Şevki hep diri tutma formülleri

Her güzel başlangıç, neticeye ermenin ilk şartı olması sebebiyle zevkli ve ümit vericidir. Bir şeyin varolması, şekillenmesi, olgunlaşması için ne kadar gayret gerekirse, onun devamını sağlamak, varlığını sürdürmek de en az belki daha fazla çaba ve ümit gerektirir.

İman ve ümit huzurun, mutluluğun ilk şartıdır. Geleceğe ümitle bakamayanların, geçmişteki elemleri ve güzellikleri de iman gözlüğü ile değerlendiremeyenlerin huzurlu, mutlu olması düşünülemez.

Ümitsizlik bakış açısını bozan bir hastalıktır. Böyle bir bakış açısıyla bakanlar sürekli yakınan, şikâyet eden, mutsuz bir ruh haline bürüneceklerdir. Buna karşın ümit ve iyimserlik duygularına sahip insanlar yakınmak yerine, eyleme geçmeyi, şikâyet yerine çözüm bulmayı yeğlerler.

Çevremize baktığımızda şikâyet etmeyen, mazeret üretmeyen, sorumluluktan kaçmayan insanların hayatı güzelleştirdiklerini görürüz. Çünkü bu yapıda olan insanların boşa geçirecek tek bir vakitleri yoktur. Sürekli gayret, himmet, faaliyet düşüncesiyle şevklerini kaybetmeden maksatlarına doğru yürürler.

Ümitlerini kaybedenlerin önce duyguları, hevesleri söner. Sonra da akıllarının düşünce melekeleri zayıflar.

Himmeti hep diri tutmak, ümitsizliğe düşerek, şevkleri kaybetmemek için öncelikle hayatın içine farkındalık ve anlam katmak gerekir. Çünkü insanlar bir anlam peşinde koştuklarında, bir gaye uğrunda yaşadıklarında daha mutlu olmaktadırlar. Ayrıca önce kendinin farkına varmak yolunda yapılan yolculuk ve orada katedilen mesafe insana huzur vermektedir.

Kişinin kendisini sürekli yenilemesi, tek düzelikten çıkması şevki hep diri tutmanın ön şartlarından biridir. Kâinatta sürekli bir teceddüt vardır. Durağan bir şey yoktur. İşte kâinat kitabının mütalâacısı olan insanın da bu teceddüde ayak uydurması gerekir. Aksi halde kâinatın bir değişim, dönüşüm ve teceddüdüne ayak uyduramayanlar atıl bir vaziyete gelecek hatta depresif bazı ruh hallerine bürüneceklerdir. Meselâ bahar ayları kâinatın gözle görünür muazzam teceddüt ve tazelenmesi zamanıdır. Bu dönüşümü tefekkür edecek akıl ve gözlem sadece insana verilmiş ve bu ibadette insandan beklenmiştir. İşte insan tefekkür gözlüğünü takmaz, o hareket ve bereketin içine dahil olmaz, kâinatın uyanma vaktini idrak etmezse, en zinde olduğu saatleri (sabah vakti) uykuyla geçirirse, bahar depresyonlarının görülmesi kaçınılmaz olacaktır.

Şevki hiç kaybetmemenin, himmeti hep diri tutmanın bir başka yolu da yalnız kalmamaktır. Bir camiasının, bir arkadaş gurubunun, dostlarının olması kişide şevk kırılması ve himmetin zayıflamasına engel olacaktır. Nitekim sürüden ayrılanı kurdun kapması kolaydır. Aynen onun gibi cemaatten ayrılanı da şeytanın kapması daha kolay olacaktır. Yalnız kalan insanlar önce kendi vazifelerini yapamadığını söyler. Bir süre sonra arkadaşlarının yaptıklarını hafife almaya başlar. Daha sonra da inandığı dâvâsından tamamen uzaklaşır. Hatta bu dâvâ ve misyonundaki yapılan hizmetleri gereksiz görüp tenkit eder. İşte o insan için büyük bir çöküş ve kayıp başlamıştır. Camia mensubu olup yalnızlaşan insanların ruh halleri ve kayba değişmeleri şöyledir:

Şevki kaybetmemenin bir diğer yolu da kişinin etrafında samimî dostlarının olmasıdır. Yani atalete, gaflete, yanlışa düşeceği zaman onu ikaz edecek baki muhabbet eden kardeşlerinin varlığıdır.

Nefis kendini kusursuz görmek ister ve avukat gibi savunur. Bu yüzden ikaz edilmekten hoşlanmaz. Fakat samimî dostların acı ama tedavi edici sözleri, nasihatleri ileride düşebileceği tehlikeler karşısında çekeceği acılar yanında şefkatli gelecektir. Üstelik bu bir nefis terbiyesidir. Kişinin bu tür ikaz ve nasihatlere açık olması kişiyi geliştiren bir yaklaşımdır.

İnsanın ölüm hakikatini zihninde hep diri tutması, şevki, himmeti kaybetmemek için gerekli olan bir düsturdur. Sağlıklı bir ölüm bilinci insanı gayrete getireceği gibi, fani ve dünyalık her şeye layıkınca değer vermeyi netice verecektir. Ölüm bilinci insanın hayatındaki işleri tanzim etmesi, önem sırasına dizmesi açısından olumlu bir katkısı olacaktır. Ayrıca ölüm hakikati yaptığı iş ve hizmetleri daha ihlâslı yapmasını sağlayacaktır.

Mü’minler olarak nihai hedef ve maksat Cemalullahtır. Bu düşüncede olan hayatını rıza-i İlâhî doğrultusunda geçirmesi bu mülâhazayla tercihlerini, yaşantılarını tanzim etmesi ve ölümü de Cemalullah’a kavuşmak için sadece bir geçiş kapısı olarak değerlendirmesi şevkini, heyecanını kaybetmemeyi netice verecektir.

Böyle bir insanda meyl’ü-rahat, işi başkasına bırakmak, ümitsizlik, enaniyet gibi engelleyici hastalıklar görülmeyecektir.

İnsan olarak medenî yaratılmışız. Bu yüzden ‘İnsanların en hayırlısı insanlara en faydalı olandır’ düsturunu hep diri tutmak gerekir.

İnsanlık adına yapılacak her iş, atılacak her adım ve gayret aslında insanın kendisinin maddî ve manevî hayatının şevk kaynağı, hayat enerjisi olacaktır.

Şevki, heyecanı devam ettirebilmek için sürekli bir aksiyon içinde olmak gerekir. Bunun için de planlı, programlı olup, bunları geliştirip, aklı, kalbi, ruhu sık sık kontrol etmek gerekecektir.

Öğrendiğini başkasıyla paylaşmak, onu aksiyon insanı haline getirecek, bu niyet ise onun şevk ve heyecanını diri tutacaktır. Cenâb-ı Hak da, ‘Siz bildiklerinizle amel edin, ben size bilmediklerinizi öğretirim’ buyurmaktadır. Yani sürekli öğrenme, öğretme faaliyetiyle beraber olur.

Her insan ulvi dâvâsını anlatırken aslında hem kendi canlılığını muhafaza ederken başkalarının da imanına kuvvet verecek bir aksiyon içinde olacaktır.

Hep canlı kalmak, öğrenmek ve öğreterek, ‘Emri bil mağruf nehyi anil münker’ hakikatini yaşamakla mümkündür. Aksi halde insan hiç farkına varmadan duyguları dumura uğrar ve gün gelir, söner gider. Bu ise, manevî ölüm demektir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*