Ankara’dan Bursa’ya avdet etmek…

Image
Hani Yahya Kemal’in meşhur bir sözü var ya, Ankara’dan İstanbul’a bir dönüşünde sormuşlar ona; “Üstad, Ankara’nın neyi güzel?” diye. O da, “İstanbul’a dönüşü“ demiş. Tabiî bu sözü duydukça, Ankaralı olmamızdan dolayı bazen hoşumuza gitmiyordu. Ama, şu son Ankara seyahatimizde gördüğümüz bazı nâhoş hadiseler, bizim de (memleketimiz olmasına rağmen) Ankara’dan biraz soğumamıza sebeb oldu. Ve biz de Bursa’ya dönüş yolculuğumuzda, yarım ağız da olsa Yahya Kemal gibi söyledik.

 

Aslında küçük bir Anadolu kasabasıyken, başşehir olduktan sonra büyüyen, Türkiye’nin 2. büyük şehri olan Ankara hakkında kendi kendimize bazı şeyleri düşündük. Osmanlı hâkimiyetinde kalan bir çok belde mamur hâle gelmiş, büyümüşken ve bir çok şeyhzadenin valilik yaptığı çok sayıda vilâyet varken, Ankara’da, bildiğimiz kadarıyla valilik yapan Padişah olmamıştır. Bunda da en büyük sebebi şöyle zannettik. O da şu: Osmanlı bir çok savaşta çoğunlukla galip gelmiş, hassaten de duraklama devrine kadar hiç mağlûp olmamış gibi. Bir tek Yıldırım Bayezid’in, Timurlenk’le Ankara Savaşı hariç. İşte bu mağlûbiyet Osmanlı’yı çok sarsmış. (Bu mevzuuda Bursa’da öğrendiğimiz bir şey var. Yıldırım’ın kabri ve camii Ankara yoluna yakın bir yerdedir. Bursa’yı ziyarete gelen Padişahların bu mağlûbiyetten dolayı Yıldırım’ın türbesini pek ziyaret etmediklerini işitmiştik.) Yıldırım’dan sonra gelen padişahlar da, bu yüzden Ankara’ya gerekli hassasiyeti göstermemiş ve Ankara küçük bir Anadolu kasabası olarak kalmış.
Bu arada bu mevzu ile alâkalı bir iki şey daha söyleyelim: M. Kemal, ipleri ele geçirdikten ve Ankara’yı başşehir yaptıktan sonra, Ankara’nın bazı beldelerinin ismini enteresan bir biçimde değiştirmiştir. Bir iki misal verelim: Meselâ, çok kimsenin bildiği “Esenboğa Havaalanı”nın ismini M. Kemal vermiştir. Esenboğa, Timur’un kumandanlarından birinin adıymış. Osmanlı’yı yenen Timur’un kumandanlarından birinin adının verilmesi, sizce de çok düşündürücü değil mi? Ayrıca eskiden askerî havaalanı olan “mürted”in ismini de yine M. Kemal koymuştur. O da şundan dolayı: Yıldırım’ın mağlubiyetinin en büyük sebebi olarak gösterilen Osmanlı askeri içinde bulunan kara Tatarların, Timur’un kendi ırklarından olduğunu anlayarak, onun saflarına geçmeleri, yani irtidâd ettikleri ovaya o ismi vermiş M. Kemal. “Acaba Yıldırım’ın mağlûbiyetine sevindi mi?” diye sorası geliyor insanın. Yeri gelmişken, bu belde isimleriyle alâkalı bir şey daha söyleyelim: M. Kemal, Ankara’nın etrafını gezerken, bir gün Hacı Bayram-ı Velî’nin köyüne gelir. ”Bu köyün ismi ne?” der. Etraftakiler de, sevineceğini zannederek, “Paşam, burası Hacı Bayram-ı Velî’nin köyüdür. Adı da zülfazl (Hacı Bayram’a izafeten ‘faziletli manasında’ bir isim)” derler. Paşa da bunu duyunca “Öyle mi?” der. Ve istihzavârî bir tavırla elini sallayarak, hani müzikte notalar var ya, ona izafeten “Buranın adı bundan sonra solfasol olsun!“ demiş. Ne alâkaysa… Sırf dine ve dinî değerlere hasımlıktan dolayı, şimdi Ankara’nın bir mahallesi haline gelen Solfasol’un ismi değiştirilerek, aslî haline dönüştürülmemiştir. Aslında birkaç dönemdir idareyi elinde bulunduran AKP’li belediyenin bu işleri düzeltmesi lâzım… Aslında Ankara ile alâkalı bizim söyleyeceğimiz çok şeyler var da, biraz da, esas mevzuudan fazla ayrılmamak için şunları da söyleyebiliriz: Bizim çocukluğumuzun ve gençliğimizin büyük kısmının geçtiği Ankara değişmiş, başkalaşmıştı adeta. Zaten orada Üstadın tabiriyle “en kara bir hâlet-i ruhiye” hissedilir çoğu zaman. Bu da muhtemelen, menhus ruhun kasavetinden olsa gerek. Yine de eski Ankara daha iyiydi. Biraz da iki ay kadar kaldığımız semtte, bize ters düşen bazı hâletlerin olması da bizi üzdü. Elinde bir köpekle sokakta gezmeyen yok gibiydi adeta. Sefahatin kol gezdiği bu yerde, hele bir de Ramazan ayı girdiğinde o mübarek aya karşı hürmeti görmeyince, iyice canımız sıkıldı. Ayrıca, eskiden Ramazanlarda Ankara’nın bir çok eğlence mekânı, bar, pavyon gibi yerleri kapanır ve kapısına da “Ramazan münasebetiyle kapalıyız” yazısı asılırken, maalesef şimdi o hassasiyetler de kalkmış. Hatta bir teravih dönüşü gece birisinin önünden geçerken fark ettim bunu. Tesbihat yaparak yürürken, cadde üzerinde bulunan o pavyonlardan birinin önünden geçerken anladım bunu. Oranın önünde dikilen ayakçıları “Buyur ağabey” diye bizi içeri dâvet edince baktım “Neresi bura?” diye. Ve içimizden lâhavle çekerek uzaklaştık oradan.

