Asayişte bir Peygamber modeli: “Hisbe” teşkilâtı

Hisbe kelimesi, lûgat mânâsı olarak İslâm’ın “emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker”, yani “iyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama” prensibi gereğince gerçekleştirilen genel ahlâkı ve toplum düzenini koruma faaliyetlerini ve özellikle bu işle görevli müesseseyi ifade eder.

 

Günümüz şartlarına göre görev ve yetkileri bir tek müessesenin çatısı altına; tarifi de bir makaleye sığmayacak kadar çok olan hisbe teşkilâtı, toplumun huzurunu sağlamada önemli rolü bulunan bir kurumdur.

“Hisbe teşkilâtının görev alanı ‘Allah hakkı’, ‘kul hakkı’ ve ‘her iki yönü de bulunan haklar’ olmak üzere üç ana başlık altında toplanmaktadır. Bunların bazıları şunlardır:
“Birincisi: Ezanın vaktinde okunmasının, cemaatle ibadetlerin vaktinde edasının, Cuma ve Bayram namazlarının ifasının sağlanması; ibadetlerde alenî ihlâllere (Ramazan ayında alenen oruç yenilmesi, içki içip sarhoş olunması, kadınların iddet müddetini beklemeden evlenmeleri vb.) ve bid’alara engel olunması; sınırı aşan kadın-erkek ilişkilerinin engellenmesi; ölçü tartı âlet ve araçlarında sahtekârlığın önlenmesi; ihtiyaçtan kaynaklanmayan dilenciliğin yasaklanması; ehliyetsiz din adamlarının halkı yanıltmasına fırsat verilmemesi gibi dinî-içtimaî faaliyetler.
“İkincisi: Harap olan yol, su kanalı ve kanalizasyon gibi altyapı tesisleriyle ibadethanelerin ve savunma sistemlerinin tamirinin sağlanması; komşu haklarına tecavüzün, her türlü meslek ahlâkı ihlâlinin, geciktirilmiş borçların ödetilmesinin, muamelâtta kanunlara uyulmasının temini ve çarşı pazarla ilgili hususlar.
“Üçüncüsü: Toplu taşıma araçlarında ya da toplumun istifade ettiği alanlarda kadın-erkek ilişkilerinde dinî-ahlâkî kurallara riayetin sağlanması; taşıtlarda aşırı yüklemenin engellenmesi; işçi, yetim, köle ve hayvan haklarının korunması; buluntu hayvan ya da kaybolmuş çocukların yedirilip içirilmesi; yolların temiz tutulması ve aydınlatılması; toplum menfaatine aykırı inşaatlara izin verilmemesi gibi faaliyetleri kapsamaktadır.” 1
Son derece geniş faaliyet alanı bulunan “hisbe” adındaki bu teşkilâtın görevli memuruna “muhtesib” veya “nâzırü’l-hisbe” denir. “Hisbe faaliyetini yürütmekle görevli memurun hür ve mükellef ve Müslüman, sorumluluk alanına giren konularda ma’ruf ve münkeri yani meşrû olanla olmayanı ayırabilecek seviyede dinî-meslekî bilgisi bulunan; ölçü tartı, para ayarı ve fiyat denetlemesi yapacak kadar hesap bilmesi muhtesib’de aranan şartlardandır. Ayrıca, muhtesib’de adalet, güzel ahlâk, güvenilir olmak gibi faziletlerin bulunması görev ve sorumluluk üstlenecek kişide olması gereken vasıflardandır.” 2    
Âl-i İmran Sûresi’nin 104. âyetinde ifade edilen: “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir” âyetini tefsir eden müfessirler, bu âyetin emri uyarınca, Müslümanlar içinde, iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan bir içtimaî kontrol müessesesinin bulunmasının farz-ı kifâye olduğunu belirtmişler; ancak, bu görevi üstlenen kişilerde, görevin iyi ve hakkaniyete uygun olarak yerine getirilmesini mümkün kılacak bazı şartların bulunması gerektiğine işaret etmişlerdir.
“Hz. Peygamberimiz’in, vazettiği, kendi koyduğu iktisâdî ve içtimaî hükümlerin uygulanışını yerinde görmek için muhtesib olarak bizzat çarşı pazar teftişlerine çıktığı ve gayri meşrû davranışlarda bulunanlara gerekli ikazlarda bulunduğu rivayetlerden anlaşılmaktadır.” 3  
Peygamber Efendimiz (asm), kadın sahâbîleri hisbe faaliyetinde görevlendiği için kadınların da muhtesib tayin edilmelerini caiz görmüş; bu sistemde görev yapacaklar arasında cinsiyet farkı gözetmemiştir. Peygamberimizin (asm) emriyle görevlendirilen ve kaynaklarda adı geçen üçü erkek ikisi kadın beş sahâbî şunlardır: Mekke’de Saîd b. Âs

