Tandoğan ilk ve son bedduâ ettiği zattır.

Said Nursî Hazretleri önce Isparta’ya, daha sonra Denizli hapsine sevk edilir.

Dünyalık noktasında zevk ve sürur nedir bilmeyen Bediüzzaman izzetle mevti zilletle hayata tercih edenlerdendir. Sultanlara ve cebbar komutanlara eyvallah etmeyen Bediüzzaman, hayatını büyük bir sabır ve izzet ile devam ettirir. Yirmi küsur defa zehirlenir, sürgünden sürgüne, mahkemeden mahkemeye sevk edilir.

Vali Nevzat Tandoğan, bu cebbar tavrı ile yapamadığı, kendince önemli bir vazifeyi yerine getiremediği için adeta kahrolmuş, üst seviyedeki efendilerine karşı mahcup olmuştur. Fakat Bediüzzaman’ın hayatta hiç yapmadığı bir kahra muhatap olmuştur. İdarî ve ailevî sıkıntıların arasında kalan Tandoğan bir iki ay sonra beylik tabancası ile kafasına sıktığı kurşun ile intihar edecektir. Ve, ‘başından bulmuş’ olacaktır!

Seneler sonra Kastamonu’daki komiser Abdurrahman emekli olur ve Bediüzzaman’ın hangi ilde olduğunu öğrenir ve Emirdağ’da olan Bediüzzaman’ı ziyarete gelir. Çok etkilendiği Bediüzzaman’ın mertliğine hayran kalmış, tekrar onu görmek emelinde olmuştur. Emirdağ’a gelir, Çalışkanların müzahereti ile Bediüzzaman’ı ziyaret etmeden önce Kastamonu’da Vali Mithat Altıok ile Üstadın arasındaki hadiseyi heyecan içinde anlatır. Bediüzzaman Komiser Abdurrahman’ı hatırlar ve Risaleleri okumasını tavsiye eder.

Bu ziyaret Abdurrahman Efendiyi fevkalâde tesir altında bırakır. Dönerken Çalışkanlara uğrar. Mehmet Çalışkan sorar:

“Nasıl buldunuz Üstadımızı?”

Abdurrahman bir iç çeker ve ciddîleşir.

“Ben bilirim Üstadınızı. O önce de yamandı, şimdi de yamandır.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*