Arap baharı yaklaşımımıza itiraz var!

Arap baharını yeniden sorgulayan yazımıza gelen tepkilerin bizi memnun ettiğini belirterek konuya girmek istiyoruz. Özet değerlendirmede belirttiğimiz hususların, bütünün küçücük bir parçası olduğunu dikkatli okuyucularımız bilirler. Bahara farklı cephelerden bakan okuyucularımızın Risale-i Nur ortak paydasından hareket etmesi ümit ve sevincimizi arttırdı. Bize göre önemli olan husus, hadiseye Risale-i Nur’un teorisi ve Bediüzzaman’ın pratiğiyle yaklaşmak olmalıydı. Zira Yeni Asya’nın köşe yazarları, Risale-i Nur çerçevesini ve düsturlarını esas almaya çalışırlar. Başyazarı Said Nursî olan bir gazeteden de bundan başkası elbette beklenemez.
Arap baharı meselesini Julian Assenge’a ihale edilen Wikileaks olayından bu yana elimizden geldiği kadar mercek altına almaya çalıştık. Zira âlem-i İslâmı hedef alan yangınlar, katliâmlar ve kaoslar bizi bu nevi hadiseleri ilgi ile izlemeye mecbur ediyor. Bediüzzaman’ın 1900’lerin başlarından bu yana gaye-i maksatları arasına girmiş “ittihad-ı İslâmı” alâkadar ettiğinden ötürü günübirlik müşahedelerimizi kaydederek geliyoruz. Global zındıka komitelerinin inisiyatifinde olduğunu varsaydığımız bu ifsad projesi vesilesi ile düşmanlarımızın Türkiye ile âlem-i İslâm arasına fitne tohumları atacağı endişesiyle ilgilileri ikaza çalıştık. Türkiye’nin Libya ve Suriye meselesindeki menfi rollerini bizden önce İngiliz medyası aleyhimizde neşretmeye başladı bile… Katar ile Antakya arasındaki silâh köprüsünün mahiyetini merak edenler Independent gazetesine bakabilirler.

Bazı kardeşlerimizin, Nurlardan derlemeye çalıştığımız bakışımıza yaptıkları itirazlara tavzih mahiyetinde yazılar yazmaya çalıştık.

Meselâ;

Bediüzzaman’ın meşrûtiyet öncesi, meşrûtiyet dönemi ve 1918’den sonra İstanbul hayatındaki çizgileri zamanımıza adapte etmek…

İttihad ve Terakki’nin Selanikli kadrolarına hasım ve yine İngilizin desteklediği şahıslara karşı dururken Sevr’in mahiyetini en iyi bilenlerden olduğu halde Kuva-yı Milliye’ye destek olan bir Bediüzzaman’ın Ankara’daki duruşunu iyi anlamak…

Mondros Mütarekesiyle Osmanlı devletinde bitiş sürecini başlatanların dolaylı olarak Said Nursî’ye yaptıkları “Kürt devleti” teklifinin günümüz Arap baharında nasıl okunacağını tesbit edebilmek…

Başta işgalcilerin, sonra M. Kemal’in o meşhur tekliflerini elinin tersiyle iten bir Bediüzzaman’la İhvan’ın bugünkü duruşu arasındaki farkları görebilmek…

28 senelik zindan, menfa ve esaretlerine rağmen, Osmanlı bakiyesi Türkiye’mizin burnunu kanatmadan 14 Mayıs 1950’deki demokrasi sabahına getiren bir barış kahramanının ulvî metodunun detaylarını tahlil edebilmek gayretiyle…

Ve en önemlisi, yine Bediüzzaman’ın 1908 ve 1909’da İstanbul’da bizzat yaşayarak gösterdiği, 1913’te Bitlis hadisesine karşı çıkarak işaret ettiği ve 1925’ten vefatına kadar hayatının en önemli bir düsturu olarak yaşayıp talebelerine de yaşattığı “müsbet hareket” adesesinde, Arap baharının mahiyetini teşhis ve tesbit etmeye çalıştık.

