Avrupa’da muhlisâne fütûhat

Seyyidlik bir nuranî silsiledir

Bir haf­ta sü­ren Al­man­ya se­ya­ha­tin­den çok gü­zel, çok ha­yır­lı ve bir o ka­dar da müj­de­li ha­ber­ler­le dön­dük.

Bu ha­yır­lı ve müj­de­li ge­liş­me­le­ri siz­ler­le pey­der­pey pay­laş­mak ar­zu­sun­da­yız.

Bu­gün a­ci­li­ye­ti i­ti­ba­riy­le, hem o­ra­da hem bu­ra­da şu sı­ra­lar çok­ça ko­nu­şu­lup tar­tı­şı­lan  “Be­di­üz­za­man’ın sey­yid­li­ği” me­se­le­si hak­kın­da­ki mü­lâ­ha­za­la­rı­mı­zı ak­tar­ma­ya ça­lı­şa­lım.

Be­di­üz­za­man di­yor ki:

“Bu­gün ta­rih–i â­lem­de hiç­bir ne­sil, şe­ce­re i­le ve se­net­ler­le ve an’a­ne i­le bir­bi­ri­ne mut­ta­sıl ve en yük­sek şe­ref ve â­li ha­sep ve a­sil ne­sep­le müm­taz hiç­bir ne­sil yok­tur ki, Âl–i Beyt­ten ge­len sey­yid­ler nes­li ka­dar kuv­vet­li ve e­hem­mi­yet­li bu­lun­sun.”
Mek­tu­bat, s. 426
* * *
“Sün­net–i Se­niy­ye­nin men­baı ve mu­ha­fı­zı ve her ci­het­le il­ti­zam et­me­siy­le mü­kel­lef o­lan, Âl–i Beyt­tir.

“…Ha­ki­kat–i Ha­dî­si­ye bil­di­ril­miş ki, Âl–i Beyt’ten, va­zi­fe–i ri­sa­let­çe mu­ra­dı, Sün­net–i Se­niy­ye­si­dir.”
Lem’a­lar, s. 27, 28

Sey­yid­lik şe­re­fi

Be­di­üz­za­man Haz­ret­le­ri­nin Hz. Pey­gam­ber’e (asm) ka­dar gi­dip da­ya­nan “so­ya­ğa­cı”na da­ir bel­ge­ler, Tür­ki­ye’de ol­du­ğu gi­bi Av­ru­pa’da da bü­yük yan­kı u­yan­dır­dı.

Ba­sı­na da­ğı­tı­lan bil­gi, bel­ge ve bro­şür­le­rin o­ra­da pek bü­yük bir a­lâ­ka i­le kar­şı­lan­dı­ğı­na biz­zat şa­hit ol­duk.

Te­min e­di­len ma­te­ryal­le­rin ço­ğal­tı­lan fo­to­ko­pi­le­ri bi­le el­den e­le a­de­ta ka­pı­şı­lı­yor­du.

De­mek ki, bu me­se­le hak­kın­da do­kü­man­ter ça­lış­ma­la­ra şid­det­le ih­ti­yaç var­mış.

Tâ ki, ö­zel­lik­le bu me­se­le­de şar­la­tan­lık ya­pan­la­rın hı­zı ke­sil­sin, is­tis­mar­cı­lık ya da ya­ra ka­şı­yı­cı­lı­ğı yap­ma im­kân­la­rı kal­ma­sın.
* * *
Ha­ki­ki Nur Ta­le­be­le­ri i­çin, Üs­tad Be­di­üz­za­man’ın şe­ce­re­si­ne da­ir bel­ge­le­rin faz­la bir e­hem­mi­ye­ti yok.

Zi­ra, on­lar Üs­tad­la­rı­nın hem mâ­nen, hem de ne­se­ben Âl–i Beyt’ten ol­du­ğu­na za­ten i­na­nı­yor­lar. (Bkz: 22. Lem’â­nın Ha­ti­me’sin­de yer a­lan Kü­çük A­li’nin mek­tu­bu.)
Bu nok­ta­da, her­han­gi bir şek–şüp­he i­çin­de de­ğil­ler.

