Ambulansın siren sesi

Şehirlerimizde, hassaten büyük şehirlerimizde çok duyarız bu sesi. Bazen gece karanlığını delercesine, bazen de yeri-göğü inletircesine çalan ambulansın siren sesini. Ya bir acil hastayı, ya da trafik kazası vs. gibi sebeplerden dolayı az önce “turp” gibi adamken, bir anda ezilmiş, çaresiz hale düşmüş birini acele ile hastahaneye yetiştirmektedir ambulans. “Allah yardım etsin!” deriz. Üzülürüz, ama çoğunda da içinde biz yokuzdur. Bir de onun içinde olana sorun bakalım ne haldedir, nicedir? Tabiî cevap verebilecek durumda ise…

İşte biz de, şu yakınlarda böyle bir hâli yaşadık. Geçtiğimiz günlerde, yaklaşık iki aylık bir Ankara seyahatinden sonra Bursa’ya yeni gelmiş, yavaş yavaş intibak etmeye, her şeye bıraktığımız yerden devam etmeye başlamıştık. O gün öğleden sonra mahallemizin hanımlar sohbeti vardı. Bizim hanım heyecanlıydı. Çünkü o, üç aydır arkadaşlarından, cemaatinden uzak kalmıştı. “Çok özledim arkadaşlarımı, sohbetimizi” diyordu. Küçük kızımla beraber onları sohbete götürecektim. Evimize yakın oturan sohbetlerin müdavimi iki hanım kardeşimize de telefon açtı bizim hanım. “Hazır olun sizi de alacağız” diye. Onları da aldık. Hele bir tanesi çok yorgun olduğunu ifade edip, “Nasıl gideceğim diye düşünüyordum. Allah razı olsun Osman Ağabey” dedi. Biz de ona tebessümle mukabele edip, hizmet için her zaman hazır olduğumuzu ifade ettik.

Onları sohbet yapılan yere bırakmış, eve dönüyordum. Üç şeritli ve bölünmüş yol olan bulvardan gelirken, ilk trafik lambasının olduğu kavşağa yaklaşmaktaydım. Lamba yeşil yandığından yol boştu. Orta şeritten gidiyordum, önümde bir tane otomobil vardı. Sağ ve sol şeritler boştu. Lambanın önüne yaklaşınca, yeşil ışık yanıp sönmeye başladı, henüz sarı ışık yanmamıştı. Önümdeki araba birden durunca şaşırdım “Allah, Allah! Bu adam niye durdu yahu? Daha sarı ışık bile yanmadı” derken, bir taraftan da ona çarpmamak için boş olan sol şeride geçtim. Bir baktım oradan da bir yaya geçiyor, adeta benim önüme atlamıştı. Tabiî birden ona çarpmamak için direksiyonu gayr-ı ihtiyarî sola kırınca, birden ne olduğunu anlayamadım, direksiyon benim elimden çıkmıştı. Araba şaha kalkıp, orta refüje çıkmış, orada bulunan bir direğe çarpmıştı. O anda, o sâliselik anda “Artık gidiyoruz her halde“ derken büyük bir gümbürtüden sonra durunca, şükürler olsun kendime geldim. Yanıma bir baktım “Yahu burası dünyaya benziyor!” dedim. Ama torpido gözü neredeyse benim yanıma gelmişti. “Bunun burada ne işi var?” diye düşünürken, etrafa toplanan insanların telâşe ve bağırıp çağırmalarından artık o girdaba kapıldım. Asîl milletimiz, böyle anlarda hemen yardıma koşar, biri elindeki suyu içirmeye çalışırken, diğeri “Yok içirmeyelim, yüzünü yıkayalım amcanın” diye yardım etmek isterken, birisi “Çabuk ambulans çağıralım” derken, bir anda ambulansın yanımızda belirdiğini hissettik. Hemen bizim halimizi anlamaya çalışırlarken, sağ tarafa, içeri kadar giren direğin verdiği büyük hasardan bizim sağ-salim çıkışımıza hayret edip, o tarafın perişan haline bakıp, “İtfaiye çağıralım mı, kessin” falan derken, “Yok, sıkışmış değilim; ama sağ bacağım çalışmıyor” dedim. Dikkatli ve teenni ile hareket ederek sedyeye aldılar. Ve ambulansın siren sesi acı acı çalarak hastahaneye müteveccihen yola çıkmıştı. Kaza büyük, hasar büyük, fakat Onun lûtfu daha büyüktü. Kuvvetle muhtemel bir ölüm halinden Rabbimiz bizi sağ-salim çıkarmıştı. Üstadımızdan öğrendiğimiz gibi, ”Hazâ min fadli Rabbi!“ dedik.

