Atatürkçülükten çekinenler, geçinenler ve Öz Kemalistler

Doğu veya Batı

altAtatürkçülükten geçinenler, Atatürkçü geçinenler, Öz Kemalist geçinenler ve Atatürkçülerden çekinenler var. 10 Kasıma kadar böyle bir yazı dünyama girmemişti. Siyasal İslâm kimliğiyle milletin başına geçen AKP’nin son elli yılın en mutantan ve şaşaalı “10 Kasım” kutlamasını organize etmesinin ardından medyaya yansıyan resim ve satırlar, şu yazıya vesile oldu.

Kutlama kelimesini “öz Kemalistler” çıkardılar. Bundan böyle hiçbir Atatürkçünün bu tarihte matem tutmasını ve üzülmesini istemediklerini gazetelerden ilân ettiler. Biraz da iyi oldu; duygusallık ve hissi reflekslerin yerini akıl alacağından, bundan böyle, yüz yılı aşkındır manası milletçe meçhul, demokrasiye şiddetle düşman, ideolojiyle inanç sistemi arasında gidip gelen bu hareketin mahiyetini inşallah öğreneceğiz.

Atatürkçülüğün veya Kemalizm; körlerin fili tasviri ve tanımından çok garip süreçlerden geliyor. Meselâ benim bu hareketten anladığımı, çoğu Kemalistler kabul etmezler. Osmanlı demokrasisinin tasavvurdan realizeye geçtiği 1902 Paris girişiminin ruhuna musallat olan, demokrasi ve İslâmiyet karşıtı bazı ihtilâlci subayların 1906’da Selânik’te kurdukları hür subaylar topluluğuyla Kemalizmi başlatmak isterim. Hatta, 31 Mart ihtilâlinin perde arkasında, onlarca hazırlandığına inanırım. İhtilâl ve devrimcilikte Doktor Nazım ve Bahattin Şakir gibi teorisyenlerin, 1917 Bolşevik ihtilâlcilerine öncü olduklarını iddia ederim.

Osmanlı demokrasisine yaptıkları 31 Mart tecavüzünden bu yana, onların millet karşıtı hareketlerinden dolayı, halkımıza meşrûtiyet yolunu açan İttihad ve Terakkiye toptan karşı durmasının sebepleri üzerinde de durmuyoruz. Sultanı meşrûtiyete razı eden İttihatçıların Alman mağlûbiyetiyle birlikte, İngiliz ve Bolşeviklerin hükümeti sıkıştırmalarıyla bir torpido içinde Sivastopol üzerinden yurt dışına uzaklaştırıldıkları aynı tarihte, Selânikli Mustafa sahnedeki yerini alacaktı. Zihinlerde yüzlerce istifham olduğu halde 10 Kasımı idrak edenlerin, cevaplardan kaçınmaları da; bu ideolojinin yüz yılı aşkındır bu milletin kollarında kelepçe ve ayaklarında kement vazifesi gördüğünü gösteriyor, kanaatindeyim.

Maksadımız mahiyeti meçhul bir düşüncenin tarihçesini ve anatomisini çıkartmak değil. Ülkemizde “devlet ideolojisi” haline gelmiş bu düşünce karşısındaki birkaç duruşu kısaca analiz etmek isterim.

ATATÜRKÇÜLÜKTEN GEÇİNENLER

Gayet önemli ve de netameli olan bu başlığın altına elbette ki ciltler sığışır. Ermeni tehcirinin geride bıraktığı mal, para ve konakların Yunanistan’ın elimizden çıkmasıyla Anadolu’ya göç etmek durumunda kalan bazı Selâniklilere tahsis edilmesiyle başlayan süreç, hâlâ devam ediyor. Kemalizmden geçinenler kendilerini hanedanın birinci derece mensupları kabul ettiklerinden, nesebi yakınlıktan ideolojik yakınlığa doğru, daire daire insanlar Türkiye’de kendilerini devletin kurucu sahipleri olarak telâkki ediyorlar. İdarelerdeki (siyasî kadrolar, bürokrasi, basın, ordunun kurmay takımı ve maliyeye kadar) önemli pozisyonlarda, bu kurucu hanedan mensupları, çeşitli vazifeler almışlardı. Merhum Demirel’in başbakanlığına kadar, devletin üst kadrolarının Anadolulu çocuklara kapalı olduğunu düşündüğümüzde, bu grubun devlet nezdindeki ağırlıklarını hayal edebiliyoruz. Daha yüksek, derin ve önemli yerlerde varlıklarını devam ettiren, dışarıdan büyük destek alarak devletteki faaliyetlerini sürdüren bu grubun sayısal bazda azalmaları, misyonlarına bir zaaf getirmemiştir.

