Aristo (M.Ö. 384-322)

Milattan önce dördüncü asırda yaşamış antik çağ Yunan filozofudur. Eflatun’un talebesi ve Büyük İskender’in hocasıdır. Eski Yunan felsefesi onunla en yüksek seviyeye ulaşmıştır. Bir çok ilim dalının kurucusu olarak kabul görmüştür. Eserlerinin büyük bir bölümü Arapça’ya çevrilmiş olup, daha sonraki dönemde felsefe ile uğraşan İslam alimlerini büyük ölçüde etkilemiştir. Risale-i Nur’da, “İnsaniyetin gàyetü’l-gàyâtı, ‘teşebbüh-ü bilvâcib’dir, yani Vâcibü’l-Vücuda benzemektir.” (Sözler, s. 498) diyen filozoflar arasında sayılmaktadır.

Aristo, milattan önce 384 yılında Trakya bölgesinde bulunan Stageira’da doğdu. Doktor olan babası Nikomakhos, Makedonya kralı İkinci Amyntas’ın özel doktoru ve aynı zamanda yakın dostu idi. Kültür seviyesi yüksek bir ortamda yetişip büyümesi, Aristo’nun daha ilk andan itibaren müspet ilimlerin ve araştırmaların etkisinde kalmasını ve bundan büyük ölçüde yararlanmasını sağladı. İlk eğitimini ailesinden alarak ilim tahsiline başlamış oldu.

Aristo, on yedi yaşında iken Atina’ya giderek meşhur filozof Eflatun’un Akademisine dahil oldu. Yirmi yıl boyunca burada eğitim gördü. Bu eğitim sırasında Eflatun’un en seçkin talebeleri arasında yer aldı. Eğitimini tamamladıktan sonra, günümüzde Edremit Körfezinde bulunan Behramköy’ün bulunduğu yer olan Assos’a gitti. Buraya geldikten sonra bir taraftan siyaset ve ahlaka dair düşüncelerini yazarken, diğer taraftan da hocasının idealar teorisini eleştiren yazılar kaleme aldı. Daha öğrenciliğinden itibaren hocasının felsefi sistemini eleştiren Aristo, hocasına önemli bir rakip olarak yetişti.

Aristo, ilmi çalışmalarını sürdürmeye devam ederken Makedonya kralı Filip tarafından Saraya davet edildi (MÖ. 342). Kral, kendisinden oğlu İskender’i yetiştirmesini istedi. İskender, sekiz yıl boyunca Aristo’dan ders aldı ve babasının ölümünden sonra da tahta geçti. Aristo’dan ders alan büyük İskender’in bir cihan imparatoru olması, hocasına büyük bir şöhret kazandırdı. Aristo, daha sonra Atina’ya giderek kendi okulunu kurdu.

Aristo, okulunu Apollon Lykelon Tapınağının yanında kurdu. Bu tapınağın adından ötürü okulu da Lykelon (lise) adıyla anılmaya başlandı. Talebe yetiştirmeye başlayan Aristo, öğrencilerine ders verirken oturma yerine aralarında dolaşmayı tercih ettiğinden, kendi kurmuş bulunduğu felsefe ekolü Perioatos yani, yürüyen adıyla anılmaya başlandı. On iki yıl boyunca burada ders vererek talebe yetiştirmeye devam eden Aristo, diğer taraftan ilmi seviyesini tekmil etmeye devam etti. Zamanının bilinen bütün ilimlerini sistematize ederken, kendi felsefi düşüncesini de temellendirmeye başladı.

İskender’in MÖ. 323 yılında ölmesi üzerine Aristo için sıkıntılı bir dönem başladı. Atina’da Makedon aleyhtarlığı baş gösterdiğinden zor anlar geçirdi. Makedonya taraftarı ve dinsiz olmakla suçlandı. Can güvenliği tehlikede olduğundan annesinin yanına, Kuzey Yunanistan’da bulunan Khalsis şehrine gitti. Yakalandığı mide hastalığı giderek şiddetlendiğinden MÖ. 322 yılında bu şehirde öldü. Miras olarak yüze yakın eser bıraktı. Yaptığı çalışmalarla çok sayıda ilmin kurucusu olarak kabul edildi. Felsefenin bütün alanlarıyla ilgilendi. İlimleri sistematize etmeye çalıştı. Üstün zekası, müspet ilimlerdeki başarısı ve eleştirel yaklaşımlarıyla dahi filozoflar arasında yer aldı.

Aristo, eserleri ve düşünceleriyle kendisinden sonra gelen çok sayıda bilim adamını ve filozofu etkiledi. Bu arada felsefe ile uğraşan İslam alimleri de (İbn Sina, Farabi vs.) kendisinden etkilendiler. Sekizinci yüzyıldan başlamak üzere üç asır boyunca devam eden tercüme faaliyetleriyle antik çağın çok sayıdaki eseri Arapça’ya çevrildi. Bu arada Aristo’nun da eserleri tercüme edildi. Bu eserleri okuyup inceleyen İslam alimleri, söz konusu filozofların etkisinde kaldılar ve fikirlerinden önemli ölçüde etkilendiler. Aristo’yu takip eden ve fikirlerinin etkisinde kalanlar için Meşâiyyun, temsil edilen okul da Meşşaî okulu olarak adlandırıldı.