Yeni Asya’nın “İttihad”dan bu yana ekseriyetle hadiseleri tahlil ettiğini biliyoruz. Şahs-ı manevînin basiretli bakışına, Yeni Asya’nın doğruluğuna ve içtimaî meseleleri meşveret eden heyetlerin hikmetli kararına rağmen bizim gibi yazarların bazı üslûp, ifade ve bilgi eksikliğinden kaynaklanan hataları olabilir.

Gül-diken meselesi gibi… Almanların, çalışılan yerde çer-çöp olur, atasözleriyle kastettikleri mânâ…

Ama bugüne kadar yazılanların temeldeki doğruluğuna, Nurlardan iktibas ettiğimiz meselelerin tatbikine ve yorumların ilmî, mantıkî boyutlarına itirazların gelmemesi, elbette Bediüzzaman ve Risale-i Nur’u haklı çıkarıyor.

Yeni Asya, Brookings Enstitüsünün “Arap baharı” diye takdim ettiği felâketlere Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’dan çıkardığı pratikler çerçevesinde yaklaşıyor. Uluslar arası zındıka ile başı dertte olan Selefîlerin, 1928’den bu yana siyasetteki “muktesit mesleği” bulmakta zorlanan İhvan-ı Müslimîn’in veya düşmanı tahrikte gayet mahir bir kısım Şianın İslâm adına ortaya koydukları üslûplar ve metodlar elbette ki Nur Talebelerini bağlamaz.

Bazı kardeşlerimiz gözlerini ekranlardan ve kulaklarını sokaktan çekmeden bizi 4. Mesele’ye, Kastamonu Lâhikası’ndaki bazı mektuplara ve daha doğrusu -bana göre- hayatın kapısını kapatmaya dâvet ediyorlar. Bugün için bilmecburiye yazdığımız meselelerin Nurlarla ve Üstadla alâkasızlığını mı ima ediyorlar, bilemiyoruz. Günün her saatinde ehl-i imanı ellerine tutuşturulan imkânlarla din adına siyasete dâvet edenleri korurcasına, Yeni Asya ile Nurları hayata aktarmaya çalışanları doğru anlayamamak ve onlara yardım etmemek, kardeşliğin gereği ile mutabık düşmez kanaatindeyiz.

Bu yazıya otururken niyetimiz, Arap baharıyla ilgili olarak bize pencereler açan Nurlardaki yerlere işaret etmekti. İnşallah önümüzdeki günlerde bu hususa tekrar döneceğiz. Bu arada gelişen hadiselerin, Nur Talebelerini ve Yeni Asya’yı tasdike devam ettiğini belirtelim.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. İTİRAZ CAİZ, İ’TİZAR MAKBUL, İ’TİDAL ELZEM, İTHAM OLMASIN..
    Gelişen hadiselerin, Nur Talebelerini ve Yeni Asya’yı tasdike devam ettiği fikrinize aynen katılıyoruz. Arap baharıyla ilgili olarak bize pencereler açan Nurlardaki yerlere işaret eden yazınızı bekliyoruz.
    Yoruma açık yazılara tebrik de, te’kid de, tenkit de gelir. Her yazının, herkesin makbulü olması mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir. İki sene önce, Yeni Asya Âlet Olmaz başlıklı yazıma gelen tebrik ve tenkidler arşivimdedir. Arasıra bakarak, daha i’tidalli bir üslûbu yakalamaya çalışırım. İtiraz ve tenkidlerin sinsice ve sessizce olanı tahripkârdır. Hak namına açıktan yapılan itiraz ve tenkidler hakikatı rendeçler.“Saik-i tenkid, aşk-ı hak ve arzu-yu tenzih-i hakikat olmalı. Selef-i Salihin’in tenkidleri gibi.” (İşarat’ül İ’caz)
    O yorumlar bu yazıyı doğurdu. Ne güzel!
    Keşke, okurlarımız, yorumlarıyla her zaman katkı sağlasalar.. Vesselam!

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*