Öy­le ki, Hz. Üs­tad’ın sey­yid­li­ği­ne da­ir bi­lu­mum bil­gi­ler/bel­ge­ler or­ta­ya se­ril­se, hat­ta a­ra­da­ki per­de–i gayb a­çıl­sa, yi­ne de on­la­rın ya­kî­ni pek de­ğiş­me­ye­cek.
Ya­ni, o de­re­ce bir ya­ki­nî ka­na­at i­çin­de­ler.

Bu ka­na­a­ti ha­sıl e­den i­se, şüp­he­siz ki, Ri­sâ­le–i Nur’un ver­miş ol­du­ğu “nur–u i­mâ­nın kuv­ve­ti”dir. (Bkz: 24. Söz’ün 3. Da­lı.)
* * *
Bir haf­ta­lık Al­man­ya se­ya­ha­ti­nin ar­dın­dan Tür­ki­ye’ye dö­nüp med­ya­da­ki ge­liş­me­le­re bak­tı­ğı­mız­da hay­ret­le gör­dük ki, Be­di­üz­za­man’ın sey­yid­li­ği­ne da­ir bel­ge­ler­den ba­zı dost­lar da bir ci­het­te ra­hat­sız ol­muş.

Bu ra­hat­sız­lı­ğın se­be­bi­ni a­na baş­lık­lar ha­lin­de şöy­le­ce ö­zet­le­mek müm­kün:

* Be­di­üz­za­man’ı sey­yid gös­ter­me­ye ne ha­cet var? Mü­him o­lan, o­nun söz­le­ri, ki­tap­la­rı, fi­kir­le­ri de­ğil mi?

* Be­di­üz­za­man sey­yid ol­sa ne o­la­cak, ol­ma­sa ne de­ği­şe­cek? Ki­şi­nin han­gi ırk­tan ol­du­ğu­nun ne ö­ne­mi var?

* Be­di­üz­za­man’ın sey­yid­li­ği­ne da­ir bel­ge­ler, pek i­nan­dı­rı­cı de­ğil. İ­şin ko­la­yı­na gi­dil­miş.

* Sey­yid­lik bel­ge­le­riy­le Be­di­üz­za­man’ı Kürt­lük­ten ko­par­ma, Kürt­le­ri de Be­di­üz­za­man’dan so­ğut­ma ga­ye­si gü­dü­lü­yor.

* Be­di­üz­za­man, ba­zı e­ser­le­rin­de “Ben Kür­düm” de­miş; “Bir sü­lâ­le–i mâ­ru­fe­ye nis­be­tim yok­tur” de­miş; ve­sa­i­re. Bu sey­yid­lik de ne­re­den çık­tı şim­di?

Sey­yid­lik bir ırk mı­dır ki?

Bu­ra­da sı­ra­la­dı­ğı­mız en­di­şe­le­rin bir kıs­mı i­yi ni­yet­li ol­mak­la be­ra­ber, yi­ne de bun­la­rın hak­ka, ha­ki­ka­te i­sa­bet e­den bir ro­ta­sı­nı bi­le­mi­yor, bu­la­mı­yo­ruz.
Ev­ve­lâ, sey­yid­lik bir et­nik men­şe, bir ır­kî un­sur de­ğil­dir.

Irk de­nen şey, ka­lı­tım yo­luy­la ba­ba­dan o­ğu­la ge­çer.

O­ğul­la­rı ya­şa­ya­ma­yan Hz. Pey­gam­be­rin (asm) nes­li i­se, kı­zı Hz. Fa­tı­ma’dan de­vam et­miş­tir. (Hz. A­li’nin di­ğer ha­nım­la­rın­dan do­ğan/ço­ğa­lan ço­cuk­la­rı sey­yid sa­yıl­ma­mış. Ho­ca Ah­med Ye­se­vî gi­bi.)

Kız ev­lâ­dın­dan de­vam e­den nes­lin ır­kı, et­ni­si­te­si de­ğiş­ken­dir. Nes­lin ta­ri­fi, ba­ba­ya gö­re ya­pı­lır.

