Asırlık çınardan çok büyük bir dal daha toprağa düştü

“Nurun küçük kahramanı”na büyük vefa ve veda…

Geçen Pazar günü on binlerce Nurcu, sakin ve güneşli bir sonbahar gününde İstanbul’un fetih sembolü veli padişah Sultan Fatih’in Camii’nden Kur’ânlar, Fatihalar, tekbirler, duâlarla, cami üzerinde hazin çığlıklar atan martı kuşlarının da şehadetiyle Üstadımızın bizlere son canlı şahit ve emanetlerinden Mustafa Sungur Ağabeyi Eyüp Sultan Mezarlığı’ndaki ebedî yolculuğuna uğurladık.

Muhakkak yeni Sungurlar arkadan gelecektir. Ama hiçbirisi Mustafa Sungur olamayacaktır. Gençliğini, ailesini, malını, mülkünü, makamını, mesleğini, şanı, şöhreti, zamanı ve bir ömrü dâvâya adayan; köyleri, şehirleri, ülkeleri, kıt’aları gezip bütün zamanını Nur’a harcayan bir Mustafa Sungur’u asıl emanet sahibine tevdi ettik.

Büyük bir takdir ve helâllik… Hakkın ve halkın şehadetiyle uğurlanmak! Ne büyük bahtiyarlık.
O Üstadının nazarında;
“Nurun küçük kahramanı Mustafa Sungur’du.”
“Muallim Mustafa Sungur’du.”
“Kahraman Sungur’du.”
“Hüsrev yerinde imdada yetişen Mustafa Sungur’du.”
“Sungur’u kendime vekil ediyorum” diyordu.
“Kardeşlerimden Mustafa Sungur’u tevkil ediyorum” diyordu.
“Benim Ankara’da bir vekilim Mustafa Sungur” diyordu.
“Şimdi daha büyük bir vazife için Ankara’ya Sungur gibi bir vekilim olarak gönderiyorum” diyordu.

“Herbiri birer genç Said olarak beş-on Abdurrahmanlarım hükmünde Sungur, Ceylân, Salih, Abdullah, Ahmed, Ziya gibi genç ve çalışkan Saidleri senin yanına hem benim vekilim, hem senin talebelerin olarak benim bedelime o küçücük medrese-i Nuriyeye nezaret ve bir nevî dershane olarak reyinize bırakıyorum” diyordu.

“İnşaallah orada da çok Sungur’lar çıkıyor ve çıkacak” diyordu.

“Şimdi mânevî evlâtlarım, fedakâr hizmetkârlarım olan Zübeyir, Ceylân, Sungur, Bayram, Hüsnü, Abdullah, Mustafa gibi ve has ve hâlis Nurun kahramanları olan Hüsrev ve Nazif, Tahirî, Mustafa Gül gibi zatların nezaretinde o düsturumun muhafaza edilmesini vasiyet ediyorum” diyordu.

“Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını bilerek tam yapabilsinler. Şimdilik Tâhirî, Sungur, Ceylân, Hüsnü ve bir iki adam daha mutlak vekilim olarak vasiyet ediyorum” diyordu. (Emirdağ Lâhikası, muhtelif sayfalar) “Nur şakirtleri namına Said Nursî”

Yukarıdaki orijinal ifadelerde yerini bulan Hz. Bediüzzaman’ın varislerinden, manevî evlâtlarından muhterem, muazzez, mümtaz ağabeyimiz Mustafa Sungur’u ebediyete uğurladık.

Hz. Bediüzzaman’ın vekil bıraktığı on yedi varisinden sona kalan altı kişiden birisiydi Mustafa Sungur Ağabey. Ama çok farklı bir kişiliği ve kimliği vardı. Risale-i Nur hizmetinde ve Külliyat’ın tamamında gerçekten fani olmuş çok farklı bir şahsiyetti. Ben şahsen iç dünyamda Sungur Ağabeyle beraber bu mukaddes dâvânın, Üstad Hz. Bediüzzaman’ın serüven ve hayatının “canlı ve yaşayan hatıralar” kısmının en önemli şahsiyetlerinden birisini kaybettiğimize inanıyorum. Onun bu dâvâya ve bizlere çok canlı bir şahit ve koca çınar ağacının asıl dalları ve köklerinden birisi olduğuna inanıyorum.

Sadece Emirdağ Lâhikası kitabında tesbit edebildiğim 55 yerde Mustafa Sungur Ağabeyin ismi geçiyor.

Seksen üç yıla sığışan, Türkiye’de her ilde hizmet meşalesini devam ettirmesinin yanında; bir ucu Çin, öbür ucu Avustralya, Avrupa, Asya, Afrika, Amerika’daki Nur hizmetlerine uzanan çok geniş ve devasa bir coğrafyada Kur’ân-iman dâvâsında imzası, çizgisi, hatırası, damgası bulunan bir hadim-i Kur’ân ve iman olan Mustafa Sungur Ağabey Rahmet-i Rahmana kavuştu.

