Avrupa’da bir mahallî seçim…

Ülkemizdeki 30 Mart mahallî seçimlerinden sonra hasbelkader Almanya’da Kuzey Ren Eyaletinde devam etmekte olan bir seçim sürecine rastgeldik.

Kaos ve kargaşanın zirvesinden sekînet ve sükûnet gölüne düşmüşcesine Almanları izlemeye çalışıyoruz. Bugüne kadar hemen hemen hiçbir açık hava toplantısına şahit olmadım. Vazifeye talip olanlarla rey verecekler mütemadiyen aynı atmosferi paylaştıklarından, genellikle herkes birbirini tanıyor. Hizmete talip partiler ve kişilerin programları ve vaad ettikleri projeler öne çıkıyor. Köln sokaklarında mahalle aralarındaki direklere ve sokak lambalarına ucuz ve basit usûllerle raptedilen parti ve kişi levhaları da olmasa yerel seçimlerden kesinlikle haberiniz olmayacak. Türkiye’deki çarşaf çarşaf magazinleşmiş ve dolayısıyla saygınlığını kaybetmiş “tarafgir” medyalara burada rastlamıyorsunuz. Olabildiğince düşüncelerin serbestçe ifade edildiği afişlerde, karizmatik kişilerden çok vurucu ve düşündürücü sloganlarla karşılaşıyorsunuz.

Türkiye’deki o dehşetli yerel seçimler atmosferini yaşamışlar, bu eyalette seçim olduğuna inanamıyorlar. Zira mukayese edilebilecek tek bir nokta yok: Girdisi çıktısı maliyelerce sıkı sıkı takip edilen buradaki partilerin seçim harcamaları bize göre o kadar gülünç ki… Çevreyi zinhar kirletmeyecek ve görüntüyü bozmayacak biçimde belli yerlere teknik usûllerle raptedilmiş afişlerin dışında siyasî partilerin hiçbir amblemi ile karşılaşmıyorsunuz. Bizdeki – düşman başına – mobilize olmuş ve insan beyninin kaldıramayacağı düzeye çıkarılmış türkülü şarkılı çılgın seçim arabalarına hiç, ama hiç rastlamıyorsunuz. Bilimsel düzeydeki toplantılarımızın tarzını çağrıştıran belli salon toplantıları ise çok fazla değil. Nadiren umuma bakan meydanlara kurulmuş piknik çadırlarını andıran yerlerde, ziyaretçilere kalem, kitapçık ve basit hediyeler dağıtılan köşelerle karşılaşabiliyorsunuz. Bazen kitapçıklar, bazen el ilânları tarzında hazırlanmış dokümanlar, en revaçta olan seçim malzemeleri olarak görünüyor.

BEN GİTMİŞ, BİZ GELMİŞ…

Biz Avrupa’yı “ben”in  ülkesi biliyoruz. Semavî dinlere başkaldıran felsefenin rahle-i tedrisinden geçmiş Avrupalıların “benci” olmaları normal değil mi? Fakat şu mahallî seçimlerin afişlerindeki sloganlarda daha çok “biz”e vurgu yapılmış. Şehirlerin idarelerine talip olanlar heyetler halinde öne çıkmışlar. “Biz bu işi yapabiliriz” tarzındaki ibarelerin üstünde, aynı levhada bazen iki, bazen üç kişinin isim ve resimleri veriliyor. Mahallî seçimlerde öne çıkan bir husus da birebir münasebetler. Azıcık alış veriş pazarlığına benziyor. Yani aday kişi arada hiçbir engel olmaksızın seçmenle bir araya geliyor ve projesini anlatıyor.

Partilerde birbirleri aleyhinde hiçbir propaganda yapmamak da “yeni Avrupa siyasetinin” bir prensibi olmuş. Genel başkanlardan meclis üyesi adaylarına kadar diplomasi üslûbu veya Batı nezaketi esas alınıyor propaganda çalışmalarında… Siyasete atılan kadrolar, aynı makamda bir iki devreden fazla kalmıyorlar. Üniversite tahsili gibi, ya başka sahalara kayıyorlar veya partinin mutfağında çalışmayı tercih ediyorlar. Halkta “karizmatik siyasetçi” arama hastalığı olmayınca, adaylar da şu süreçlerde karizma ve kariyerlerinden ziyade programlarını konuşturuyorlar. Siyasetçiyi malî yönden fevkalâde disiplinli bir kontrol altında tutan sistem; bir misafirine yemek ikramı, uçak bileti veya basit bir hediye harcamasında “yüksek sesle” alarma geçiyor. Bu durumda her siyasetçi verilenle iktifa ettiği gibi, ahlâkî kuralların dışına çıkmaya da teşebbüs etmiyor.

ÜLKE VE MİLLET MENFAATLERİ EN ÖNE ÇIKMIŞ…

Başta Almanya, İskandinavya ve İngiltere olmak üzere Batı Avrupa’daki “seçmen bilinci” derinlere kök saldığı kadar, geleceği de kucaklıyor. Millî değerler, duyarlılıklar, dinî gelenekler meselelerinde Avrupalılar hakikaten köklerine tam manasıyla sahip çıkıyorlar. Köklere yönelik en ufak bir tenkidin, millî refleksleri dalgalandırdığını çokça görüyorsunuz. Fertler menfaatlerini milletin menfaati çerçevesi içinde arıyorlar. Milletin hukukunu, geleceğini veya istikbaldeki hedeflerini gölgeleyecek hiçbir icraat ve projenin gündeme çıkma şansı yok burada. Bu istikamette menfî bir manayı işmam edecek herhangi bir konuşma veya fiilde bulunan siyasetçi, anında kendisini sahnenin dışında buluyor. Bu reflekslerin bu denli uyanık olduğunu bilmeden Avrupalılar hakkında ileri geri konuşanların mutlaka buradaki seçim süreçlerini takip etmeleri gerekir. Genel seçimlerde dinî kitap ve broşür dağıtmak ve bazı düşüncelerini parti imkânıyla halka ulaştırmak isteyen İNCİL Partisini gördüğümüz halde, mahallî seçimlerde kilisenin izine asla rastlamıyorsunuz. Siyasete doğrudan karışmayı politikalarına ters gören Katolikler ve Protestanlar, mahallî seçimlerdeki her seçilmişi kendi adayları gibi karşılıyorlar. Veya hiçbir siyasetçi kiliseyi karşısına alma cesaretini gösteremiyor.

ELHASIL: Bir Avrupalının bilhassa İstanbul gibi yerlerdeki seçim atmosferini “çılgın cehennem” diye tarifini, Türkiye’nin “havuz medyasınca” uyutulmuş halk anlamayacaktır. Sokağın ses, görüntü, çevre ve etik olarak seçim süreçlerinde nasıl temiz tutulduğunu bilmeyenler, Türkiye’deki anormalliği elbette normal karşılayacaktırlar.  Bir muhtar adayının beş senelik maaşından ziyadesini seçim sürecinde harcamasını Avrupalıların anlaması şimdilik mümkün görünmüyor. Asgarî ücretlinin gırtlağına çökmüş maliyemizin bu süreçlerde siyasetçilerle alâkalı kalem oynatmaması veya milyarları meydanlarda savuranlar hakkında en küçük bir araştırma yapmaması da, Avrupalıların çok garipsedikleri bir husus… Rüşvetten en az hınzırın eti karar uzak durması gereken “dindarlar” siyasetçilerin, Avrupa’daki mahallî seçim sürecinden çok şeyler öğrenmesi lâzım diye düşünüyoruz…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*