Bu­na gö­re, Hz. Pey­gam­ber’in to­run­la­rı ve Hz. Fa­tı­ma’nın ço­cuk­la­rı o­lan Hz. Ha­san ve Hz. Hü­se­yin’in nes­lin­den ge­len kız ve­ya er­kek ev­lât­la­rıy­la ev­le­nen her kim o­lur­sa ol­sun (A­rap, Türk, Kürt, A­cem, hiç fark et­mez) hep­si­nin ço­cuk­la­rı an­ne ve­ya ba­ba ta­ra­fın­dan sey­yid sa­yı­lır­lar.

İş­te bu sır­dan­dır ki, Be­di­üz­za­man Haz­ret­le­ri, “Haz­ret–i Fâ­tı­ma’nın nesl–i mü­bâ­re­ki” di­ye i­sim­len­dir­di­ği Hz. Ha­san ve Hz. Hü­se­yin’den ge­len “i­ki nu­râ­nî sil­si­le”nin dün­ya­nın her ta­ra­fın­da, her mil­let­ten zi­ya­de kes­ret­li bu­lun­du­ğu­na bil­ha­ssa na­zar–ı dik­ka­ti çe­ki­yor. (“Nu­ra­nî nesl–i mü­ba­rek” i­çin ba­kı­nız: Söz­ler, s. 377; Mek­tu­bat, s. 426, Lem’a­lar, s. 26)

De­mek ki, sey­yid­ler, en çok A­rap i­çin­de ol­mak­la be­ra­ber, ır­kî de­ğil, bir nu­ra­nî sil­si­le o­lup her mil­le­tin i­çin­de bu­lu­na­bil­mek­te­dir­ler.
* * *
Ö­te yan­dan, dün ol­du­ğu gi­bi bu­gün de Müs­lü­man Kürt­le­rin ka­hir ek­se­ri­ye­ti sey­yid­le­re pek hür­met­kâr o­lup on­la­rı a­de­ta baş­ta­cı e­der­ler.

Do­la­yı­sıy­la, din­dar Kürt­ler, Be­di­üz­za­man Haz­ret­le­ri­nin sey­yid­li­ğin­den do­la­yı as­la gü­cen­mez­ler, go­cun­maz­lar. Ak­si­ne, bun­dan bü­yük şe­ref du­yar ve da­ha zi­ya­de if­ti­har e­der­ler. (Kürt­lük da­ma­rı­nı Kev­ser–i Kur’â­ni­ye­den a­kan Nur ha­vu­zu i­çin­de ta­ma­miy­le e­ri­te­me­yen­ler is­tis­na.)

Kal­dı ki, İs­lâm ta­ri­hi bo­yun­ca, Kur’ân ve Sün­net yo­lun­da en bü­yük hiz­me­ti ya­pan, en bü­yük ve en sıh­hat­li çı­ğır­la­rı a­ça­rak a­sır­la­ra dam­ga­sı­nı vu­ran kud­sî zat­la­rın he­men ta­ma­mı, o nu­ra­nî sil­si­le o­lan Âl–i Beyt’ten gel­me­dir. Me­se­lâ: Sey­yid Ab­dül­ka­dir–i Gey­lâ­nî, Sey­yid E­bu’l–Ha­sen–i Şâ­ze­lî, İ­mam–ı Şâ­fi­î–yi Ku­rey­şî, Sey­yid Ah­med–i Be­de­vî, Sey­yid Ah­me­dü’s–Sü­nû­sî, Sey­yid İd­ris, Sey­yid Yah­ya, vd…

Bu a­ra­da, E­mir­dağ’lı (es­ki is­mi Mu­sul­ca!) ta­le­be­le­rin­den Ab­dül­ka­dir Cey­lan (Gey­lan) Ça­lış­kan’ı mâ­ne­vî ev­lâd e­di­nen Üs­tad Be­di­üz­za­man, Ça­lış­kan­lar Ha­ne­da­nı i­le ak­ra­ba­lık (ka­ra­bet–i nes­li­ye) bağ­la­rı­nın bu­lun­du­ğu­nu ve Gavs–ı A­zam Şeyh Ab­dül­ka­dir Gey­la­nî’de ne­se­ben bir­leş­tik­le­ri­ni, hat­ta “An­ne ta­ra­fın­dan Hü­sey­nî, ba­ba ta­ra­fın­dan Ha­se­nî ol­du­ğu­nu” a­i­le bü­yük­le­ri­ne (Os­man, Meh­met Ça­lış­kan) be­yan et­ti­ği­ni de ha­tır­lat­mış o­la­lım.

