Avrupa Türkiye´ye benzemez!

Avrupa ile Türkiye farkını bilmeyenler, mümkün olduğu kadar Fransa-Almanya’daki başörtüsü tartışmalarından uzak durmalıdırlar. Kanaatimizce bu duruşları şu gurbetteki Müslümanlara büyük bir fayda sağlayacaktır. İnsan hak ve hürriyetlerinin sair coğrafyalara nisbeten büyük mesafe kat etmesi, Avrupa’nın dinî ve kültürel tarihçesi ve Türkiye’deki mâlûm zihniyet gibi hususlar Türkiye ile Avrupa’yı “tesettür tartışmasında” kesinlikle birbirinden ayırıyor.

 

Halkının yüzde doksanının Müslüman olduğu ve bin seneden beri su ve hava gibi kültürümüzün, geleneğimizin ve estetiğimizin ta özüne Kur’ân’ın işlemiş olduğu Anadolu’daki başörtüsü ile Avrupa’daki haç, tedai ettirdikleri mânâlar itibariyle denk olduklarından, Türkiye’deki yasağa ses çıkarmayanların Avrupa’da konuşmaya kalkışmaları fevkalâde yanlış olur.

Demokratik toplumlarda bu tür problemler, kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi ve kabulüyle hallolur. Fransa-Almanya’da birer küçük azınlık olarak yaşayan Müslümanların emrinde dünya kapitali ve cemiyeti dezinforme eden medya gücü olmadığına göre, biz burada hangi gücümüzle başörtüsü serbestiyetini sağlayabiliriz ki…

Kanaatimizce buradaki başörtüsü meselesi bir taraftan din ve vicdan dairesinde, diğer taraftan temel insan hak ve hürriyetleri çerçevesinde ele alındığından, Müslümanların meselesi olmaktan ziyade Avrupa toplumunun meselesidir. Teknolojik gelişmelerin insanlığı ulaştırdığı rahat ve kolaylıktan toplumun belli bir kısmını mahrum bırakmak nasıl mantıkî değilse, sosyal hayatta elde edilen insanî haklardan da bir kısım insanların inançlarından dolayı yoksun bırakılması da aynı şekilde gayr-i insanî olur. Avrupa’da insan kıyafetine bu denli müdahale, zaman içinde kazanılmış hak ve hürriyetlerden mahrumiyet mânâsı çıkacağından, Avrupa’daki ilim ve fikir adamları bunu medeniyetin geriye dönüşü olarak kabul ediyorlar. Bu ise insan onur ve haysiyetiyle istihza eden ikinci Avrupalıların özelliğidir.

11 Eylül dinsizlerinin çıkardıkları gürültüden çekinerek başörtüsüne siyasî menfaat kapsamında yaklaşmanın sakıncasını bizden önce politikacılar düşünmeli. Bir taraftan Asya ülkelerindeki “din istismarını” tenkit etmek, diğer taraftan İslâm hakkında bilgilendirilmemiş halklarının reylerine bu işi âlet etmek yalnızca zarar getirir. Düne kadar “yabancı düşmanlığını” kullanan bazı siyasetçiler bugün başörtüsü problemini kullanırlarsa, yarının mağlubiyetine şimdiden hazırlıklı olsunlar. Bilhassa Almanya´daki Hıristiyan Demokratlar bu noktaya daha fazla dikkat etmeli. Burada zarar başta Almanya-Fransa olmak üzere büyük AB projesine olur. Dünya barışı da menfî etkilenir.

Avrupalı siyasetçiler ve toplum idarecileri geçmişten gelen yapay politikalar yerine, toplumlarını İslâmiyet hakkında doğru bilgilendirirlerse, dünya barışına da katkıda bulunmuş olurlar. Bin beş yüz seneden beri Kur’ân ve Sünnetin emrettiği çerçevede ve bugün Endonezya’dan Fas’a uzanan coğrafyada yaşanmakta olan “tesettür” emrine siyasî sembol nazarıyla bakan bazı kilise temsilcileri de, doğru İslâmı halka anlatma noktasında siyasetçilere yardımcı olmalıdırlar. Hem doğru İslâm ve hem de bu dinin hakim olduğu coğrafyalardaki tarihçesi Avrupalılarca bilinse, ne Avrupa-Amerika halklarında kaygı kalır, ne de medeniyet düşmanlarına fırsat doğar. Bu tarihçeyi Müslümanlardan öğrenmek şart değildir. Mısır Kıpti Ortodoks, Filistin Doğuş, İstanbul Ermeni ve Rum patrikhaneleriyle tarihî Mardin Midyat Süryani kiliseleri başta olmak üzere, yüzlerce hakperest Avrupalı araştırmacılardan da öğrenebilirler. Bin beş yüz seneden beri İslâm dünyasında emniyet içerisinde yaşayan ve saygı gören ehl-i kitabın bu pozisyonlarını doğrudan Kur’ân vasıtasıyla kazandıklarının altını da çizmeliyiz. Siyasî oyunlara âlet olmuş ve bazı küçük hadiselere sebep olmuş ferdî hadiseleri nazara almıyoruz.

Semavî din düşmanlarının propagandaları bazı Avrupalıları büyük zulümlere götürebilir: Dinini yaşayan Müslümana terörist, başörtüsüne siyasî sembol zannıyla bakmak… Bu iddiayı ispat edecekler de Avrupalılar olmalı. Doğrusu hâlâ yer yer göze çarpan İslâm düşmanlığını Avrupalı siyasetçi, din adamı ve sivil toplum temsilcileri el ele verip bertaraf edemezlerse, hem AB projesi parçalanır, hem de dünyanın beklediği mutlu günlere ulaşamamış oluruz.

Türkiye´nin Avrupa’ya benzemediğini politikacılarımız da gözardı etmemelidirler. Türk politikacılarının AB’deki din ve vicdan hürriyetine katkıları, AB’deki insanperver, dindar ve demokrat siyasetçilere destekleriyle mümkündür. AB anayasasına “din unsurunu” koydurtmamak için mücadele verenler, AB’nin geleceğini ve hem de bu kıtadaki din ve vicdan hürriyetini tehlikeye sokuyorlar. Tehlike ise kişisel ve bölgesel değil. Tüm semavî dinleri ve coğrafyaları alâkadar eden global bir felâketle karşı karşıyayız.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*