Anneciğim

Image
Annemin olgunluk mevsiminin son meyvelerinden olduğumdan, çocukluğumda sık sık rahatsızlanmalarına ve bazen günler süren hastalıklarına şahit oluyordum.

Hastalığın ölümü tedaî ettirdiği cihetiyle ondan ayrılmayı çok dehşetli bir firak olarak tasavvur ediyordum. Onun ölmesi, beni dünyada yalnızca bırakıp gitmesi düşüncesi derûnî acılarla kıvrandırırdı beni…

Ona refakat ederek onunla ahirete gitme fikri o kadar munis gelirdi ki bana… Fakat bu nasıl olacaktı? İntihar, ahirete imansız gitmemi ve anneciğimle orada buluşamayacağımı netice verecekti… Fakat bir başka cazip düşüncem daha vardı ki, itiraz edilmezdi… Cihadda şehit olmak… Zaten her gün bir İslâm diyarına düşmanlar akınlar düzenliyorlardı… En iyisi, annem ölecek olursa oradaki cihada katılıp anneciğimin gittiği ülkeye hemen gitmekti… Annesini çok seven her çocuğun hayaliydi belki çocukluk hayallerim…
O garip ve çocuksu hayallerimin üzerinden onlarca yıl geçti ve ölüm hakikati beni muvakkaten anneciğimden ayırdı… Efendimizin 63 yıl yaşadığını bilen nefis, kendisi için daha fazla istiyor. İsterken de Bektaşîce bahaneler bulmaya çalışıyor. Rabbim bir asır ömür verecek olsa ötede duyduğu veya bizzat gördüğü 125’lik nineyi işaret edecek.
Abdulmuhsin Al-Konevî ağabeyin Köln anma toplantısındaki duâsı da nefse azıcık hak veriyor muydu acaba… Muhsin Ağabey “Ellerimi Rabbimin dergâhına açtığımda sağ elimde 81, sol elimde 18 sayısını çizgiler halinde görerek 99 senelik bir ömür istiyordum. Sonra, gazetelerden öğrendim ki, 146 yaşına kadar yaşamak da normalmiş. Yaşayanlardan bahsediyorlar… Neden olmasın dedim ve bu kez de Rabbimden 146 yıllık bir ömür istemeye başladım” diyordu.
Annelerine çok muhtaç oldukları yaşlarında öksüz kalan çocuklara nazaran şanslıydım. Fakat henüz onun kokusuyla yatıp kalktığım dokuz yaşımda iken tahsil için ondan ayrılıp şehre gelmek zorunda kalmıştım. Burnumun kemik sızısını hâlâ duyuyorum. Hele onun peş peşe pembe yanaklarından dökülen gözyaşlarını gördükçe, yürek burkuntusuna yakalanır, siyah siyah şeyler göğsümü kaplardı. Bu inkıbaz haliyle “Şehre, tahsile gitmiyorum” dediğimde metanetini takınır; “Yavrum, ben seni Allah yoluna gönderiyorum. Gözyaşlarıma bakma… Aslında ben üzülmüyorum” derdi.…
Güneydoğu Torosların kucağında bir dağ köyü… Güneye yürüsen on iki, kuzeye yürüsen on saat sonra şehire ulaşabiliyorsun. Gecelerle arkadaş, yağmurlarla sırdaş olurduk bu yolculuklarımızda… Yüksek dağlardan ovalara giden yollarda bazen beyaz tipiler kilitler bizi, bazen çığların korkunç sesleri vadiyi doldurur ve dağlar derelere yürürlerdi… Doğduğum köy, sıra dağların zirveleştiği tepelerin altında kurulu olduğundan, o tahsil için köyü terk etmek mecburiyetimiz vardı. Eğitim yılının tamamını kucaklamayan vekil köy öğretmeni ilköğretimin beş sınıfını damevinin bir odasında topluyordu. Bu şartlarda ilkokulu bitiren öğrencinin orta mektebe devam edemeyeceğini annem de biliyordu.
Köyden Malatya’ya, Gaziantep’e, İzmir’e, Bursa’ya, Erzurum’a ve İstanbul’a derken ayrılığın kıt’alar boyu uzayacağını annem de bilmiyordu. Son zamanlarda İstanbul’da olmam ile yetinir gibiydi. İstanbul mekân olarak yakın görünüyordu. Veya İstanbul’u sevmişti.
Siz herşeyinizi annenizle paylaşır mısınız? Bazı insanlar babalarıyla, bazıları eşleriyle veya çocuklarıyla paylaşır; sevdiklerini, hayretlerini, taaccüplerini, ıztırap ve dertlerini… Ben ise en çok annemle paylaşmışım… Bir rüyaya dalarcasına ayrıldığı bu fânî dünyadan onu uğurladığımda, ilk  refleksim bu büyük paylaşmanın yokluğunu hissetmem olmuştu. Onu sevindirecek ve memnun edecek haberlerim ve sözlerim başkalarını heyecanlandırmayacaktı. Rahatsızlıklarımı, küçük küçük dertlerimi kendisine anlatarak beni nazlayacak kimsecikler kalmadı çevremde…
Onunla ahireti de konuşurduk, ölümü de… Zaten hatırdan çıkardığına hiç şahit olmadım. Herkes gibi o da ölmekten çekinirdi. Fakat Keremkâr Rabbimiz, son on günde ona ahiret yurdundan pencereler açmıştı. Oraya geçmiş salih ve güzel insanlarla az da olsa konuşuyordu. Yeni âlemin pencereleri açıldıkça, dünyaya bakan pencereler tek tek kapanıyordu. Birbine gayet muhalif, uzak ve benzemeyen âlemler arasındaki gidiş geliş heyecan ve helecanını son ana kadar gözlerinden okudum annemin…
Henüz annesini kaybetmeyenler bu yazıyı garipseyebilirler… “Annesi ölmüşlerin!” halini ancak öksüzler bilir. Kader, Efendiler Efendisinin bir sünnetine daha ulaştırdı bizi: Öksüz ve yetim Geç de olsa onun gibi öksüz ve yetim kaldık.
Kıymetli okuyucularımız müsaade ederlerse birçok merhume anneye rahmet niyetiyle birkaç yazı daha yazmak istiyorum.
Image

Benzer konuda makaleler:

3 Yorum

  1. Allah rahmet eylesin, acınızı paylasıyorum sukru agabey. güzel yazılarınıza devam.

  2. Değerli dava arkadaşım,
    Annenizin vefatını gazetemizden öğrendim. Sizi aramak isterdim ancak malum yaşamakta olduğum ilçemizde (Kütahya-Simav’da) bir depremler silsilesi yaşatılıyoruz o nedenle sizi arama imkanım olmadı hakkınızı helal edin. Annenize Allah’tan rahmet size ve geride kalan yakınlarına sabr-ı cemil dilerim.
    Allaha emanet olun.

  3. Emir Allahın.
    Başınız sağolsun.
    Paylaşımlarınız için teşekkür ederim.
    MY

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*