El­ha­sıl: Kürt kö­ken­li­ler de da­hil ol­mak ü­ze­re, Nur’a ha­ki­ki ta­le­be o­lan hiç kim­se­nin Üs­tad Be­di­üz­za­man’ın sey­yid­li­ği­ne kar­şı her­han­gi bir i­ti­ra­zı, bir ra­hat­sız­lı­ğı ol­maz, o­la­maz ve ol­ma­ma­lı. Zi­ra, “He­lâ­ket ve fe­lâ­ket as­rı­nın a­da­mı” o­lan Hz. Be­di­üz­za­man’ın kud­sî, mâ­ne­vî va­zi­fe­dar­lık ci­he­ti de, o­nun sey­yid ol­ma­sı­nı ik­ti­za e­di­yor. Sırr–ı tek­lif ve im­ti­han se­be­biy­le, za­hir­de gö­rü­nen hik­met­li per­de­ler, Nur Ta­le­be­le­ri­ni zer­re­ce şüp­he­ye, te­red­dü­de dü­şür­mez, dü­şür­me­me­li.

Almanya’nın Ahlen şehrinde Avrupa genelinde hizmet eden yüzü aşkın temsilcilerimizle bir araya geldik. Gün boyu ve gece geç saatlere kadar, meselelerimizi görüşüp konuştuk. Müzakereler suretinde müdavele–i efkârda bulunduk.

Şunu hemen ifade edelim ki,  sadece Almanya’da değil, Avrupa genelinde Nur’un inkişafı ve harikulâde fütûhatı muhlisâne bir gayretle devam ediyor.

Paris’teki yeni Nur medresesinin inşaatı bitmek üzere.

Aynı şekilde, Avusturya’daki kardeşler de yeni bir Nur medresesinin tamamlanmak üzere olduğunu bildirdiler.

Avrupa’nın sair şehrinde ikamet edenler kardeşler, yapılan yeni medreseler için imkânlarını adeta seferber etmişler.

Keza, İsviçre’den gelen kardeşler, yeni hizmet hamleleri için ciddî hazırlıklara başlamış durumdalar.

Almanya’nın Augsburg şehrindeki yeni mülk medrese binasının yapılış tarihi 1876 olup, Üstad Bediüzzaman’ın doğum tarihine tevafuk ediyor. Yeni ismi “Barla Apartmanı” olarak bilinen bu binanın hem erkeklere, hem de hanımlara mahsus ayrı ayrı bölümleri, üniteleri var.

Halen buranın müdavimi olan iki hanım kardeşimiz, aynı mahiyette gördükleri iki hakikatli rüyâ ile Barla Apartmanını bulmuşlar. Rüyâlarına misafir olan Bediüzzaman Hazretleri, onlara doğru adresi tarif ile “Kızım, senin kurtuluşun Barla Apartmanında” demiş.

Öte yandan, Almanya’nın hemen bütün şehirlerinde var olan hizmet ünitelerine yenileri ilâve ediliyor.

Bizzat giderek misafir edildiğimiz Köln, Düsseldorf ve Ahlen’deki medreselere bilhassa gençlerin ve çocukların daha bir ihtiyaç ve iştiyakla geldiklerine şahit olduk.
Keza, hem buradaki hem de başka şehirlerdeki hanım kardeşlerimizin, erkeklerden ziyade Nur derslerine pür iştiyakla iştirak ettiklerini öğrendik.

Bu meyandaki sair müjdeli haberleri, inşaallah devam eden günlerde aktarmaya çalışalım.

Seyyidlik itirazına izahlar

Bediüzzaman’ın seyyidlik belgelerine dair itirazlara bugün de kısa izahlar şeklinde devam edelim.

Meselâ deniliyor ki: “Bediüzzaman’ın seyyidliğine dair belgeler, pek inandırıcı değil. İşin kolayına gidilmiş. Daha ciddî araştırmalara ihtiyaç var.”

