Angela Merkel ve Avrupa demokrasileri…

sukru-bulutBelki de makalemiz yalnızca Almanya ile sınırlı olmalıydı.

Fakat mevzu merkezden muhite yayılıp bütün Avrupa’yı alâkadar edeceğinden, hadiseyi kıt’a Avrupa’sı çerçevesinde ele almayı daha uygun bulduk. Ayrıca Almanya´nın AB´de motor vazifesini yüklendiği bir zamanda buradaki demokratik zaaf elbette önem kazanacaktır.

Demokrasinin beşiği olan Avrupa’da, son zamanlarda demokrasinin karşılaştığı iç darbeler, hak ve hürriyetler noktasında Avrupa’dan demokrasi yardımı arayışındaki ülkeleri müteessir ettiğinden, olayın yalnızca Avrupa ile sınırlı kalmadığının da altını çizelim.

Demokrasinin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da yaşadığı baharı az çok herkes biliyor. BM’den NATO ve AB’ye insanlığın barış ve dayanışma içinde yaşaması hedefiyle teşkil edilen birçok milletler arası kuruluş bu mevsimlerde doğup büyüdü. Avrupa’nın materyalist, dinsiz ve çatışmacı kanadının büzülüp köşesine çekildiği zamanlarda, Batı Avrupa’da yaşayan halkların refah, adaletli yönetim ve teknolojiyle gelişmesi dünyanın diğer ülkelerindeki insanların gözlerini kamaştırmıştı.

Demokrasinin günümüzdeki sıkıntısının çıkış noktalarını Sovyetler’in dağılmasına ve İki Almanya’nın birleşmesine götürenler olduğu gibi, Amerika’nın yaşadığı 11 Eylül ihtilâline ve 2008 ekonomik krizine bağlayanlar da çıkıyor. Hatta, sermayenin kontrol altında tutmaya çalıştığı medyanın veya yine sermayece sokakları dolduran popülist siyasal hareketlerin etkisinde kalıp hadiseyi yalnızca Arap göçmenlerine indirgeyenler de az değil… Biz sebep olarak değerlendirilen hususların esasında birer sonuç olduğuna inanıyoruz. Avrupa’daki ezelî düşmanların savaşları, materyalist, semavî dinlere düşman ve insanî değerleri hiçe sayan Avrupa ile insaniyetperver ve Hıristiyan Avrupa’nın çatışması çeşitli perdeler ve maskeler altında yeni bir boyuta taşınınca, yeni manzarayı tahlil etmek, tarihi doğru okuyamayanlar açısından güçleşti.

KARL MARX´DAN KARL POPPER’İN ŞAKİRTLERİNE…

Sonradan kendisi içinde şeklî bölünmelere uğrayan solun içindeki liberallerin baş tacı ettiği Popper’ı bize hürriyetçi ve liberal tanıtmaya çalışan sağcılara hâlâ şaşarım. Şeytan hep soldan yaklaşacak değildi. Liberal, gelenekçi ve Hıristiyan bir İngiliz partisinin başına bir Marksisti getirmek eşyanın tabiatına tersti. Fakat Marksist Popper’ın liberallikle komünistliği yoğurarak hap haline getirdiği “Yeni liberalizm”i Margaret Thatcher seve seve yutacaktı. Eminim ki, mesele Popper ve Thatcher’den ibaret değildi. Bu meselede Londra’yı, Popper ve Margaret’i kendimize göre bir çıkış kabul ettiğimizden, onlardan bahsediyoruz. Onların AB ve ABD içindeki yoldaş veya fikirdaşlarını da bitamamiha bilemediğimizi itiraf edelim.

Meşhur materyalist Frankfurt Mektebi ile paralel yürüyen, İkinci Dünya Savaşından sonrasındaki hadiseleri felsefenin dehasıyla okuyan Karl Reimund Popper ve yoldaşları, sınıf çatışmasında dayanan ideolejilerinde zahiren bir değişikliğe gittiler. Zamanın hürriyet asrı olduğunu, Bolşevizm tarzıyla artık yürünemeyeceğini gören Popper ve arkadaşları açık toplum ve liberalizm sloganıyla yeni bir perde açtılar.