Aristo ve diğer Helenistik çağ filozoflarının en etkili oldukları, diğer bir deyimle İslam alimlerinin ve filozoflarının eskisinde kaldıkları ilim dallarından biri mantık olmuştur. İnsanlık tarihi boyunca iki görüş insanları büyük ölçüde etkilemiştir. Bunlardan birisi nübüvvetin yani peygamberliğin temsil ettiği silsile halindeki düşünce; diğeri de felsefecilerin temsil ettiği akım olmuştur. Bazen birlikte bazen de farklı seyreden bu iki düşünce akımı her alanda etkisini göstermiştir. Felsefe dine dehalet edip ona itaat ettiği zaman insanlık alemi parlak bir surette saadeti netice vermiş ve sosyal hayatı olumlu yönde etkilemiştir. Ancak, ayrı gittikleri zaman, “bütün hayır ve nur, silsile-i nübüvvet ve diyanet etrafına toplanmış ve şerler ve dalaletler, felsefe silsilesinin etrafına cem’ olmuştur.” (Sözler, s. 498)

Aristo, Eflatun, İbn Sina ve Farabi gibi büyük dahiler insanın esas vazifesi ve enenin mahiyeti konusunda büyük hataya düşmüşlerdir. “İnsaniyetin gàyetü’l-gàyâtı, ‘teşebbüh-ü bilvâcib’dir, yani Vâcibü’l-Vücuda benzemektir’ deyip, Firavunâne bir hüküm vermişler ve enâniyeti kamçılayıp, şirk derelerinde serbest koşturarak, esbâbperest, sanemperest, tabiatperest, nücumperest gibi çok enva-ı şirk tâifelerine meydan açmışlar. İnsaniyetin esâsında münderic olan acz ve zaaf, fakr ve ihtiyaç, naks ve kusur kapılarını kapayıp, ubûdiyetin yolunu seddetmişler. Tabiata saplanıp, şirkten tamamen çıkamayıp, şükrün geniş kapısını bulamamışlar.”

Buna karşın nübüvvet silsilesinin insaniyete bakışı ve eneye yaklaşımı farklıdır. “Nübüvvet ise, ‘Gàye-i insaniyet ve vazife-i beşeriyet, ahlâk-ı İlâhiye ile ve secâyâ-i hasene ile tahallûk etmekle beraber aczini bilip kudret-i İlâhiyeye ilticâ, zaafını görüp kuvvet-i İlâhiyeye istinat, fakrını görüp rahmet-i İlâhiyeye itimad, ihtiyacını görüp gınâ-i İlâhiyeden istimdâd, kusurunu görüp afv-ı İlâhîye istiğfar, naksını görüp kemâl-i İlâhîye tesbihhan olmaktır’ diye, ubûdiyetkârâne hükmetmişler.” (Sözler, s. 498)

Nübüvvet ve felsefenin bu farklı düşünce sistemleri aynı zamanda sosyal hayatı da büyük ölçüde etkilemiştir. Felsefenin, “hayat-ı içtimaiyedeki düsturlarından ve yalnız bir kısım zalim ve canavar insanların ve vahşi hayvanların fıtratlarını su-i istimallerinden neş’et eden düstur-u cidal” insanlığın başına büyük felaketler açmıştır. Nübüvvet ise, sosyal hayatta yardımlaşmayı, zerreden şemse kadar, nebatattan hayvanata imdada koşmayı, yardımlaşmayı ve dayanışmayı esas alıp insanları bu yöne sevk etmiştir.

Aristo’nun önemli eserler verdiği ilim dallarından birisi de metafiziktir. Burada varlığı esas olarak ele alıp, ilk ve son sebepler açısından inceledi. Kendi eserlerine “ilk felsefe” adını verdi. Ancak, kendisinden sonra eserleri tertip edilirken fizikten sonraya konduğu için, fizikten sonra anlamına gelen, “Metaphysica” denilmeye başlandı. Arapça’ya tercüme edilen bu alandaki eserleri de Müslümanlar tarafından incelendi ve çeşitli şerhleri yapıldı. Her ne kadar Aristo’nun etkisinde kalan İslam alimleri benzer görüşler ileri sürmüşlerse de metafiziğin temel problemlerinde ayrıntılara inildiğinde farklı görüşlerin yer aldığı görülmektedir. Özellikle Yaratıcı-kainat denkleminde İslam alimlerin farklı görüşlere sahip oldukları ve daha orijinal fikirlere sahip oldukları tesbit edilmektedir.

Aristo’nun eser verdiği dallardan birisi de ahlaktır. Filozof eserlerinde, her türlü davranışın, ifrat ve tefrit denen iki aşırı uçtan uzak, doğru olan orta yola uygun olması gerektiği tezinden hareket etmektedir. Diğer alanlardaki etkisiyle kıyaslandığında, bu alanda İslam dünyasını daha az etkilediği görülmektedir.

Aristo’nun ilgilendiği ve eser verdiği alanlardan birisi de siyasettir. Sekiz bölümden oluşan eseri Arapça’ya Kitabü’s-siyase adıyla tercüme edilmiştir.

Bilinenlerin dışında Aristo’ya izafe edilen ancak, aidiyeti ispatlanamayan eserlerin varlığı da iddia edilmiştir. Ancak, bilinen bu dahi filozofun çok sayıda eser bırakarak asırlarca ilim dünyasını etkilemiş olduğudur.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*