Cevap: Bu mesele uzmanları ilgilendirir. Belgeleri araştıran, silsileyi ortaya çıkaran ve bunları yayınlayanlar da konu uzmanı sayılırlar. Şayet yapılmış bir hata veya eksiklik varsa, bu da araştırılır ve ortaya çıkarılır. Ki, bunu da ciddiye alıp alkışlamak gerekir.

Ancak, hiç araştırma zahmetine katlanmadan, bin bir emekle yapılmış bir hizmeti sadece tenkit etmekle yetinmeyi asla doğru bulmuyoruz.

Bize göre, hak namına ve hakikati bulma hesabına yapılacak her araştırma, hakikatin zuhuruna ve inkişafına ilâve bir hizmet mânâsına gelir.
* * *
Kezâ, deniliyor ki: “Bediüzzaman’ın seyyidlik belgesinden dem vuranların hakperest olduklarına dair tereddütler var. Bu kimselerin, Bediüzzaman’ın Kürtlüğünden, hatta Kürtlerin varlığından bile rahatsız olduklarına dair endişeler var. Geçmişte, Türk milliyetçiliğini çağrıştıran beyanlarına rastlıyoruz. Bunların ‘Kürtleri dışlamayı ve Bediüzzaman’dan koparmayı hedef alan’ yeni bir projeye hizmet ettikleri intibaını uyandırıyor”

Cevap: Arşiv araştırması yapan bu arkadaşlarımız hakkında “niyet sorgulaması” yapmak hakkına sahip değiliz. Onların bazı fikirlerine katılmamak, hatta bazı yanlışlarına kesin kanaat getirmek dahi, onların arşiv belgeleriyle ortaya koymuş olduğu bir çalışmayı reddetmeyi gerektirmez.

Bazı fikirlerini kat’i surette reddettiğimiz bir kimsenin bir başka çalışması, pekâlâ doğru ve isabetli olabilir.

Kaldı ki, Bediüzzaman’ın seyyidliğine dair neşredilen belgeler, “Âhirzamanın Bediüzzamanı”na atfedilen “hakiki hüviyet ve milliyet” cihetini nakzetmiyor; aksine, tam kuvvet verip esaslı bir delil teşkil ediyor. (Bkz: Emirdağ Lâhikası, s. 75’teki Hasan Feyzi’nin mektubu. Ayrıca, 22. Lem’ânın âhirindeki Küçük Ali’nin mektubu.)
Tabiî, buna inanıp inanmamak yine de ihtiyaridir, mecburi değildir.

Kürtlükle bağlantılı noktaya gelince: Halen de Kürtçe konuşan ve başkaca bir dili rahatça konuşamayan bütün Nurslular gibi, Üstad Bediüzzaman da zahiren Kürttür. Oraya gidenler, başkaca bir şeyle karşılaşmıyor zaten.

Ayrıca, şunu da hatırlatalım ki, daha evvel “Kürdî” olan imzasını 1923’ten sonra “Nursî” şeklinde değiştiren ve meselâ Eskişehir Mahkemesinde kendisinden “Kürdî” diye söz edilmesinden şiddetle rahatsız olan, yine Üstad Bediüzzaman’ın kendisidir.

Buna göre denilebilir ki, umum İslâma ve hatta beşeriyete mal olan Hz. Bediüzzaman’ın illâ da “Kürdî”lik cihetini nazara vermeye kalkışmak doğru olmadığı gibi, onu kast–ı mahsusla Kürdlükten koparmaya çalışmak da doğru olmaz.

Serde seyyidlik nişanesinin olması ise, bir Müslüman için bundan daha ulvî, daha şerefli başka ne olabilir ki?

Kürtleri çok iyi bilen, tanıyan ve içlerinden gelen bir kardeşiniz olarak kanaat–i katiyem ile ifade edeyim ki, unsuriyet damarı taşımayan hiçbir Müslüman Kürt, Bediüzzaman Hazretlerinin seyyidliğinden rahatsız değil, olmaz ve olamaz. Aksine, bundan büyük şeref duyar.

