Aslında bir başkası olan ‘eş ve çocuklarımız’

alt

EMANET ALGISIYLA AİLE HAYATI,
CENNETTEN BİR KÖŞK HÂLİNE GELİYOR. BÖYLECE AİLE BİREYLERİ ARASINDA
‘NEZAKET’ HÂKİM OLUYOR. KAŞ ÇATARAK DAHİ BİRBİRİNİ İNCİTMEYEN İNSANLAR HALİNE GELİYORLAR. HER ADIMIN ‘ZERRE MİSKAL’ HESABI OLACAKSA, O ZAMAN ELDEN GELDİĞİ ORANDA KAZANÇLI ÇIKMAK İÇİN ÇIRPINMAK

TAM BİR AKILLILIK HÂLİDİR.

Evlâtlarınızın size olan ilgilerinin nasıl olmasını istiyorsunuz?
Bu sorunun hemen verilebilecek bir cevabı var, o da; siz bebeklik, çocukluk ve gençliklerinde onlara karşı nasıl idiyseniz, elbette onlar da size karşı öyle olacaklardır.

Bu tam da, ‘Eden, bulur’, sebep-sonuç ilişkisi gibi bir şeydir.
Yine bir kaide var ki, herkesten çok beklentiler içerisinde olanların, herkese karşı beklentileri karşılayacak bir pozisyonda olmaları gerekir. Kimsenin beklentisine cevap vermeyenin, haliyle kimseden de bir beklenti içerisinde olması beklenmeyecektir.

Yani, hem kimsenin sizden beklentilerine cevap vermiyorsunuz hem de herkesten çok beklenti içerisinde olacaksınız. Yok böyle bir şey. Hani derler ya, ‘Çok beklersin!’ diye.

Çocuklarımız, gençlerimiz de tutarsızlıklarımızı gözlemlemiyorlar değil.
Başkalarına karşı sergilediğimiz tavır ve tutumları, iç dairede ne kadar sergiliyoruz, bu konuda birilerinin gözlerinin üzerimizde olduğunu göz ardı etmemeliyiz.

Hatta bazen, belki hak etmedikleri halde, bir başkasına gösterdiğimiz engin müsamahayı, derin inceliği, müthiş nezaketi; çok ciddî hak ettikleri halde, eşimize, çocuklarımıza, akrabalarımıza göstermiyoruz. Bu yanlışın biran evvel düzeltilmesi gerekir. Ebeveyn veya eş olarak hak edene vermezseniz, yarın siz hak ettiğinizde size verilmeyecektir.

Beyler olarak içeriye şefkatli, merhametli dışarıya heybetli yüzümüzü ya da bayanlar olarak içeriye şefkatli, hürmetli, nezahetli dışarıya ise, ciddî, edepli, vakar içerisindeki yüzümüzü yaşamalıyız.

Bazen çocuklar, babalarının veya annelerinin başkalarına veya başkalarının çocuklarına gösterdikleri inceliği, nezaketi görünce şaşkına uğruyorlar. Yani, ‘Bize de yok mu?’ diyorlar.

Oysa, eş ve çocuklarımız belli bir zaman diliminde birlikte yaşayacağımız, sonrasında belki muvakkaten de olsa ayrılıp, inşaallah tekrar buluşacağımız emanetlerimizdir.

Eşlerimize, bir müddet birlikte yaşadıktan sonra ebedî âleme irtihal edecek olanlar gözüyle bakabiliriz. Zaten Yaratıcı herkesi bir başkası olarak halketmiştir. Ama o yarattıklarını anne ve babalar olarak veya eşler olarak emanetçilere teslim etmiştir. İşte bu âlemdeki ‘emanet’lere olan ilgi veya ilgisizliğimiz, imtihan unsuru olarak ebedî âlemde hesabını vereceğimiz, imtihan hallerimiz olacaktır.

O zaman emanetlere, çok ciddî hassasiyet göstererek muhafaza etmeli; onların incinmemeleri, maddî ve manevî dünyaları rahatsız olmamaları için azami dikkat göstermeliyiz.

Aynı durum, sahip olduğumuz nimetler, servetler, imkânlar, makamlar için de geçerli. Dün büyük bir şatafatla, alayiş nümayişle oturduğu o yüksek koltuktan bugün iniyor insan. Yani oturduğu koltuktan inmeyen insan yok. Hatta inmek istemeyen ve bu yolda pek çok oyunlar sergileyenlerin bazılarının ölüsü koltuktan taşınıyor neredeyse.

Kullandığı imkânlardan mahrum kalmayan insan yok. Etkisi, yetkisi, mevkisi, titrleri, imkânları ne olursa olsun, hepsi tayin edilen vakit geldiğinde bir bir terk ediliyor.

Demek istenen o ki, her şeyi bir emanet algısı içerisinde ve hassasiyetinde değerlendirdiğimizde, davranışlarımız daha bir mütevazileşiyor.

Sahiplendiklerimize, ‘benim’ değil, ‘emanetim’ anlayışında olmalıyız ki, onların hukuklarını çiğnemeyelim.

Bu noktada, herkes kendi gerçeği ile yüzleşmelidir.
Bugün bakıma, ilgiye, sevgiye muhtaç olan çocuklarıyla, böyle bir halet-i ruhiye ile ilgilenen anne babalar, elbette yarın ilgiye, sevgiye, saygıya ciddî muhatap olacaklardır.

Küçücük çocuğunun elinden tutmuş, bir kır gezintisi yapan, kartopu oyunu oynayan, kardan adam yapan, birlikte şöyle bir yürüyüş yapan anne, babalar; yarın, emin olabilirsiniz ki, elinden tutulacak, şöyle bir kır gezintisi yapılacak, birlikte sohbetler edileceklerdir.

Yani çocuklarımızı, gençlerimizi nasıl bir şuur içerisinde yetiştirmişsek, elbette öyle bir şuur içerisinde onları bulacağımız kaçınılmazdır.
Tabii ‘Ben neler yaptım ama nelerle karşılaştım’ diyenler için de, yine ‘imtihan’ faktörünü unutmamak gerekiyor.

Evet anne, babaya; baba, anneye emanet. Çocuk, anne babaya; anne baba, çocuğa emanet. Yani içten dışa her şey birbirine emanet.

Yani kimse hadden tecavüz etmemelidir.
Kim, maddî ve manevî neye sahipse, o sahip olduğu şeylerin emanetçisi oluyor ve onların sorumluluğunu taşımaya başlıyor.

Emanet algısıyla aile hayatı, cennetten bir köşk hâline geliyor. Böylece aile bireyleri arasında ‘nezaket’ hâkim oluyor. Kaş çatarak dahi birbirini incitmeyen insanlar haline geliyorlar. Her adımın ‘zerre miskal’ hesabı olacaksa, o zaman elden geldiği oranda kazançlı çıkmak için çırpınmak tam bir akıllılık hâlidir.

Emanetçilerin, Malik-i Hakiki’den gaflet etmemesi ne güzel bir kulluk hâlidir. ‘Emanetçiyiz’ kavramını dünyamıza çok ciddî davet etmeliyiz.
Yani attığı her adımda ‘emanetçi’ olduğunu idrak eden bir insan, nasıl hak ve hukuksuzluklar yapabilir? Aralarında en fazla ve ciddî hukuk oluşmuş eşi ve çocuklarına karşı nasıl haksızlık yapabilir?

O zaman bütün mesele, birlikte hayat yaşadığımız insanlara karşı bakış açımızı değiştirmektedir.

Ne dersiniz?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*