At üstünde ölmek

Doğu veya Batı

altZaman değişse de “değişmeyen hakikatler” var. Beş asır-on asır öncesindeki Müslümanlar, çoğunlukla harp meydanında at üstünde ölmeyi arzularlarmış. O zamanın cihadında meydan ve atın müstesna yerleri varmış.

Büyük komutan, büyük insan, Allah’ın kılıcı olarak nam yapan Hz. Halid’in ölüm döşeğindeki son konuşmasını birçoklarımız bilir. Nice seferlere katılmış ve nice meydan savaşlarının başkomutanlığını yüklenmiş Hz. Halid “yatağındaki normal ölümüne” hayıflanır. At üstünde ve meydanda şehit olamadığına üzülür. Ancak Halid’i (ra) ve onun dâvâsını bilenler bu hakikate muttalî olabilirler.

Bediüzzaman Hazretleri içinde yaşadığımız zamanın, hayatın üslûbunu nisbeten değiştirdiğini arz ediyor. Bu değişen metodlardan birisi de cihad. Küçülen ve teknoloji harikalarıyla köye dönüşen dünyada “maddî kılıçların” kınlarına girdiğini, seksen-doksan yıl önce haber vermiş. Cihadın artık kalemle, kitapla, ilânla, beyanla, edebiyat ve belâgatla olacağını ve “ifadenin gücünü” öne çıkarmış. Dinsiz felsefenin taarruzlarına karşı çıkarak, “mu’cize-i hakikat olan Kur’ân”la bu cihadın üslûbunu, boyutlarını ve tecrübî neticelerini bize göstermiş.

Altı bin küsûr sahifeden müteşekkil bir hakikat hazinesini, seksen yedi senelik ömrüyle yirmi milyon kilometrekarelik bir coğrafyada tatbikatıyla ispat etmiş. Maddî çatışmalardan mânevî cihada kadar… Zındıka komitelerinin ihanet ve imha salvolarından beyanın zirveleştiği mahkemelere kadar…

Bu girizgâha merhum Ahmet Avcu vesile oldu. Tireli bir kahraman… Gökçen’den Köln’e kaderin mânevî cihad için sevk ettiği Kölnlülerin Ahmet Ağabeyi. Birçok bahtiyar gibi Kur’ân nurlarına gurbette kavuşmuş. Tanıdığı 1980’den vefat ettiği ana kadar müstakimce hedefine yürümüş bir kahraman… Köln’deki hizmetleri, hasret duyduğu yavruları gibi kucaklayan ve hizmetin kuruşuna öz servetinden daha ziyade kıymet veren Ahmet Ağabey yerini çınarlar gibi terk etti. Ulu çınarların koptuğu yerin çıplaklığını elbette bilirsiniz.

Duyduğunuz gibi gurbetin çınarları tek tek göçüyorlar. Allah’a şükürler olsun ki giden her çınarın kanatları altında onlarca nihalin gurbette ser çektiklerini müşahede ediyorsunuz. Şükre vesile bu hâle rağmen ulu çınarların boşluğu uzun süreler hissedilecek.

Sahibiyet, samimiyet ve dakiklik Ahmet Ağabeyin cemaatçe bilinen en önemli sıfatlarıydı. Hizmetin meselelerini evinde ve işyerinde mütemadiyen konuşurdu, onların halliyle zihni devamlı meşguldü. Mahrem hayatının dışında özel hayatı yoktu. Hizmetin parasının istişaresiz ve bolca harcanmasına o kadar kızardı ki, birçoğumuz bu hallerde evvela Ahmet Ağabeyin celâlini düşünürdük. Celâlli duruşunun arkasına gizlenmiş “babacan şefkatini” de bilirdik. Göz pınarları ıslaktı. Fedakârlıkta da gençlere örnek olurdu. Dershanenin ihtiyaçlarıyla alâkadar olduğu kadar, misafirleriyle de ilgilenirdi. Gurbete düşen birçok kardeşimiz evinde misafir olmuş ve ekmeğini yemiştir. Fedakâr eşi Fatma Abla ile evlerini hakikaten bir “medrese-i hususiye” yapmışlardı. Cemaatle namazlarını kılıp, tesbihat ve düzenli “nur derslerine” fevkalâde dikkat ettiklerini kelimelerin aralarından hissederdik. Vakit namazlarındaki dakikliği meşhurdu. Onun 1987 yılındaki hac arkadaşları “Müzdelife”deki halini hiç unutmayacaklar.

blank

Fıtratı müteheyyic Ahmet Ağabey tam mânâsıyla “dindar bir demokrat”tı. Tembellik onun semtine uğramaz, mütemadiyen koşardı. Ford fabrikasında onun ustabaşılığında çalışan işçiler, adaletli davranışlarını anlatıyorlar, dürüstlüğünü hikâye ediyorlar. At üstünden inmeyen serdengeçtileri tedâî ettiren bir hâli vardı. Mütecaviz kâfir ve münafıkların hücûmu karşısında konuştuğunda, arkasını büyük bir orduya vermiş komutan halini hissettirirdi. Konuşurken dâvâsından emin olarak konuşur, rakiplerini paniğe sevk ederdi. Meramını güzelce ifade ederdi. Birinci ve ikinci Avrupa mânâlarını iyi bilir; hizmet, konuşma ve hayatıyla hakîkî İsevî ruhanilere servis yapardı.

Aslen Anadolu Türkmenlerinden gelen bu bahadırın “at üstünde” doğup-doğmadığını bilemiyoruz. Bunu Tire’nin dağ köylerine kadar gidip, Cuma günleri Nurları dağıttığı arkadaşlarına sormak lâzım. Ama Ahmet Ağabey’in “at üstünde”, hizmet yolunda direksiyon başında iken vefat ettiğine tüm Kölnlüler şahit. Menkıbelerde, döşeğinde Azrail’i (as) gördüğünde, kuşanıp atının üzerinde meydana koşarken ruhunu Rahman’a teslim eden kahramanların hali vardı onda… Vefat ettiği andan Gökçen’deki mekânına girdiği ana kadar Köln seması gözyaşlarını tutamamıştı. Hele namazını kıldığımızdaki yağmuru tasvir etmek hakikaten güç…

Belki de onu sevenler, “göz açıp-yummuş” gibi hayatını hatırlayacaklar. Fakat biz onun, şahidi olduğumuz yirmi dört-yirmi beş senelik ömrüne çok büyük hizmetler sıkıştırdığına inanıyoruz.

Ahmet Ağabeyin, Denizli Şehidi Hafız Ali (r.h.) Ağabeye yoldaş ve Kastamonu’dan yazılan mektuptaki müjdeye mazhar olduğuna inanıyoruz. Son sözü Allah olan ağabeyimize rahmet niyaz edip, mükedder ailesine taziyetlerimizi arz ederken, Melbourn’dan Paris’e kadar sevenlerine başsağlığı diliyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*