Elhasıl: Üstad Bediüzzaman’ın seyyidliği, onun “mükellef olduğu vazife–i hakikiye”ye tam mânâsıyla mutabık düştüğü gibi, onun Kürtlüğü de söz konusu vazifedarlık cihetine sırlı, hikmetli, hakikatli bir perdedir.

(Bkz: Arkası lugâtçeli Tarihçe–i Hayat, s. 490; 24. Söz’ün 3. Dalı; Emirdağ Lâhikası, s. 74–75.)

Avrupa’da Münâzarât çalışmaları

Münâzarât isimli eserde yer alan mevzular, Türkiye’de olduğu gibi Avrupa’da da uzun zamandır çeşitli platformlarda müzakere ve mütalâa ediliyor.

Tâ geçen yılın ilk aylarında başlatılan bu neviden mütalâa ve seminerlerin bir kısmına biz de iştirak ettik.

Orada şahit olduklarımız, bizi ziyadesiyle memnun ve mesrûr eyledi.

Feyiz ve bereket sûretinde hasıl olan neticeler, ilerisi için kuvvetli ümitlerin de habercisi mahiyetindeydi.

Münâzarât merkezli olmak üzere, muhtelif risâlelerde hakiki tarifi yapılan hürriyet, meşrûtiyet (demokrasi) ve kànun (anayasa) hakimiyeti gibi temel konular, bizler gibi Avrupa’nın yerlilerinde dahi hayranlık uyandıracak tarzda ele alınıp işleniyor.

Halen Türkiye’de doktora tezini hazırlamakta olan İtalyan asıllı bir öğrenci ile bu konularda yaptığımız çalışma esnasında, onun hemen her safhada artarak devam eden hayretine ve hayranlığına bizzat şahit olduk.

Buna benzer örneklere, Almanya, Avusturya, Fransa, Belçika, Hollanda, İsveç ve İngiltere’de şahit olmak mümkün.

Genel manzaraya bakıldığında, şöyle bir kanaat hasıl oluyor ki: Türkiye’nin bir taraftan Avrupa’dan alıyor gibi görünen hürriyet, demokrasi, anayasa ve temel insan hakları gibi temel hususlar, hakikatte en güzel ifadesini Risâle–i Nur’da bulmaktadır.

O halde, bizlerin bu gibi sosyal nimetlerin asıllarını, menbalarını Risâle–i Nurlar’dan derleyerek Avrupa ve dünya insanına takdim etmemiz gerekiyor.

İşte, şu anda Avrupa çapında böyle harikulâde bir organizasyonun hazırlık çalışmaları yapılıyor.

İnşaallah, başlatılan çalışmalar bu yıl içinde tamamlanır ve yerli–yabancı akademisyenlerin de iştirakiyle Risâle–i Nur’daki kudsî mesajlar geniş kitlelerin istifadesine takdim edilmiş olur.

Gayret bizden, tevfik Allah’tan.

13 tevâfukları

2013 yılına Almanya’da girdik. Haliyle, bu konuyu da yarı ciddî, yarı lâtife şeklinde oradaki aziz kardeşlerimizle ve değerli okuyucularımla da konuşup sohbet ettik.

Âlemde tesadüfe yer olmadığına göre, orada sohbetimize konu olan bazı tevâfukları burada sizlerle de paylaşmaya çalışalım.

Milâdî 2013 senesinin, beşeriyetin imdadına gönderilen nuraniyet zincirinin son halkasındaki umumî hizmetlerin inkişafı için hayırlara, feyizlere, bereketlere vesile olması duâ ve niyazıyla…
* * *
Mâlum, Almanya’daki fedakâr arkadaşlarımızın “Avrupa Nur Cemaati” lejandıyla hizmete soktukları Euro Nur (https://www.saidnursi.de) web sitesi, 2013 itibariyle 13. hizmet yılına girmiş bulunuyor. Hayırlı, mübarek olsun.

Bunun yanı sıra, bilhassa yurt dışındaki okuyucularımız için neşrettiğimiz haftalık Yeni Asya International gazetesi de, dünya çapında hizmet vermeye devam ediyor.