Bir de trafik durumu vardı ki, evlere şenlik. Hiç nizam, kaide dinleyen yok gibiydi. Bir çok kural ihlâli ile her an bir kaza yapmak durumu olabilir, Allah muhafaza. Halbuki eskiden öyle miydi? Eskiden Türkiye’nin en düzgün trafiği ve iyi şoförleri Ankara’dan gösterilirdi, ama şimdi maalesef tam tersi olmuş. Bir de, yolları güya alt geçitlerle düzene sokmuşlar, ama maalesef sağlıklı bir şey yapmamışlar, gece birkaç defa çıkışı kaçırdığımız yollarda, neredeyse karış karış bildiğimiz Ankara yollarında kaybolduk. Trafiği tek yön şeklinde düzenleyerek, perişan etmişler, insan gideceği bir yere dönüş için bazen kilometrelerce yol almak mecburiyetinde kalıyor. Hele son gün ayrılışımızda, İstanbul yolundaki bir şeridi kapatarak yapılan yol çalışması kadar saçma bir şey yoktu. Bu gibi, trafiğin yoğun olduğu yerlerdeki çalışmalar, kısım kısım yapılırken, bunlar birkaç km.’lik yolu kapatmışlar. Tabiî, on dakikada geçeceğimiz yeri bir saatte geçebildik o yüzden, bu da başka bir şey. Haa şunu da söyleyeyim ki, Ankara’nın durumundan bahsediyoruz, Ankaralı’dan değil. Biz de Ankara’nın yerlisi olarak biliyoruz ki, gerçekten eski Ankaralılar mülâyim insanlardır. Bu düzeni bozanlar, biraz  başkaları gibi geldi sanki. Fakat, bunlara rağmen yine de şevkinizi bozmayalım. Ankara ile alâkalı iyi şeyler de var. Hassaten Risâle-i Nur’un neşri ve hizmetleri açısından Ankara’nın yeri başkadır. Eskiden bir ağabeyimizin bize Üstaddan naklen şöyle söylediğini, “Kardeşim, öyle bir zaman gelecek ki, Ankara âlem-i İslâmın hizmet merkezi olacaktır” sözünü de hatırladıkça şevkimiz artıyor. Haa, orada kaldığımız iki ay boyunca hizmetlerle, irtibat ve muhabbetlerle alâkalı dolu dolu geçirdiğimiz günleri de unutmayız tabiî. Bize bu konuda mihmandarlık yapan, hizmet ve faaliyetlere çoğu zaman beraber gittiğimiz Ömer Tuncay, Nureddin Tokdemir, Ali Vapurlu ve Mehmed Yılık ve diğer kardeşlerimizi unutmak da mümkün değil tabiî. Allah, bu gibi faaliyetlerimizde devam ettirsin inşâallah!

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*