Aman bayramlarımız…

Zamanın sosyolojik değişimi insan karakterini aşabilir mi? Veya bu mânâda değişenin zaman değil de, insandaki bitmez tükenmez menfî – müsbet karakterler olduğunu söylemek daha mı doğru olur? Herşeyin “fıtratın” dairesinde binbir güzel – çirkin desenler çizerek insanın etrafında deveran ettiğine inanmamız herhalde yanlış olmaz. İlk insanın faziletleri ve kötü ahlâklarıyla, günümüz insanın faziletleri ve ahlâksızlığı mukayese edildiğinde ortaya çıkacak farkı merak ediyorum. Belki yalnızca farkları; ilim ve teknolojinin kullanımı ile ortaya çıkacak keyfiyet ve kemiyette olacaktır. Yani değişim denilen şey insanın huy ve ahlâkıyla sınırlı… Zira fıtratın çerçevesi değişmiyor.

Değişim ile bozulmanın birbirine karıştırıldığı zamanları yaşıyoruz. Bu noktada bayramlarımız da değişiyor. Orijinalin ölçüsü elbette fıtrattır. Fıtrat ise yaratılış ağacının ilk nurânî embriyosu ve sevgililer silsilesinin en son ve en büyük meyvesi Peygamberimizdir (asm). Bakışından kalkışına, sözünden tebessümüne kadar her hali, fiili ve kelimesi fıtratın ta kendisi olan Hz. Peygamberin (asm) bayramlarımızı da fıtrata uygun ihdas edip yaşadığına ve de nasıl yaşayacağımızı tavsiye ettiğine inanıyoruz. O (asm), mebde ile müntehayı hep elinde tutageldi. (31. Söz’deki örneğe dikkat) Bayramlarında da öyle. Önceleri hiç yaşanmamış bayramlar… Risâlet zincirinin bütün halkalarıyla alâkalı, fakat orijinal bayramlar… Musevîlerle İsevîlerin gıpta ettikleri ve hatta zamanla bir çok unsurunu değiştirerek apardıkları bayramlar… Özellikleri din kitaplarında ve bihassa hadiste etraflıca izah ediliyor. Meselemiz bayramların o boyutu değildir.

Bir çok değerlerimiz gibi bayramlarımızın da orijinal temellerinden kopmalarından endişe ediyoruz. Dinsiz İkinci Avrupa’dan gelen dehşetli cereyanlarla fıtrî zeminlerimizi kaybetmekten… Sebepler o kadar çok ki… Avrupa’ya ilk geldiğimde dikkatimi çeken önemli bir husus da buradaki “dinî bayramların” kutlanış biçimiydi. Eğlenceye düşkün bir topluluk eğlenmek için her bahaneyi kullanır da dinî bayramları kullanmaz mıydı? Bayramın ritüel boyutunu kilise icra ederken, bahaneyi sarhoş olmakta kullanan kitleler hep dikkatimi çekerdi. Meşhur Noel ve Paskalya’dan cadıları kovalama bayramına kadar. Yaşgünleri, mezuniyetler, işe girişler, hatta mevsimler bile eğlenceye âlet edilmişti. Bahar – yaz şenlikleri gibi. Gerçi Batı tüm kutlamalarının bir taraflarına “dinî unsurlar” taktığından, denilebilir ki kilisede başlayan merasim meyhane veya diskotekte sona erer. Yaşlılar, bu bozulmanın son elli yılda daha çok arttığını söylüyorlar. Belki de dinsiz, sefih ve tahripkâr İkinci Avrupa’nın Hıristiyan Avrupa’dan aldığı bir intikamdı bu. Zîrâ Avrupa’nın, kısmen dinsizlik ve vahşetin karşısına geçmeye başlaması İkinci Dünya Savaşından sonraki zamana rastlar.

Bayramlarımızı onların bayramlarıyla mukayese elbette yanlış olur. Fakat, acaba bizde de fıtrattan uzaklaşıp giden bir kutlama meyli mi var, diye düşünmeden de edemiyoruz. Orucu tutmadığı halde sahuru kaçırmayan “bektaşi” karakteri, elbette bizden birilerinin karakteriydi. Ancak, dinimizden kaynaklanan örf ve kültürümüz bu karakterlere sahip kimlikleri ayrıca teşhir etti. Özdeki bozulmayı engelledi. Zira cemiyet Müslümandı. Bediüzzaman Hazretleri, nefsi bektaşi karakteriyle de öne çıkarır. Belki de değişim ile bozulmanın birbirine karıştırıldığı diğer yerlerden bir tanesi de burası. Arzu ve hevesin rüzgârına takılarak orijinal temellerden ve fıtrattan uzaklaşan insan, kendisini bazen değişimci, bazen de “yenilikçi” olarak gösterebilir. Değişim, fıtratın değişmez çerçevesinde cereyan ettikçe güzeldir ve faydalıdır. Sabit ve rasih duran temellerin üzerindeki çerçevede, çoğunlukla renkler, şekiller ve desenler değişir. Güneşin bir bahçede farklı mevsimlerdeki aksi gibi…

Toplumumuzu bugüne kadar millî ve dinî hayatıyla ayakta tutan tek unsurun, fıtratın ta kendisi sayılan İslâmın değişmez ana çerçevesi olduğuna inanıyoruz. Âyet ve hadiste, ilk insan Âdem babayla kıyamet hışırtısını duyacak evladımızın yaşayabilecekleri tüm “fıtrî değişimlerin” olduğundan elbette şüphemiz olamaz…

Bu fıtrî çerçeveden habersizce; Müslümanları “değişimden” nasipsiz, Avrupalıları “değişimci” zannetmek, yalnızca cehaletin bir oyunu olabilir.

Ölçüsüz, şuursuz, nefsî ve hırsî değişim teşebbüsleri insanlığa yalnızca ıstırap yaşatmıştır. Teknolojideki ölçüsüz değişimin dünyamızın ve insanların başına getirdiği ve getireceği felâketler karşısında titriyoruz. Teknolojideki felâket sosyolojik boyutlarda da yaşanıyor. Çok dehşetli ve tahripkâr cereyanlar karşısında, temellerimize, bayramlarımızın tutunduğu temellere dört elle sarılmamızın gereğine inanıyorum. Tâ ki, kıtaları herc-ü merc eden dahiyeler – fırtınalar bizi yabana savurmasın. Allah’ın ipine sımsıkı sarılmadıklarından savrulmuş toplulukların hâl-i pürmelâlleri ortadayken, aman bayramlarımız diyoruz. Resûlullah’ın (asm) kolumuzdan çekerek öğretmek istediği gibi… Çocuklarımızın dünyasında boşluk kalmayacak kadar dolu, yaşlılarımıza “Oh! Elhamdülillah” dedirtecek kadar samimi ve nezih… Helâket ve felâket asrının insanı olduğumuzu, dünyanın yedi ikliminde akmakta olan kardeş kanını ve bacı feryadını unutmadan. Sorumluluğu adım adım omuzlarımıza yaklaşan kudsî vazifelerin tatlı helecan ve heyecanlarını hissederek… Sydney’den Toronto’ya, Capstadt’tan Yakutistan’a kadar uzanan coğrafyalardaki “muvahhid” kalplerin ılıklığını duyarak… Doğu ile Batının muvasala çizgisinde buluşacağı hakiki bayramlarda buluşma niyazıyla… Bayramınız mübarek olsun!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*