International seviyede sürdürülen bu kabil hizmetler, dünya genelindeki müfritane irtibatı da bir cihette sağlamış oluyor.

Bu arada, bir tevafuk da “International” isminde görünüyor. Harf sayısı 13.

İnşaallah, bu meyanda yeni inkişaflar, manevî yeni fetihler olacak.
* * *
Bediüzzaman Hazretleri, Sekizinci Şuâ olan “Keramet–i Aleviye Risâlesi”nde, hayatında ve hizmetinde çokça yer alan 13 rakamından söz ediyor.

Meselâ, aslı vahiy olan Celcelutiye (Süryanice “Bedî” demektir) Kasidesinde, Hz. İmam–ı Ali’nin (kv) hem 13 adet risâlesine, hem de kendisinin 13 ehemmiyetli vâkıât–ı hayatına îmaen, remzen, işareten bakıp mânâ–yı mecazî ile haber verdiğini zikrediyor.
* * *
En kudsî, en mübarek velâdet olan Kàinatın Efendisi Resûl–i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâmın dünyaya teşrif tarihi olan 571’de bulunan rakamların toplamı da 13’tür.
* * *
Aynı şekilde, yine kudsî ve müjdeli bir haberin tecelli ettiği “İstanbul’un fethi” tarihi olan 1453’teki rakamların yekûnu da 13 ediyor.
* * *
“Helâket ve felâket asrının adamı” diye hitap edilen Hz. Üstad’ın tam ismi olan “Bediüzzaman Said Nursî”nin Arabî yazılışında toplam 13 harf bulunmaktadır.

(Gariptir, Rumûzât–ı Semâniye isimli eserinde, kendi ismindeki harflerin yekûnunun, muarızı olan komitede yer alan şahısların isimlerindeki kelimelerin yekûnuna müsavi ve mukabil geldiğini söylüyor ki, bunları şu şekilde sıralamak mümkün: GMKA, Mİİ, MFÇ, MCB. Aynı bahiste, bu isimlerin baş kısmına Lâ, Mâ, Bî gibi olumsuz eklerin konulması gerektiğini de Kur’ân’dan ders aldığını beyan ediyor.)
* * *
Bu arada, Bediüzzaman Hazretlerinin doğduğu vilayet olan Bitlis’in plaka numarasının 13 olduğunu da hatırlatmış olalım.
* * *
Şu an idrak etmekte olduğumuz Hicrî 1434 senesi, Milâdî 2013 senesinin 4 Kasımında sona eriyor. Dolayısıyla, bu yıl içinde Hicrî 1435 senesine girilmiş oluyor ki, buradaki harflerin toplamı da yine 13 ediyor.
* * *
Son olarak, bu meyanda daha başka tevafukların bulunduğunu da belirterek şimdilik nokta koyalım ve

Alman Polisi:

Ey Müslümanlar! Cami yapın, cami

Almanya’daki okuyucularımızla samimî şekilde sohbet ederken, yakın bir başka şehirden gelen Tatar asıllı bir ağabeyimiz, bizlere çok calib–i dikkat olan şu müşahadesini anlattı:

“Türklerin ve Müslümanların topluca bulunduğu bir lokale gelen Alman polisleri, mabedlerimizi, mukaddesatımızı takdir eder mahiyette şöyle bir konuşmada bulundular: ‘Ey Müslümanlar! Bu şehirde cami bulunmuyor. Şayet imkânınız varsa, lütfen bir araya gelin ve bir cami inşa edin. Zira, bizim istatistikî tesbitlerimize göre, cami bulunan şehirlerdeki suç oranları hayli düşük görünüyor. Cami, mescid, Kur’ân Kursu bulunmayan yerlerde ise, sizin çocuklarınızın çeşitli suçlara bulaştıklarını görüyoruz.'”

Benzer mahiyetteki tesbitler, sadece Almanya’da değil, Avrupa genelinde de aynıyla vakidir.

Elbette ki Allah’a inanan, O’nun kelâmını okuyan, beş vakit namaz ile O’na yönelen insanlar, kolay kolay suç işlemez ve suça bulaşmazlar.

Cenâb–ı Hak, cümlemize tahkiki iman ve hidayet nasip etsin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*