Cenazesinde onbinler vardı, millet vardı, devlet vardı. Camiye de, avluya da, caddelere de sığmayan mahşerî bir kalabalık vardı!

Neden?
Çünkü o şefkat timsaliydi.
Risale-i Nur deryasını massedip yutan bir âlimdi.
Dershaneler banisiydi.
Merhamet örneğiydi.
Sadakat direğiydi.
Dâvâ adamıydı.
İhlâs abidesiydi.
Mütevazılık kahramanıydı.
Her yönüyle örnek bir pir-i faniydi.

“Nurun Küçük Kahramanı” hizmetlerle ve hizmetleriyle “büyüyerek” gönüllerde taht kurmuştu. Özellikle ve ağırlıklı olarak Komünizmin hâkimiyetinden kurtulan Rusya ve Türkî Cumhuriyetlere ağırlık verdiği Nur Hizmetlerinin yüklü ve bereketli meyvelerini alarak Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine, Hz. Peygamber’in (asm) şefaatine ve Hz. Üstad Bediüzzaman’ın yanına gitti.

Onun ilk unutulmaz dersini 1977 yılı sömestre tatilinde Mersin dershanesinde İşaratü’l-İ’câz’ın başındaki “hakaik-i hakikiye ve hakaik-i nisbiye” konusundan hatırlıyorum.

1994 yılında Antalya’daki bir dershane temel atma töreninden sonra dershanede iki buçuk saat Nurları nasıl tanıdığını ve Üstadla olan unutulmaz hatıralarını zevk ve hayretle dinlemiştim.

2009 yılındaki Kahire Sempozyumundan sonra Kırıkhan’da mukim âlim zat Ali Sert Hocama Kahire’de kendisini Sungur Ağabeyin Ezher ulemasına zikredip takdir ettiğini söyleyerek Sungur Ağabeyin teyidini almak için birlikte telefonla konuşmak nasip olmuştu. Bu buluşmadan çok memnun ve mesrur olmuştu.

İki yıl önce Antalya’ya geleceği haberini alıp kardeşlerle Kumluca ilçesine yapacağımız ziyaret ve dersi iptal ettiğimizi kendisinin dersine iştirak edeceğimizi telefonda söylediğim zaman; “Kardeş, ben ders yapmıyorum. Kardeşlere ders okutturuyorum” demişti. O akşam kendisini dinlemiş ve istifade etmiştik. Birkaç ay önce telefonla arayıp hayır duâsını almak istediğimde istirahatte olduğunu söylediklerinde ismimi verip selâm ve hürmetlerimi iletmelerini vakıf kardeşe söylemiştim.  Amerika seyahati sonu sağlığına kavuşursa kendisini ziyaret edip hayır duâsını alıp dersinde bulunmak istiyordum. Cenazesine katılmak nasipte varmış.

İlerlemiş yaşına rağmen bir gün bile yerinde durmayarak Türkiye’yi köy köy, mahalle mahalle, ev ev, dershane dershane dolaşarak çok az faniye nasip olacak manevî hediyelerle cennet mekân kabrine yolcu ettiğimize inanıyorum.  Son yıllarında müzminleşen hastalığının yanında, İslâm âleminin ve Müslümanların üstüne çöken kahredici nifak ve fitne ateşinin ıztırabından nasiplenmesine rağmen itidali bozmayıp hizmetlerini devam ettirdi. Cenazesinde helâllik veren, haklılığına şehadet eden ve rahmet ve duâlarını esirgemeyen on binler bunun en güzel şahidiydi. Şahs-ı maneviye yakışan bir şekilde Rabbinin rahmetine uğurlandı.

Yeni Asya camiası olarak; başta gazetemiz, İstanbul cemaatimiz, Anadolu’daki cemaatimiz, herkes hiçbir organizeye gerek kalmadan, hadisenin fıtrî seyri içerisinde; on beş sene önce Rahmet-i Rahman’a kavuşan Bayram Yüksel Ağabeyin cenazesi ve varisliğine gösterdiğimiz hassasiyeti, ihtimamı, ilgiyi fazlasıyla Sungur Ağabeyimize de gösterdiğimizin bizzat şahidi oldum Fatih Camii’nde. Her şeye rağmen bu duruş ve asalet bizim varlığımızın ve dâvâmızın çok önemli bir faziletidir. Cemaatimiz bu konuda üzerine düşeni gerektiği şekilde yapmıştır. Hepinizi tebrik ediyorum.

Başta ailesi ve akrabaları olmak üzere bütün Nur Talebelerine, dostlarına başsağlığı diliyorum. Geride kalanların “Nur Dâvâsı Bayrağını” kıyamete kadar taşıması ve dalgalandırması için duâlar ediyorum.

Bu asra bakan, Kur’ân’ın manevî bir tercümesi olan Nurlarla hemhâl olan bir sadakatli hayatı yaşamanızı ümit ve temenni ediyorum. Hepimizin başı sağ olsun. Nur Kahramanı ağabeyimizin mekânı cennet olsun. (Âmin).

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*