Annemin doğurmadığı kardeşlerim

Cenâb-ı Hak İbrahim Sûresi 34. âyette “Allah’ın nimetlerini saymaya kalkarsanız sayamazsınız” diye buyuruyor. Gerçekten de, iman dürbününü elimize alıp şöyle kendimize, ailemize ve etrafımıza baktığımız zaman, kaynağı sema olan bir ikram denizinde yüzdüğümüzü görürüz.

Biliyorsunuz, insan ancak elindeki güzellikleri yitirdiği veya geçici bir süreliğine o nimetlerden yoksun kaldığı zaman nimetlerin farkına varabiliyor. Türkiye’de geçirdiğim birbuçuk aylık yaz tatilimde birçok şey öğrendim. Ve neticede bana ikram edilmiş olan sayılamaz nimeti fark ettim. Meselâ, yazıdan ayrı kalınca, yazmanın benim için çok büyük bir nimet olduğunu keşfettim. Sözlü olarak dile getiremediğim fikirlerimi ve duygularımı yazı vasıtasıyla dışarı vurmak meğer ne kadar da tatlı imiş! İşte bu büyük nimetin farkına vardım.

Keşfettiğim ikinci büyük nimet ise uhuvvetti. Evet geniş dairede iman kardeşliğinin, daha has dairede ise Risâle-i Nur kardeşliğinin tadına vardım. Bunun için ne kadar şükretsem azdır.

Arapça’da “Rubba ahin leke lem telidhu ummüke,” yani “Annenin doğurmadığı nice kardeşler vardır” diye bir deyim var. Bu deyimin ne mânâya geldiğini bizzat yaşadım.

İstanbul’da, Bursa’da, Düzce’de ve Ankara’da annemin doğurmadığı kardeşlerimin olduğunu öğrendim. Ve bu yüzden, izin dönüşü yazdığım ilk yazının bu can dostlarıma ve kardeşlerime yönelik bir teşekkür yazısı mahiyetinde olmasını istedim. Evet, evinin üst katını birkaç günlüğüne bize tahsis eden 25 yıllık kadim dostum Dr. Yıldız Tanrısever’e; her izine geldiğimizde bize yedirdiği o güzel Antep yemeklerinden dolayı kardeşim Hatice Nohut’a ve İstanbul’daki diğer can kardeşlerime,

Yemyeşil ormanlarla kaplı olan Uludağ’da; içinden meşhur “Erikli Suyu” akan bahçesinde envâi çeşit meyve ağacı bulunan ve şırıl şırıl akan şelâlelere 2 dakika uzaklığındaki yazlığında bizleri ağırlayan ve böylece İşaratü’l İ’caz’da, “İnsanın ihtiyacat-ı zaruriyesi içinde en evvel lâzım olan, mekân ve meskendir. Mekânın en güzeli, nebatat ve eşcara müştemil olan yerlerdir; ve en lâtifi, nebatatları arasında suların mecrası olan bahçelerdir; ve en kâmil kısmı, ağaçlarının arasından akan nehirlerinin çoklukla bulunmasıdır. Kur’ân-ı Kerim bu kısma ‘Onlar için altından nehirler akan Cennetler vardır’ cümlesiyle işaret etmiştir” cümleriyle tasvir edilen Cennet evlerinin dünyadaki misâlini bize gösteren Yeni Asya yazarı Rıfat Okyay Bey ve muhterem eşine, ayrıca Bursa’da bizi evinde ağırlayan Yeni Asya yazarı hoş sohbet Osman Zengin Bey ve muhterem eşine teşekkür ediyorum.

Düzce’de ise Nur kardeşliğinin bize verdiği haz doruğa erişti. Düzce’de o kadar güzel bir duygu yaşadım ki, nimete şükür olur diye yaşadıklarımı size de aktarmayı istedim.