b. Saîd el-Ümevî, Medine’de Abdullah b. Saîd b. Üsayha, Ömer b. Hattab, Semrâ bint Nüheyk el-Esediyye ve Şifâ bint Abdullah.
“Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin de bizzat şehir ve Pazar denetimlerine çıktıkları, ayrıca bu iş için özel görevliler tayin ettikleri bilinmektedir.” 4
Bir kötü davranış ya da işlenen bir suç, tecessüse kaçmadan yani bir kimsenin bilinmesini istemediği özel durumlarını araştırmaya kalkışmadan ve yalnız şüphe üzerine kişilik haklarını çiğnemeden tesbit edildikten sonra en hafiften en ağıra doğru usûllerle giderilir: “a) İşlenen fiilin gayrı meşrû olduğunun anlatılması; b) Bilerek kötülük işleyene öğüt verilmesi; c) Tekdir ve tehdit; d) Kötülüğe vesile olan durumun ortadan kaldırılması ve bu tür âlet edevat ve eşyanın tahrip edilmesi; e) Ölçülü bir şekilde şu cezalardan birinin uygulanması: Hapis, teşhir, darp, meslekten men vb. cezalar.” 5
Muhtesib, Allah hakkının ihlâli halinde affetme yetkisini kullanabilirken, kul hakkı ihlâli durumunda böyle bir yetkisi yoktur.
Hisbe hem Kur’ân’ın bir emri hem de Hz. Peygamberimizin sünneti olması itibarıyla Müslümanlara bir miras olarak intikal etmiştir. Osmanlı’da ise hisbe, aşiretten devlete geçişle yani devletin teşekkülüyle birlikte uygulamaya başlandığı hususunda rivayetler bulunmaktadır.   
“Osmanlı dönemi şehir hayatında hisbe teşkilâtı ve bu teşkilâtın yürütülmesinde kadı’nın yardımcısı mevkiinde görev yapan muktesib, önemli bir asayiş birimi ve vazgeçilmez bir denetim unsuru olarak görülmektedir.”6 Zira toplum hayatında özellikle şehir yaşayışını sağlam temellere oturtmak ve yürürlükteki içtimâî düzeni korumak, en önemli meselelerden biriydi. O dönemde “ihtisab ağası” veya “ihtisab emiri” denilen muhtesibin görev ve yetkileri ihtisab kanunnâmesinde detaylarıyla belirtilmiştir. Bir örnek:
Fatih Sultan Mehmed devrine ait İstanbul ihtisap kanunnâmesinde, “Allah’ın yarattığı her şeyin hukukunun görülüp gözetilmesi”nden muhtesiplerin sorumlu olduğu ifade edilmekte ve bu göreve geniş bir yetki çerçevesi çizilmektedir.
Kanunî Sultan Süleyman devrinden itibaren Anadolu’dan ve Rumeli’den çok sayıda kişinin tarımla iştigâli bırakarak İstanbul’a gelmeye başlamaları üzerine bu göçü önlemek için çeşitli tedbirler alınmaya başlanmıştır. Bu münasebetle ihtisab ağası, zaman zaman mahallelerde dolaşarak denetlemede bulunur ve başka şehirlerden göç edenleri tesbit eder, onları memleketlerine geri gönderirdi. İhtisab ağası, bunun yanında günlük zarurî ihtiyaç maddelerinin halkın eline uygun ve ucuz şartlarda geçmesini sağlar; bu maksatla esnaf ve diğer ticaret erbabını kontrol altında tutar; ticarî ve içtimaî dengeleri, azınlık haklarını, esnaf loncalarının faaliyetini, bayındırlık hizmetlerini ve asayişi görüp gözetirdi. Bu sebepten dolayı, kadısı bulunan her yere bir de muhtesib, diğer adıyla ihtisab ağası tayin edilirdi.
25 Temmuz 1855’te kaldırılan bu sistemin görevi, yerine yeni kurulan “Şehremâneti”ne, yani Belediye’ye devredildi.
İşte, bize, asayişte bir Peygamber modeli…

Dipnotlar:

1- TDV İslâm Ans.18: 135.
2- Gazalî, 2: 333.
3- TDV İslâm Ans. 18: 135 (Tirmizî, Büyu, 4:72).
4- Age. (Abdülhay el Kettânî, 2: 46).
5- Age. 18:135.
6- Mecelle-i umur-ı belediye, İstanbul, 1922, 1: 327.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*