Ankara’yı sevmek için koca bir sebep: Kocatepe Mevlidi

alt

Ciddî bir şehirdir Ankara. Ciddî ve ağır bir abimizdir anlayacağınız. Şaka kaldırmaz meselâ. Bakmayın öyle görkemli binalarına, cicili bicili, ışıltılı alış veriş merkezlerine, yanıltmasın bunlar sizi. Arkanızı döndüğünüz de devlet daireleri, bakanlıklar ve askerî binalar kuşatır çevrenizi bir anda.

Meselâ; her yerde tek bir renk hâkimdir. Bütün duvar ve sokaklar gridir. Pencerenizi açtığınızda gri betonlar selâmlar sizi. Başka renkleri ayıplamış çünkü duvarlar. Küsmüş onlar da Ankara’ya uzun zamandır. Bir tek kara ve gri küsmemiş bu şehrin sokaklarına.

Bir kere nüfusunun nerdeyse tamamı memur ve öğrencidir. Ankara memurlar şehri ve memurlar da resmîyeti severler. Resmî giyinirler, resmî konuşurlar, resmî gülerler, resmî yaşar ve ölürler. Hatta resmî gömülürler. Yani ciddî olduğu kadar resmî bir şehirdir Ankara. Bakanlık kapılarından girer girmez evrak kokusunu alırsınız hemen, önünüzü iliklersiniz farkında olmadan. Bu memurlar son derece ciddî işlerde çalışıyorlar ya da öyle sanıyor olmalılar ki, onlar olmasa hayat duracak sanki. Öyle bir bütünlük var meslekleri ile aralarında. Âşıktırlar memuriyete, resmîyete, evraklara, lacivert takım elbiselere, yüksek topuklara…

Gerçekten kara ve puslu bir şehirdir Ankara. Öyle hemen ısınamazsınız. Maddî, mânevî soğuktur bir kere. Geçmişte boşuna “mabedsiz şehir” dememişler. Maneviyatın yıkım üssü, İslâm’a ve Nur Talebelerine yapılan zulümlerin ana merkeziymiş önceden. Üstad Bediüzzaman Hazretleri bile Lem’a’lar da ”Birbiri içinde beni ihata eden dört beş ihtiyarlık karanlıkları içinde, Ankara’da en kara bir hâlet-i ruhiye hissettiğimden bir nur, bir teselli, bir rica aradım.” (26. Lem’a 7. rica) diyerek o kara haletinden sıkılmış, bunalmış ki ve bir nur, teselli aramış.

Bir misafiriniz geldi meselâ, şöyle götüreceğiniz müsbet bir mekân olsun istiyorsunuz, ama çok sınırlı. Çünkü her yer alış veriş merkezlerince işgal edilmiş. Alış veriş merkezleri ve onların otoparkları size şehri hissettirmiyor bile. Ankara’lılar bu alış veriş merkezlerinde yaşıyorlar demek abartı olmaz sanırım. Ankara’lılar için âdeta bir kurtarıcı olmuş. Her şey insanlar bu merkezlere ulaşabilsinler diye yapılmış sanki. Ama gidilebilecek, nefes alabilecek yerlerimiz de var; Hacı Bayram Veli ve Kocatepe Camii. Tam avlusuna geldim derken önce dilenciler, sonra seyyar satıcılar sarıyor etrafınızı. Onları atlatmadan giriş yok. Sadece cami avluları değil artık her adım başı Suriyeliler ile dolu ve maalesef ki dileniyorlar sokaklarda. Sokaklarda kalabalıklar karşılıyor sizi, eritiyorlar aralarında hemencecik. Farkına varmadan koşuşturuyorsunuz siz de. Neden sâkin sâkin yürümüyorum da koşuşturuyorum, niye sürekli saatime bakar oldum, neden bağırarak konuşuyorum?

Kitapçılardan büyük alış veriş merkezlerine bir sürü salaş işyeri var. Düzensiz ve çirkin bir kentleşme hâkim. Kaldırımlar ve sokaklar size burası hakikaten Başşehir mi dedirtir nitelikte. Yıllardır bitmeyen ve yılan hikâyesine dönen metro, yol çalışmaları güzel ülkemin her yerinde olduğu gibi Ankara’da da değişmeyen bir tablo. Her adım başına yapılan saat kulelerimiz var birde bu ara. Trilyonların harcandığı süslemeler, kapılar, şelâleler güzelleştirebilmiş mi Ankara’yı sizlere sormak lâzım? Otobüs ve dolmuşların yetersizliği, kalabalıkları, gün boyu patronları ve amirleri tarafından ezilen memurların, işçilerin sıkış tıkış eve dönüş çileleri ve birbirleri ile lâf düelloları ve Ankara’nın hiç bitmeyen kendine has gürültüsü sıkıyor insanı. Kaçıp gitmek istiyorsunuz, adımlarınız hızlanıyor, bir an önce işinizi bitirmek, kaçmak istiyorsunuz bu şehirden.

Meselâ yeni bir gün düşlersiniz Ankara’da yeni bir güne başlamışken bile. Çünkü kavga etmekten yorulmuşsunuzdur artık bu şehirde. Değişsin istersiniz bazı şeyler, bazen küçücük şeyler. Meselâ o gün selâmlaşsın istersiniz komşularınız sizinle, “günaydın” desin otobüste ki şoför. Gülen insanlar karşılasın sizi sokaklarda, mutlu insanlar, maskesiz insanlar. O gün değerli siz olun meselâ bu şehirden, hissettirsin size bunu bu şehir, ödesin borcunu, yıpratmasın artık. Tüketmesin içinizde ki yaşama sevincini. Vazgeçsin artık bu huyundan.

Bütün bunlar Ankara’yı sevmememiz için yeter de artar bile. Ama biz Ankara’yı seviyoruz, ben Ankara’yı seviyorum. Çünkü Ankara’da kocaman bir hizmet var, nurlu insanlar, nurlu dâvâlar var. Hiçbir şey engel değil bize. Çünkü önemli olan bütün bunlar içinde hizmete devam edebilmek. Kaçmamak, rahat aramamak. Deccalizm ile kalesinde savaşmak.

Hem artık kocaman bir sebebimiz daha var: “Kocatepe Bediüzzaman Mevlidi.” Yıllar sonra bu mevlid Ankara’ya ayrı bir değer kattı. Bir nebze de olsa o kara hâleti sildi üzerimizden, nefes alabildik. Bizlere şevk ve gayret verdi. Zira hâlen yankıları sürmekte. Hâlen sokakları Bediüzzaman afişleri süslemekte, hâlâ insanlar Bediüzzaman’dan bahsetmekte. Kocatepe’de hâlâ mevlidin sesi yankılanmakta, Ankara’da hâlâ Nurun muhabbeti devam etmekte. Bizlerin özlemi de devam etmekte, kulaklarımız sesinizi duymakta, gözlerimiz o cemaati aramakta her namazda.

Hasretimiz bitmedi hâlâ, seneye tekrar kucaklaşmak isteriz hasretle.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*