Dost Tv’de bir programa katılmak üzere Ankara’ya gitmemiz gerekiyordu. Eşimle beraber istişâre yaparak “İstanbul’dan Ankara’ya bineceğimize, yolu kısaltalım ve İzmit’te bulunan annemi ziyaret edelim; oradan da Ankara üzeri giden herhangi bir otobüse bineriz” dedik. Tabiî bu kararı aldığımızda, yaz mevsiminde olduğumuzu unutmuş ve dolayısıyla da bilet ayırtmayı düşünememiştik.

Planımızı uygulamaya koyarak annemi ziyaret ettikten sonra akşam üstü İzmit Otogara geldik.

Bir de ne görelim! Ankara otobüslerinin tamamı dolu olmasın mı…

“Ankara’ya ancak gece yarısından sonra boş yer bulabilirsiniz” diyen seyahat şirketlerine, “Yarın sabah 10.30 da mutlaka Ankara’da olmamız lâzım” dedikse de fayda vermedi. Bütün çabalara rağmen boş yer bulunamadı. Biz de “Belki Düzce’de bulabiliriz” dedik ve Düzce otobüsüne bindik. 8.30 civarında Düzce’ye vardık. Düzce’de de aynı şey olmaz mı! “Gece 02.30’a kadar otobüs seferi yok” dediklerinde ne yapacağımızı şaşırdık…

İçimden “Elbet bunda da bir hayır vardır” dedim. Eşim “Dur bakalım. Akşam namazını kılıp sonra da yemek yiyelim. Elbet bu hale bir çare bulunur” dedi. Namazdan sonra, Düzce’nin güzel yemeklerinden yerken, eşime “Gazetede okuduğum hizmet faaliyetlerinden Düzce cemaatinin oldukça faal olduğunu hissetmiştim. Şimdi burada cemaatten birini tanısaydık ne iyi olurdu. Onlarla tanışır sohbet ederdik. Kısa zamanı hayırlı bir şekilde değerlendirirdik. Yatsı namazını kılasıya saat 11.00 olacak. Otobüs saati için geriye bir kaç saat kalıyor. Otele gitsek bir mânâsı yok” dedim. Bu sözleri duyan eşimin aklına İstanbul Süleymaniye’deki “Yeni Asya Vakfı” geldi. Hemen onlara telefon açtı. Nur cemaatinin “Telefon Santralı” gibi çalışan Yeni Asya Vakfının değerli elemanları bir kaç dakika içinde Düzce’den Necdet Pehlivan’ın telefon numarasını verdiler. Verilen numaraya “Şu an Düzce’deyiz. Sizlerle tanışmak istiyoruz” diye mesaj çektik. Yarım saat geçmedi, Necdet Pehlivan, İsmail Özdemir ve Ömer Bey bulunduğumuz lokantaya geldiler. Kendi kendime “İşte hakikî kardeşlik budur!. Sağolasın Yeni Asya” dedim. Kısa bir tanışma faslından sonra, mimarisi çok güzel olan “Cedidiye Camii”nde yatsı namazını kıldık. Sonra da İsmail Bey’in evine misafir olduk.

O “Üff! Bilmediğimiz bir yerde, hem de gece vakti 5 saat boyunca ne yapacağız?” duygusu, yerini “Saatler uzasa da biraz daha sohbet edebilsek” duygusuna terk etmişti. Bu arada çok güzel bir tevâfuk olmuş, Mehmet Kutlular Ağabey’in NTV’de konuk olduğu “İç Tehdit Değişiyor mu?” programını da izleme fırsatını yakalamıştık.

Evet, kardeşleri uğruna uykusuz kalmaya razı olup, gece 02.30’da hareket eden Ankara otobüsüne bininceye kadar bizi yanlız bırakmayan Düzceli Cankardeşlere bu satırlar aracılığıyla şükranlarımı sunuyorum.

Son olarak Ankara’da da bizi en samimî duygularla ağırlayan bütün dost, kardeş ve arkadaşlara Durmaz ailesi olarak teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*