“Anlamıyordum, ama okuyordum…”

Risale-i Nur nasıl okunur?

Risale-i Nur’a günde kaç saat ayrılır?

Nur kahramanı nasıl olunur?

Bediüzzaman’ın sadık talebesi olabilmek için neler yapılır?

Risale-i Nur satırları okunurken nasıl dinlemek gerekir?

Bu soruları kelimeler değil, bir adamın hayatı cevaplıyor.

Dünyasını Risale-i Nur’a feda etmiş, elinde olsa ahiretini dahi feda edecek bir adam.

İşte “Zübeyr Gündüzalp Hayat-ı Mefkûresi” adlı kitaptan, bu kahraman Nur Talebesinin hayatından kesitlerle ve kendi sözleri ile bu soruları cevaplandıracağız.

Zübeyr Ağabey anlatıyor:

“Arkadaşım Gençlik Rehberi’ni okuyordu, ben de dinliyordum. Ben öyle kendimi okunan kitaba vermiştim ki, bir aralık kendime geldim. İki saat geçmiş. Bu müddet içinde ruhumda bir kıpırdanış, bir başkalık oldu. Allah, Allah. Ne olmuştum? Bir sihre mi tutulmuştum? Yoksa bir mıknatısiyet beni kendine mi çekmişti? Oradan ayrıldım. Fakat benim aklıma fikrime şunlar yer etmişti: Yoksa akıl, fikir ve ruhî varlığımı istilâ mı etmişti, yoksa kalp ve dimağıma silinmez bir yazı ile mi yazılmıştı? Ne olmuştu? Ne olmuşsa olmuştu? Evet şu cümleler kulağımda çın çın çalıyordu. Aklımı dimağımı kaplıyordu.

Dedim, dönmeliyim. Eyvah ya oradan ayrılmışsa. Niçin adresini almadım? Koştum. Gün batıyor. Dolmuşa bindim.

Ah! Kalbim ferahladı. Arkadaşım hâlâ kitapla meşgul.

“Geldim” dedim. “Bana bu eseri bir haftalığına veremez misin? Yahut nereden temin edebilirim? Bir tane muhakkak almak istiyorum.”

Aldım, o gece geç vakte kadar okudum. Okuyordum. Çok yerlerini tam anlayamıyordum. Bu nasıl kitaptı? Hem anlamıyordum hem anlıyordum.

Anlıyordum, zira anladığımı ifade edemiyordum. İfadeden aciz kalıyordum, fakat içimde bir inkılâp. Ruhumda bir sükûn. Kalbimde bir sürur. Derin tesir duyuyordum.

Sabahleyin uyandım. Güneş doğmuştu. İçimde bir hüzün, hem de acı bir hüzün vardı. Acaba neden öğle vaktiydi?

Minareden ezan sesi, ilâhî dâvet sesi kulağıma geldi. O ses acımın sebebini ihtar etti. Sabahtan beri niçin namaz kılmamıştım?

Bu acıyı ilk defa duyuyordum. O günde, evet o bahtiyar günde namaza başladım.

İşte Risale-i Nur’dan bir Gençlik Rehberi, o da başta sadece bir kısmını okumakla, beni nasıl böyle ilâhî bir inkılâp, böyle insanca, Müslümanca yaşayışa doğru götüren bir kuvvet meydana getirmiş ve beni nasıl değiştirmişti?”

Başka bir bölümde Zübeyr Ağabey, Risale-i Nurlar ile ilk tanıştığı ve Risale-i Nurlar’ı ilk okuduğu dönemlerini Halil Uslu’ya şöyle anlatıyor:

“Ben muhterem Rıfat Filizer Ağabey ile Mevlânâ Caddesi’nde yürüyerek ve sohbet ederek, Nur Risalelerinin haberini aldım. Birlikte Halıcı Sabri Efendi’nin halı mağazasına giderdik. Oranın üst katında bir oda var. Her gün PTT’deki görevimden sonra oraya gelir, Nurları okumaya başlardım. Orada bütün eserleri hatmettim. Şükürler olsun. Daima Cenâb-ı Allah’a duâ ediyorum ki, eğer Cenâb-ı Allah bana Cennette bir yer verecekse, evvelâ Halıcı Sabri Ağabey’in bu odasını versin. Çünkü ben orada Nurlara kavuştum. Nurları hatmettim. Ayrı bir hayata kavuştum.”

Ve şimdi de Risale-i Nur nasıl okunur, Zübeyr Ağabey’in hayatından öğrenelim.

Eyüp Ekmekçi anlatıyor:

Zübeyir Ağabey Konya’da Risaleleri ilk okumaya başladığı zaman Alaaddin Tepesi’ne giderek tepenin etrafında döne döne Risale-i Nur okuyor. Özellikle sabahları uyumamak için oraya gittiğini söyleyen Zübeyir Ağabey, sabah namazından sonra durmuyor, okuyor okuyor, okuyor.

Dayanamayınca başına soğuk su döküyor, uykusunu kaçırıyor. Yine olmuyor. Kalkıp ayakta gezerek okuyor. Olmadı kitabını eline alıyor, Alaaddin Tepesi’ne gidiyor. Tepenin etrafında dönerek ayakta okuyor.

İyice okuduktan sonra artık beyin yorgunluğu için çıkış yolu olmadığını hissedince, bulduğu herhangi bir çukura yuvarlanıyor ve uyumaya başlıyor.

İşte o yarım saat veya bir saatlik uyku onu akşama kadar idare ediyor.

Eyüp Ekmekçi anlatıyor:

Zübeyir Ağabey bana şöyle demişti: “Risale’i Nur’u okuyunca oradaki hakikatler dünyaya ait emellerini bıçak gibi kesti.”

Ve yine Eyüp Ekmekçi anlatıyor:

“Bazı İnsanlar bir kardeş için ‘okuya okuya üşütmüş’ ifadesini kullanmışlardı. Zübeyir Abi de buna cevaben şunları söylemişti:

“Kardeşim, öyle olsa idi herkesten önce ben üşütürdüm. Günde 14 saat Risale-i Nur okudum, hiçbir şey olmadı. Risale-i Nur insanın muhakeme kabiliyetini açar. Akıl, kalp ve ruh inkişafa başlar.”

Bayram Yüksel Ağabey anlatıyor:

“1953’te Isparta’ya vardığımızda Üstadımız Mesnevî-i Nuriye’den derse başlardı. Sabah namazından sonra başlar, öğle namazına kadar sürerdi. Bizler tahammül edemezdik. Yorgunluktan uykumuz gelir de Üstadımızın başucundaki saate bakardık. Üstadımız saati ters çevirirdi. Akıl, kalp, ruh ve bütün lâtifelerimizin derse yönelmesini temin ederdi. Zübeyir Ağabey vücuduna iğne batırarak dersleri takip ederdi.”

İşte Risale-i Nur böyle okunur ve okunmalı.

Böyle dinlenir ve böyle dinlenmeli.

Risale-i Nur’un fedakâr talebesi Zübeyr Gündüzalp’i iyi anlamalı ve örnek almalıyız.

Ahmet Said Toprak

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*