Avrupa’daki ırkçılardan Yeni Zelanda’ya kaçan Popper 1945’te “Açık Toplum ve Düşmanları” eserini ortaya koydu. Türkiye solunu bilemem, ama Avrupa’daki Marksistler çizginin değişmediğinin farkındaydılar. Marx’ın “Ekonomiye hakim olan, siyaset ve sosyal hayata da hakim olur” sözünden dışarı çıkmayan Popper da, kızıl ihtilâllere yeni bir boyut kazandıracak düşünceyi ortaya koydu. Klâsik sınıf çatışmasını öne çıkarmadan toplumun en küçük hücresine kadar nüfuz ederek, materyalist düşüncenin her yere renkli giysilerle hakim olmasında çalışan Yeni Marksistlerin, üniversitelerde, sosyal mahfillerde, sanatta ve bilhassa sivil toplum örgütleriyle hayatın her cihetinde çalışmaya başlamaları yarım asrı çoktan geçti.

Popper’ı kendisine idol edinmiş görünen Soros’un arkasında neleri sakladığını zaman gösteriyor. Açık Toplum Vakfı, lokal açık toplum enstitüleri ve rüşvetle elde ettiği mahallî örgüt ve şahsiyetlerle Soros’un dünyanın başına getirdiği felâketi hepimiz biliyoruz. Marksist felsefenin ekonomik dehasıyla fukara milletlerin elindeki sermayeyi hile, desise ve sihirbazlıkla alan Soros’un Merkel´in en büyük destekçisi olduğunu düşündüğümüzde, Almanya’nın hangi kulvarlarda ve kimlerle dans ettiğini daha iyi anlayabiliyoruz. Popper’a sadâkatını inkâr etmeyen, Papa ile didişen, dinsizlik ve ahlâksızlık boyutlarındaki projelere olabildiğine alan açan Merkel´in en büyük zararının demokrasiye ve halkın refahına olduğunu vurgulamamız lâzım.

TÜRK SOLU NEREDE…

Bizdeki solun elbise değişimini yeni kuşaklar anlayamadı. Hem fikir cihetiyle, hem de ideolojik yönden yeni kuşaklar bilmese de, biz henüz eskileri unutmadık. Yüzlerce hikâye, roman ve şiir kitabı, binlerce sinema filmi ve tiyatro ile beynimize kazılmış o fikirleri nasıl unutacaktık ki…

Peki nasıl buharlaştı Fakir Baykurt’un solu… Yılmaz Güney’in sosyalist halklar mücadelesi… Nereye kaçtı solun o eski kahramanları… Sonradan duyduk ki; fukaralık edebiyatı yapan o günün önde gelen militanları, lânetledikleri kapitalist iş adamlarının sınıfına geçmişler ve TÜSİAD isimli kulübün ileri gelenleri arasında yer almışlar… Bu da bir netice idi… Türk solu forma, slogan ve metod değişimine giderken 12 Eylül ihtilâlini bir fırsat olarak değerlendirmiş… Gelenekteki o derin ve radikal değişim, solun mahiyetini bilemeyen yüzeyselleri savurmuş olsa da, globalleşen solun Avrupa ve Amerika’daki yoldaşlarıyla en büyük başarısı, fonksiyonel olarak solu geniş alanlarda, küresel projelerle daha tahripkâr hale getirmesi olmuştur.

Demokratların veya insaniyetperverlerin demokrasi ve insanî düşünceleri siyaset yoluyla teoriden pratiğe dökerken kazandıkları başarılı metodları taklit eden Marksistler Popper’dan ibaret değildi. Adurno, Horkheimer ve Bohr gibi Frankfurt ve Kopenhag Ekollerinin üstadları da Popper ile paralel hareket edeceklerdi. Popper´ın şakirtleri olmakla iftihar eden Soros gibiler Yeni Liberallerin sermaye sözcüsü, Merkel gibiler onun politikadaki takipçileriydi. Yine Türkiye’de o dönemde bazı sosyal ve iktisat bilimcilerimizin medyada Popper’ın hayallerini nasıl gerçekleştirmeye çalıştıklarını dönüp arşivlerden seyredebilirsiniz. Sonradan ortaya çıkan bazı özel üniversitelerde Marksizmden yeni liberalizme renk değiştiren çizgilerin takipçilerini ders verirken de görebiliyoruz.

Dünya barışının iki önemli kilit ülkesi olan Almanya ve Türkiye demokrasilerinin başına gelen felâketlerin klâsik siyaset ve masa başı toplantılarında değil; materyalist felsefenin derin enstitülerinde nasıl hazırlandığını birlikte takip etmeye çalışalım.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*