Geçinenlerin ikinci önemli kesimi; Kemalizm adına orduda kadrolaşan kurmaylar olmalı. 31 Marttan 15 Temmuza bütün askerî ihtilâllerin Atatürkçülük adına yapıldığını kabul ettiğimizde, askerî ihtilâlcilerin Kemalizmi bir geçim kapısı olarak gördüklerini söyleyebiliriz. Türk milletinin bin senelik kimliğine, değerlerine ve mukaddesatına dönmemesi için mütemadiyen “balans ayarı” çeken bu askerler, ülkenin kaymağına da bu ihtilâl dönemlerinde konarlar. Ayrıca Kemalizm adına ülkenin ekonomisine nezaret eden belli aile şirketleriyle bu paşalar arasındaki münasebetler de Atatürkçülükten geçinenlerin mahiyetlerini az çok bize gösterebiliyor.

Yukarıda arz ettiğimiz üzere Kemalizmin mahiyeti milletten sakındırıldığından, ülkedeki komünistler ve masonlar da icraatlarını Atatürkçülük perdesi altında yapıyor. Bu konuya öz Atatürkçüler bahsinde tekrar değineceğiz.

Kendilerini ülke iktisadının birinci derecedeki sorumluları kabul eden belli ailelerin şirketleri, Ergenekon sürecinden önce Atatürkçülüğü bir geçim kaynağı yapmış mütekaid subaylara, hatırı sayılır maaşlar veriyorlardı. Hatta onlardan olmadıkları halde 28 Şubat sürecinin şerrinden korkan başka şirketler de o paşalarımızı maaşa bağlamışlardı.

Bu geçinen tabakanın esas dayanak noktasının içerde değil, dışarıda olduğunu bilmeyenler; ülkede derin devlet aramalarına girişirler. Halbuki Bernard Lewis, Paul Wolvowitz ve Henry Kissenger gibi fikir duâyenlerine sorsalar, Atatürkçülüğün ifrat tarafının da -dara düştüklerinde- tefrit tarafının da kendi ellerinde olduğunu itiraf edeceklerdir.

Drakula’nın aydınlıktan korktuğundan daha çok demokrasiden korkan bu ”geçinenler grubu”, Kemalizmi kurtarma yolunda, tarikat kurdurup ulus meydanındaki M. Kemal heykellerini kırmaya da kalkışırlar. Ve Demokratları sıkıştırıp “Atatürk’ü koruma kanunu” meclisten çıkartarak kendilerini biraz daha emniyete alırlar. Şu AKP döneminde de, eski zamanlarındaki reflekslerle; bir iki balyoz ve çekiçle sokağa çıkanları, neoliberaller fena sıkıştırdılar.

GEÇİNENLERİN DAYANAĞI NEOLİBERALLERDİR

Sivil veya kapital ile gömlek değiştirmiş bu modern devrimciler, kapalı toplumu netice veren askerî disiplinli kemalizmi yanlış buluyorlar. Turgut Özal’a; gelir gelmez şort ile askerleri selâmlatan bu renklilerin, açık toplumculuk felsefesini sınırlayan askerî Kemalizmi Ergenekon ile terbiye etmesinin arkasında da bu mana vardır. Onlar Atatürkçülüğü, Türk milletini bağımsızlığına ulaşamayacak, iktisaden Batının kapısında dilenci duracak ve öz kimliğine tekrar kavuşamayacak dozda istiyorlar. AKP’den istedikleri bu düzeydedir. Atatürkçülükten geçinenlerin en büyük korkularının Demokratlar olduğunu arz etmiştim. Demokratların idamı, Orta Doğu’yu demokrasiye taşıyacak CENTO’nun tahribi, bütün askerî ihtilâller ve demokrat kimliğiyle siyaset meydanına çıkmaya teşebbüs edenlere verilen gözdağı, buradan geliyor.

Onlar şeriatçı geçinenlerle birlikte olabilirler, ırkçılarla yapabilirler ve hatta PKK gibi Marksist ayrılıkçılarla fazla dertleri olmaz… Fakat onlar; hem demokrasiyle, hem Demokratlarla, hem AB ile ve hem de Demokratları fikren besleyen Said Nursî ile kanlı bıçaklıdırlar. Bu konu; tarihi ihtiva ettiği hadiseler ve kahramanlar yönüyle çok zengin olmasına rağmen, yine de “Atatürkçü geçinenler” kısmına geçelim.

Benzer konuda makaleler:

2 Yorum

  1. İletişim kanallarının açıldığı, bilgiye ulaşmanın kolaylaştığı günümüzde, baskıyla, yasakla bir yere varılamayacağı artık görülsün. Demokrasi ve şeffaflık, herkesin ortak talebi olsun. Ülkemizde huzur ve rahatlama olsun.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*