Ambulansın içinde biz vardık bu sefer. Gerçi, bu bizim şimdiye kadar geçirdiğimiz dördüncü trafik kazamız oluyordu. Fakat, ambulansa ilk defa binmiştim. Durumumuzun çok kötü olmadığını hissettiğimizde, hem Rabbimize şükrediyor, hem de derse giderken arabaya aldığımız kardeşimizin duâsı gözümüzün önüne geliyordu. Bir taraftan tansiyonum ölçülürken, diğer taraftan da her iki kolumu delip, iki tarafa da kelebek takıyorlardı. Tabiî herhangi bir hayatî tehlike durumunda ameliyat vs.’ye ön hazırlık için. Ambulans içinde gelirken içindeki vazifeli bir hanım, “Amca hüviyetin yanında mı?” dedi. “Evet ama istiyorsanız TC numarasını söyleyebilirim” deyince şaşırdılar. Ve neticede hastahaneye geldik. Hangi hastahane olduğunu sorduğumda, “Çekirge Devlet” dediklerinde tebessüm ettim, bu sabah da muayene ve tetkikleri için o hastahanedeydim. Orada çalışan sağlık memuru fedakâr kardeşimiz Mehmed Ali Yükselten’i çağırmalarını söyledim. Biraz sonra geldi, beni sedyede o halde görüp şaşırarak sarıldı, öptü. ”Osman ağabeyim” dedi. Boynumdaki Cevşen’i göstererek “Ağabeyim, Cevşen seni korumuş!” dedi. “Evet, Allah’ın izniyle“ dedim. Oradaki mesai arkadaşlarına dönerek ”Bu benim ağabeyim” dedi hüzünle. Allah razı olsun başımdan hiç ayrılmadı, bütün tetkik ve kontrollerde oradaydı. Şükür birkaç saatlik tetkik ve muayeneden sonra hayatî tehlike bulunmadığını, kırık-çıkık olmadığını, ama çok ağır darbe ve sadmeler neticesinde meydana gelen; kesik, burkulma, ezilme ve travmaların da on beş günde ancak iyileşebileceğini söyleyip, oraya gelen ailemle beraber akşam eve döndük şükür.

“Acı haber tez duyulur” derler ya, sür’atle bu hadise de duyuldu. Yalova’da ikamet eden ağabeyim İsmail Zengin, durumu hemen oradaki yazarımız Ali Ferşadoğlu kardeşime bildirmiş, o da hemen gazete merkezimizi arayarak vaziyeti anlatmış, tabiî ertesi günkü gazetedeki yazısında da not olarak geçmiş olsun ifadesini kullanmış. Ayrıca, gazetemiz adına çıkan “geçmiş olsun” ilânı neticesinde, artık her taraftan duyulmuş oldu. Yazı işleri ve diğer birimlerdeki fedakâr kardeşlerimiz hemen telefon açarak ‘geçmiş olsun’ dileklerini ifade ettiler. Hele gazetemizin yayın koordinatörü kardeşimiz Abdullah Eraçıkbaş’ın, “Osman Ağabey gelelim mi?” demesi bizi çok mütehassis etti. Durumumuzun ağır olmadığını söyleyip kendisine teşekkür ettik.

İrtibatımızı sağlayan gazetemizdeki ilânatlardan sonra, artık yurdun dört bir yanından, yurt dışından yüzlerce telefonla aradı kardeşlerimiz. Mail, mesaj ve facebooktan da geçmiş olsun dileklerini bildirdiler. Yine onlardan biri bizi çok duygulandırdı. Bizim yazılarımızı devamlı okuyup bizi takip ettiğini söyleyen kardeşimiz, yazılarda bir hafta on gün kadar ara olunca merak etmiş, oradan buradan sormuş, durumumuza da muttalî olunca telefon numaramızı bulmuş ve arayarak hem o durumları anlatıp, hem de geçmiş olsun dileklerinden sonra “Ağabey, inşaallah tekrar yazılarınızla en kısa zamanda aramıza dönersin” deyişini unutmuyoruz. Aslında bu müessif hâl vukuu bulmasaydı, 28 Şubat ile alâkalı bazı şeyler yazacaktık, ama nasip işte, olmadı.

Yine uzaklardan, 35-40 senedir hukukumuz olan eski bir kardeşimiz aradı. “Aslında ben bazı sebeplerden dolayı iki sene gazete almadım, ama talebeyken beraber kaldığımız bir arkadaşımızın vefat haberini çok sonra duyunca üzüldüm ve irtibatımızı sağlayan gazetemizi yeniden almaya başladım. Elime ilk aldığımda da, cemaatle ilgili bu tür haberlere, ilânlara bakarken gördüm senin kaza yaptığını” dedi. Ve biz de Yeni Asya ile alâkalı İslâm Yaşar’ın, EuroNur Video sitesindeki video programını seyretmesini tavsiye ettik.

Cenâb-ı Hakk’ın bir hikmeti, bizden iki ay önce de kızlarım bir trafik kazası geçirmişti. Onun akabinde yazdığımız bir yazıda da belirttiğimiz gibi, büyük bir lâhika mesabesindeki gazetemiz Yeni Asya’nın ilânatıyla haberdar olup, bizleri telefonla arayan, gazetede ilân veren, mail vs. yoluyla da “Geçmiş olsun” diyen bütün kardeşlerimize teşekkürler ederiz. Sizlerin duâsıyla, inşaallah bundan sonra da kaldığımız yerden devamla, Rabbimizin müsaade ettiği âna kadar, yazılarımıza ve hizmetlerimize devam edeceğiz inşaallah!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*