Aşura

Bayram mıdır, yoksa matem mi, sizce Muharrem? Hz. Hüseyin’in (r.a) şahadeti ve Ehl-i Beyt’in maruz kaldığı ciğersûz hadiseler olmasaydı, Muharrem bayram olacaktı bize…

Dünyanın hilkatinden Efendimize gelen en büyük ve mutlu hadiseleri bağrında taşıyan “gün” neden bayram olmasındı ki. Bayramı  mateme bürüyen hadiseye bizde Kerbelâ derler. Ete-kemiğe bürünmüş cennetî reyhanların kırıldıkları toprağa da Taf diyoruz. Yaratıldığı günden tekrar cennete çekileceği zamana kadar hiç bu denli hıçkırmamıştı, Dicle. Sevgililer Sevgilisinin yurduna doğru boğum boğum çağıldarken karahaberi okyanuslarla dünyanın şeş cihetine ulaştırır, bu bahtsız şahit. Durup Dicle’den süzülen dalgalara kulak verdiğimizde Hz. Ümmi Seleme anneciğimizin feryadını işitiyoruz: Ah Hüseynim, vah yavrucuğum!… Hz. Zeyneb’in feryadı Taf’tan Dımeşk sarayında yankılandı. Ehl-i Beyt kadınlarının şivanı olmasaydı, elbette on Muharrem’i ümmet çağlar boyu bayram diye yaşayacaktı..

Kerbelâyı doğru anlayamayan ümmet, yeni yeni Kerbelâları konuşuyor. Gazze’yi asrın kerbelâsı olarak niteleyenler asıl Kerbelâyı görmemezlikten mi geliyorlar? Irak toprağını  serapa mü’min kanıyla ıslatanları unuturcasına. Sanki Taf’ın toprağı hergün yeniden kızıla boyanmıyormuş gibi. Kandahar’ın sokaklarında, Hindikuş’un eteklerinde parçalanmış Ahmetlerin, Fatımaların cesetleri Kerbelâ’nın küçük bir coğrafyaya sığmayacağını anlatmıyor mu, bize? Sam yeli batıdan esti eseli Pakistan tam 40 bin ciğerparesini yitirmiş. Deccaliyetin sızdığı Pentagon’un semalarda serseri gezen katil robotlarınca binlerce ocak sönmüş, Pakistan’ın batısında… Ve aynı fitnekâr ateş  Arakan’a da sıçramış.

Kerbelâ nedir, sorusu ümmete elbette sorulamaz. Taf’ı bilenler, Necef’teki yanık ağıtları işitenlere bu soru sorulur mu ki… Gel gör ki zamanımızın Kerbelâsında coğrafya o kadar genişledi ki. Al-i Beyt’e refakat eden mazlûmların o denli arttı ki… Moritanya’nın Atlas’a mavi mavi bakan tepelerinden Çin ü maçine kadar. Rakkamlarını benden daha doğru biliyorsunuzdur. Belki ikibuçuk milyon, belki de üçü geçti şüheda. Hüseyn’in Kerbelâsı bir köyden de küçüktü. O küçücük topak sanki çekirdek olmuş, Kerbelâ  coğrafyasına bütün hudutları yutarak kıt’aları toplamış karnına. Ve bugün bir köye dönüşmüş dünyamızın kanatlarından kan damlıyorsa, bilin ki Hz. Hüseyn’in kanıdır…

Demokrasi şehitleri diyorlar. Belki de insanların insanca yaşaması uğruna hayatlarını vermişleri kasdediyorlar. Belki de Hz. Hüseyn’i… Zira Hz. Hüseyin’in hedefi mevcut  demokrasilerin en mütekâmil hali olan şeriat-ı Ahmediyye değil miydi? Hüseyin “saltanat” denilen ve İslâm coğrafyasında asırlarca sürecek istibdada baş kaldırmadı mı? Kılıncını diktatörlerin başına uzatmadı mı? Yezid’e ve adamlarına haykırışının anlamını bilemeyenler, günümüzde hürriyete nasıl yürüsünler ki… Kerbelâ’nın mahiyetini  bilmeden Yezid’ten Ömer bin Sa’d a uzanan formatları okumamız hiç mümkün olur mu? İnsaniyetçe vacip olan hakperestlikle emevîliğin bariz farklarını nereden bileceksiniz ki.. Kufelilerin cehaletinin aramızda nasıl devleştiğini kimlikleri “İslâm,” fakat kendileri global dinsizlerin ekranlarının manyetik alanlarında hapsolmuşlara sormak gerekmez mi? Hipnotik aletlerle gafletin en derin derelerinde “baharı”  sayıklayanların elbette Hz. Hüseyn’in Kerbelâ’sından haberleri olmayacaktır.

Kerbelâ aynı zamanda bir mâtemdir.
Haydar’ın (ra) çocuklarına revâ görülen zulmün mâtemi olduğu kadar, deccal ile süfyanın nifakına kanarak birbiriyle tutuşmuş ve çölü kızıla boyamış Trablusgarplı, Sirteli ve Bingazili kardeşlerin şivanıdır. Aden ile San’alı annelerin ağıdıdır. Şam-ı Şerif’te her gün katliâm bekleyen Zeynep’in çocuklarının vâveylasıdır, Kerbelâ ….
Vâesefa ki…bu Kerbelâ başka… Bu Kerbelâ daha şiddetli, daha yakıcı. Kerbelâ mâteminde ve Muharrem orucunda görünen Hz. Hüseynî idarecilerin Yezidin dünyasından ganimet toplama yarışını görünce, bir başka Kerbelâ tutsak alıyor bizi… Annelerinin Zeyneb’e özenerek isimlendirdikleri bazı kızlarımızdaki iffet, ahlâk ve hayatların Tayf’taki hayatlara benzemeyerek ebediyetin sabahlarına kavuşmaksızın kaybolduğunu düşününce, mâtemin en siyahîsi bürüyor, bedenlerimizi…

Bir nokta daha var, Kerbelâ da…Celâlin fırtınalarla çalkandığı Kerbelâ sonrasını  cennet-âsa bahara çevirecek olan mâ-ı nisanın çisiltisi de var, havalarda. Bu mâtemleri sürur nağmelerine döndürecek iklimin intizarındaki Müslümanları, Rableri mahcup ve mahzun etmeyecektir, inşallah. Hz. Hüseyin’in alkanıyla yıkanan topraklarda ağıtlarımızı neşeli zikirlere değiştirecek işaretleri her yeni gün, gün batımından Mesihî nefeslerden alıyoruz.

İşte o gün”Aşure” bayram olacak. On Muharremdeki “cigersûz” hadiseler de Ehl-i Beyte ferah verecek… Fereclerin arefesinde ruhumuz mâtemden bayrama geçecek, inşallah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*